Nur hareketinden cemaate manifesto

Abone ol

Nurcuların önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, cemaati, hareketin fikir önderi Said Nursi'nin sözleriyle uyardı.

Rotterdam islam Üniverstesi Rektörü Prof. Dr. ahmet Akgündüz, Gülen cemaatine uyarılarda bulundu. Akgündüz, hükümete, devlete ve millete karşı kurulan bu tarz komplolara karşı olduklarını ve fitne hareketlerini lanetlediklerini duyurdu.

Akgündüz, kendisine ait sitede ve sosyal medyada yaptığı açıklamada "Son günlerde meydana gelen fitne hareketleri, Türkiye'nin istikrarına yönelik ikinci gezi olaylarıdır. İç ve dış düşmanlarla bilmeden tahribata sebep olan bir kısım ehl-i iman maalesef şerre alet olmaktadırlar." dedi.

Nur camiasının önde gelen isimlerinden olan Akgündüz, bir süre önce de iktidarla savaşa tutuşan hizmet hareketine karşı tepki göstermişti. İşte Akgündüz'ün cemaati kızdıracak o açıklaması:

ŞERRE ALET OLMAKTADIRLAR

Kardeşinize gelen Bediüzzaman'ın bazı talebeleri ve Nur Camiasının fertlerinin talepleri üzerine, Bediüzzaman'ın müsbet hareket ile alakalı düsturlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ancak evvela şu hakikatlara dikkat çekmek gerekmektedir:

1. Son günlerde meydana gelen fitne hareketleri, Türkiye'nin istikrarına yönelik ikinci gezi olaylarıdır. İç ve dış düşmanlarla bilmeden tahribata sebep olan bir kısım ehl-i iman maalesef şerre alet olmaktadırlar.
2. Nur talebeleri, maddi suiistimallere karşı olduğu kadar, iman ve Kur'an hizmetinin suiistimaline de karşıdır. Ancak beraat-i zimmet asıldır kaidesince, yargı ile kesinleşmeden kimseyi itham etmek de doğru değildir.
3. Şahsi menfaatler için umumun milyarlarca maddi zarara ve bedeli tahmin edilemeyecek kadar manevi zararlara maruz kalmasına sebep olmak, vatanın ve milletin aleyhine iftira ve kara propaganda yapmak, Bediüzzaman'ın müsbet hareket düsturlarına kesinlikle muhaliftir.
4. Fitne uykudadır; uyarana lanet olsun hadisi kulaklarımıza bugünlerde küpe olmalıdır.

BEDİÜZZAMAN HER ZAMAN MÜSBET HAREKETİ TERCİH ETMİŞTