O kitabı okudu Ecevit'i bıraktı
Abone olAK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu Minyeli Abdullah kitabını okuyana kadar Ecevitçi olduğunu itiraf etti.
AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu’nun hedefi,
gelecek yerel seçimlerde referandumda alınan yüzde 55 oy oranına
ulaşmak..
Altı yıldır İstanbul il başkanlığı yapan Babuşçu, Vatan'dan Mine Şenocaklı'ya konuştu. Siyasi geçmişi, ailesi ve hedeflerine dair ilginç açıklamalarda bulundu.
Tam altı yıldır AK Parti’nin kalesi İstanbul ona emanet. 2007
seçimlerinde o dönemdeki il başkanı Mehmet Müezzinoğlu milletvekili
seçilince, görev Babuşcu’ya teslim edilmiş. 45 yaşında görevi almış
ve o günden bugüne İstanbul’da AK Parti daha da güçleniyor!
“Konjonktür öyle diyebilirsiniz” ama onun çalışma azmini görünce
sadece konjonktür etkisi olmadığını hissediyorsunuz. Hissetmek
değil aslında, rakamlar açık açık ortaya koyuyor performansı. AK
Parti’nin İstanbul il teşkilatı üyelerinin sayısı 900 bin iken,
bugün neredeyse 1 milyon 600 bine ulaşmış. Yaklaşık 9.4 milyon
seçmen olduğu göz önüne alınırsa bu megapolde, rakamın ne denli
yüksek olduğu iyice anlaşılır. Her 6 İstanbullu seçmenden biri
bizzat parti üyesi, bırakın oy verenleri!
Bu nasıl oluyor? Tam saha çalışmasıyla... Her şey mahalle, gençlik
ve kadın teşkilatlarında başlıyor. “Sayın Başbakanımızın bize
yüklediği bir misyon var. ‘İstanbul ayağa kalkarsa ,Türkiye ayağa
kalkar’ diyor. Biz de çalınmadık tek bir kapı bırakmıyoruz” diyor
Aziz Babuşcu. “Ama benim kapımı çalan olmadı!” diyorum. “Kesinlikle
çalmışlardır. Siz evde yoksunuzdur!” oluyor cevabı. Bu kadar emin
teşkilatlardan... Başarının ilk sırrı da bu kadar net; güçlü lidere
ve parti ilkelerine inançlı ve çalışkan teşkilatlar...
Aziz Babuşcu, AK Parti’nin örgütlenme modelini anlattıkça, mahalle
teşkilatlarının tıpkı bir ağacın kökü gibi yayıldığını anlıyorum.
“Her mahallede mahalle yönetimi, her mahalle yönetiminin altında
ise bir sandık yönetimi var. Şimdi her bir sandık yönetimini 9
kişiye tamamlamaya çalışıyoruz” diyor Babuşcu... Her bir sandıkta
300 seçmen oy kullanıyor, yani her bir sandık için 9 kişi çalışacak
bundan sonra... 300 seçmen dokuza bölünecek ve her bir sandık
yönetim kurulu üyesi 30-35 seçmeni tek tek ziyaret edecek. Sadece
hoş beş, propaganda için değil, bir seçmen profili oluşturmak için.
Eğitim düzeyinden tutun da gelir durumuna kadar...
ATAŞEHİR İÇİMDE UHTEDİR ALLAH’IN İZNİYLE BU
SEÇİMDE KESİN ALACAĞIZ
İşte bu yoğun teşkilatlanma ve saha çalışmasından dolayı şimdi
hedefler zirvede! “Geçen seçimlerde ‘Referandumda aldığımız yüzde
55 hedefine ulaşabiliriz’ demiştim arkadaşlara. Kendimizi bu hedefe
yaklaşabildiğimiz oranda başarılı görecektik ve tarihi bir fark
yakaladık yüzde 49.5 oyla... Önümüzdeki yerel seçimlerde artık bu
hedefi yakalayabileceğimizi düşünüyorum” diyor Babuşcu... 2011’den
sonra ilçe ilçe değerlendirmelerini yapmışlar. Maltepe, Kartal,
Sarıyer, Silivri, Çatalca ve Adalar AK Parti’nin kazanamadığı
ilçeler, “Allah’ın izniyle bu ilçeleri de alacağız” diyor ve hemen
ardından ekliyor; “Ama yetmez. Ataşehir yeni kurulan bir ilçe ve
alamadık. İçimde uhtedir, bu seçimlerde kesin alacağız.” Bu da
yetmiyor Babuşcu’ya ,devam ediyor; “Avcılar ve Büyükçekmece de AK
Partili yerel yönetim hizmet anlayışıyla tanışacak.”
“Peki ya Şişli? Bu ilçede de bu kadar iddialı mısınız?” diye
soruyorum. Biraz önceki ilçeler kadar net bir kesinlikle konuşmuyor
ama iddiasını sürdürüyor: “Bizim teşkilatçılık anlayışımızda yakın
ve uzak hedeflerimiz vardır. Şişli uzak hedefimiz değil!”
Minyeli Abdullah’ı okuyana kadar
Ecevitçi’ydim!
-Sizi tanıyarak başlayabilir miyiz söyleşiye? Nerelisiniz,
kaç yaşındasınız, siyasete nasıl başladınız?
Trabzon Akçaabatlı’yım. İlkokul 4’e kadar Gürgendağı Köyü’nde
okudum. Babam pek çok Karadenizli erkek gibi uzun yıllar
İstanbul’da çalıştı. İnşaat kalfasıydı. 1972’de bizi de yanına
aldı. Ben ilkokul 4’ü, 5’i Gaziosmanpaşa’da Ülkü İlköğretim
Okulu’nda okudum. Liseyi de Küçükköy’de Vefa Poyraz Lisesi’nde
tamamladım. O yıllar, 70’li, 80’li yıllar, hareketli yıllar...
-Siz de siyasetin içinde misiniz peki?
Tabii. Herkes gibi... Biz klasik olarak sosyal demokrat gelenekten
etkilenen bir aileydik. Trabzon’un klasik bir CHP tutumu vardır ya,
babam da o zamanlar Ecevit hayranıydı. Hiç unutmuyorum, orta son
sınıftayım, şu anda hâlâ görüştüğüm, o zamanlar inşaat boyacılığı
yapan, kendince bize İslami bilgileri aktarmaya çalışan bir
ağabeyimiz vardı, Şefik Özkan, o bana bir kitap verdi. Hekimoğlu
İsmail’in Minyeli Abdullah’ını... Siyasi anlamda okuduğum ilk
kitapdır o. Sonra Huzur Sokağı’nı verdi...
Şule Yüksel Şenler’in...
Evet. Tabii bu iki kitabı okuyunca önce biraz kafam karıştı. Ama
sonra o minvalde, İslami motifler içinde kendime bir istikâmet
tayin ettim. Tabii o zamanlar ‘İslamcı’ gibi tabirler yoktu.
Kendini sağ yelpaze içinde gören bir öğrenci oldum.
Şefik Ağabey babanızla birlikte mi
çalışıyordu?
Hayır. Aynı mahallede oturuyorduk, benden daha büyüktü ama
arkadaşlık ediyorduk. Mahallemizin tam merkezinde bir cami vardı.
Akşamları o caminin duvarına oturur, el ayak çekilinceye kadar
saatlerce konuşur, tartışırdık. O bize İslami telkinlerde
bulunurdu, biz onun telkinlerine karşı Ecevit diye savunmaya
geçerdik. Böyle bir iletişim içinde başladı arkadaşlığımız. Ama
Minyeli Abdullah’ı, Huzur Sokağı’nı ve benzer eserleri okuya okuya
etkilendik, şekillendik. O günler bizi aldı bugünlere getirdi.
Sizdeki bu değişime babanızın tepkisi ne oldu?
Benim değişimim ailemi de etkiledi. Babam şimdi bazı noktalarda
benden de daha uç noktalarda. Ama o zaman ciddi şekilde benden
etkilenmişti. Hiç unutmuyorum, yine Şefik Ağabey’in etkisiyle bir
sabah kalktım, abdest aldım ve sabah namazını kıldım. Babam ve
evdekiler şaşırdı. “Ne oluyor?” diye... Ondan sonra da hiç
kesintiye uğratmadan kıldım beş vakit namazımı.
ÖNCE BEN DEĞİŞTİM, SONRA AİLEM...
Babanız namaz kılmıyor muydu?
Babam o zamanlar bir tek cuma namazlarına giderdi. Ama orucunu
tutardı, dini vecibelerini yerine getirirdi. Annem beş vakit
namazını da kılardı. Biz 7 kardeşiz. Tabii onlar da bu süreçten
etkilendiler... O zamanlar babam sürekli işiyle meşgul, işini en
iyi yapmaya çalışan bir inşaat kalfasıydı. Biz de erkek
kardeşlerimle yaz tatillerinde onunla birlikte inşaata gider,
çalışır, harçlığımızı çıkarırdık.
Ne yapardınız?
O zamanlar inşaatlardaki tahta kalıplarda kullanılan çiviler
söküldükten sonra atılmazdı. Biz o çivileri düzeltir tekrar
kullanabilir hale getirirdik. İşte ben o günlerde namaz kılmaya
başlamıştım. Babam bir süre hiç ses etmeden beni izledi. Sonradan
anladım ki, etkilenmiş. Ama bu etkilenmesini bize hiç
hissettirmedi. Kendi dönüşümünü kendisi yaşadı. Bir sabah namaza
kalktığımda baktım babam da namaz kılıyor!
Ve derken lise bitti... Sonra?
Kısa bir dönem Viyana’ya gittim. Ekonomi ve iktisat okumak için...
Amcam orada işçiydi. Fakat olmadı, yürütemedim. 6 ay sonra geri
döndüm. Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazandım ve
kendimi üniversitede buldum. Darbe sonrasıydı ama üniversitelerde
siyaset vardı, öğrenci hareketleri etkiliydi. Yine çok okuyordum.
Ama daha farklı eserleri tabii...
Mesela?
O dönemler Türkiye’de ‘Müslüman’ ya da ‘İslamcı’ olarak tabir
edilen sağ yelpazedeki hareketlerin temel dinamiklerini oluşturan
eserleri okuyarak çok farklı mecralara doğru yol almaya
başlamıştım. Artık tekamül etmiş, ufkunu, çizgisini şekillendirmiş
bir üniversite talebesiydim... Marmara İktisat’ta Anadolu’dan gelen
arkadaşlarımız vardı. Bizim evimiz, ailemiz buradaydı, rahattık.
Ama onların ciddi zorlukları vardı. Ben o dönemde Anadolu’dan gelen
arkadaşlar için bir ev oluşturarak, onları o evde ağırlamayı, rahat
yaşamalarını sağlamayı arzu ettim. Fatih’de bir daire kiraladık.
İçinde bir şey yoktu. Gittim, Beşyüzevler’deki, Gaziosmanpaşa’daki
mağazalardan “Öğrenci evi oluşturuyoruz, bize yardımcı olur
musunuz?” diyerek halı, soba, yatak, ne ihtiyaç varsa topladım. Bir
süre sonra ben de kendi evimden çok orada kalmaya başladım. Çünkü
arkadaşlarla sohbeti, tartışmaların içinde bulunmayı seviyordum. O
evdeki arkadaşlıklarımızı bugün hâlâ sürdürüyoruz.
Babuşçu'ya neden reis diyorlardı?
Ayıntılar sonraki sayfada
[PAGE]
Fatih’teki öğrenci evinden hala görüştüğünüz kimler
var?
Şimdi Fatih’te Ülker mağazası işleten Erzurumlu Osman Ağırman,
Sivaslı Mehmet Karyağdı, Karamürsel’de balık lokantası işleten Eyüp
Tarcan... Ben Marmara İktisat’taki arkadaşların reisiydim o
zamanlar.
Nasıl? Siz reis deyince MHP geldi ilk aklıma... MHP’li
miydiniz?
Hayır. Müslüman gençlerin reisiydim. Üniversitedeki arkadaşların ev
koşullarından, ders ve sohbet halkalarına kadar hepsini organize
eden, Anadolu’dan gelen arkadaşlarla ilk temasları kuran, onları bu
halkanın içine dahil etmeye çalışan bir sorumluluğum vardı. Bu
arada üniversitede okurken mesleki hayatım da başladı.
Çivi doğrultmuyordunuz herhalde artık?
(Gülüyor) Hayır. Azapkapı’da bir şirketin muhasebe servisine
girdim. Aynı zamanda okuyor, ders notlarını arkadaşlardan alıp,
sınavlara hazırlanıyordum. Üniversiteyi böyle bitirirken, muhasebe
mesleğinde bir noktaya gelmiştim. Artık kendi işimi kurabilirdim. O
zaman bize bitişik köyden arkadaşım Hüsnü Birinci’yle, ki Allah
rahmet eylesin 2009’daki sel felakeketinde hayatını kaybedenlerden
biridir, bir büro açtık.
İkitelli’deki sel felaketini söylüyorsunuz değil
mi?
Evet. Meslek hayatında yeminli mali müşavir noktasına gelmişti. Bir
firmayla ilgili olarak Malatya’ya gidecekti. Sabah havaalanı
yolunda, İkitelli’de bu felakete yakalandı ve aramızdan ayrıldı. Bu
olay benim hayatımda çok derin bir iz bıraktı. Hâlâ o ayrılığı
hazmedebilmiş değilim. Her cuma günü Eyüp Kabristanı’na gider
Hüsnü’yle konuşurum. Mezarının başında, neler oldu, anlatır,
paylaşırım onunla. Çünkü Hüsnü sadece ortağım değil, içimi açtığım,
özelimi paylaşabildiğim bir dostumdu. Bu ayrılış benim için çok acı
oldu.
O sel felaketi daha sonra çok tartışıldı. “TIR parkı dere
yatağına kaçak olarak yapıldı, kaçak yapılar su gidişini engelledi,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de hatası var, dere ıslah
çalışmaları yapılmadı” diye... Sorumlular bulundu mu?
Pek çok şey konuşuldu. Orada askeri alan içinde bir göletin
patlamış olmasından bahsedildi. O biriken suyun çok güçlü bir
şekilde geldiği ve olayı tetiklediği söylendi. Tabii ayrıca o havza
içersinde kaçak yapılar olduğu ve bunların su sirkülasyonunu
engellediği, dere ıslah çalışmalarının yapılıp yapılmadığı gibi pek
çok konu da tartışıldı. TIR garajından diğer yapılanmalara kadar
hepsinin üzerinde durduk o dönemde. Ama biliyorum ki şu anda büyük
şehir belediyemiz çok ciddi olarak dere ıslahlarıyla ilgili
çalışmalar yapıyor. Özellikle su baskınları, sel felaketleri gibi
afetler yaşanmaması için bir seferberlik içinde çalışıyor. İnşallah
bu tür felaketleri bir daha yaşamayız ve aramızdan dostlarımız,
sevdiklerimiz, canlarımız, ciğerlerimiz, insanlarımız gitmez. Tabii
benim için o hadise bu anlamdaki tartışmalardan ziyade, dostum
Hüsnü’nün aramızdan ayrılmış olması nedeniyle de çok acı bir
olaydır.
BÜROMDAKİ İLK MASAMI BİTPAZARINDAN ALDIM
Sizi üzdüm... Peki üniversiteden mezun olduktan sonra
işlerinizi nasıl geliştirdiniz?
İşte, Hüsnü’yle beraber bir büro açtık. Hüsnü, mali müşavir olarak
başka bir firmada çalışıyordu. Fena da bir para almıyordu. Ama
henüz benim o imkanım yoktu, ben part time çalışıyordum. Büromdaki
ilk masamı o zaman Topkapı’daki bitpazarından aldım. Eski bir
masaydı. Hanımımdan da düğünde takılan bileziklerini istedim. O da
verdi sağolsun, o bilezikleri bozdurarak büro kurduk.
O arada bir de evlendiniz mi?
Evet. 1984 yılında, öğrenciyken evlendim.
Bildiğim kadarıyla 1964’lüsünüz, demek ki 20
yaşındaymışsınız evlendiğinizde?
Aslında 1962’liyim. Nüfusta 1964 görünüyor. Bizim oralarda babalar
hep gurbette olduğu için ancak döndüklerinde çocuklarını nüfusa
yazdırırlar, bu yüzden... Yani 22 yaşındaydım evlendiğimde.
Peki nasıl evlendiniz? Görücü usulüyle mi?
Yok, görücü usulüyle değil. Aynı mahallede oturuyorduk. Görerek,
konuşarak evlendik diyelim. Öyle bir süreç bizim Gülser’le
evliliğimiz. Artık torunlarımız bile var. Kızımızdan iki,
oğlumuzdan da bir tane... Hamdolsun, o bambaşka bir mutluluk.
-Peki yine geçmişe dönersek... Masanızı, sandalyenizi bitpazarından
aldınız, eşinizin bileziklerini bozdunuz ve büroyu kurdunuz.
Sonra?
Hamdolsun, büromuz da tuttu, iş yapmaya başladık ve dedik ki biz
muhasebeciyiz bundan başka iş yapmayacağız. Hâlâ da o işi
yapıyorum. Mali müşavirim. Bürom Gaziosmanpaşa’da.
Peki şu anda kaç masa var büroda?
10-12 masamız var.
Ya siyaset?
Ben siyasete 2004’te Gaziosmanpaşa’dan belediye başkan aday adayı
olarak dahil oldum. Onun öncesinde herhangi bir siyasi partide
bulunmadım.
Yine bir Şefik Ağabey var mıydı AK Parti’ye geçiş
kararınızda sizi etkileyen peki?
Hayır. Ama arkadaşlarım vardı. Birisi rahmetli Hüsnü’ydü... Bir gün
birkaç arkadaş ve Hüsnü büroda oturmuş sohbet ediyoruz, 2004 yerel
seçimler öncesi... Dediler ki, “Ya Aziz, senin artık siyasete girme
vaktin geldi.” “Ben niye siyasete gireyim, siz girin!” dedim. “Yok,
sen bu işi bizden daha iyi yaparsın, senin girmen lazım” diye
teşvik ettiler beni. Böylece 2004’te Gaziosmanpaşa’dan aktif
siyasete katılmış oldum.
BABAM ECEVİT’İ TÜMDEN UNUTTU ARTIK BAŞBAKANIMIZIN
HAYRANI!
Peki bu arada üniversite yıllarınızdaki o İslamcı, Müslüman gençlik
halkalarını oluşturmaya devam ettiriyor muydunuz?
Tabii... Üniversite bitti, biz o ders halkalarını evlerimize,
mahallelerimize taşıdık. Haftada üç akşam evlerimizde dersler
yapardık. Açık yüreklilikle ifade ediyorum, iyi ki de bu dersleri
yapmışız. Çünkü o günlerde o evlerde okuduğumuz kitaplar, mütalaa
ettiğimiz konular sayesinde bir birikime sahip oldum. İyi ki o
dönemleri o dolulukta, o hızlılıkta yaşamışız. Bazen tefsir dersi
yapardık, bazen şiir okurduk, bazen de Türk siyasi tarihi üzerine
tartışırdık. Ama herhalükârda bir halkanın içinde olurduk.
Merak ettim babanız Ecevit’i unuttu mu?
Tümden unuttu. Babam şu anda son derece Sayın Başbakan’ın hayranı,
düşkünü. Her namazında, her anında ona dua eder. Benimle de her
vesileyle kendilerine selam iletir.
Babası ekmeğini taştan çıkarmış on yıllar boyunca... Gurbette,
İstanbul’da... O sebepledir ki nüfus kağıdında iki yıl geç, 1964
diye görünüyor tevellütü... Ali Babuşcu çalışmaktan fırsat
bulamamış, memlekete gidip oğlunu nüfusa yazdırmaya... İnşaat
kalfası, emeğinin değerini bilen biriymiş, umudu hep ‘Karaoğlan’
olmuş 80’lere kadar. İşte böyle bir ailede yetişmiş Aziz
Babuşcu...
Ortaokulda bir gün mahalleden bir ağabeyi eline bir kitap
tutuşturmuş, moda laf olacak ama o kitabı okumuş, hayatı değişmiş!
‘Minyeli Abdullah’ yepyeni bir kapı açmış ona...
Kitabı bitirmiş, ertesi sabah namaza kalkmış. Sadece kendisinin
değil, ailesinin de hayatı değişmiş. O zamana kadar cumadan cumaya
camiye giden babası da tek bir vakti kazaya bırakmaz olmuş! O da o
mahalleli ağabeyi gibi pek çok kitap tutuşturmuş kardeşlerinin
eline... Pek çoğunun elinden tutmuş, hatta ev açmış, dersler
vermiş...
Üniversitede artık ‘reis’miş! Müslüman arkadaşlarının reisi!
Hâlâ aynı azimle çalışıyor AK Parti İstanbul İl Başkanı
olarak...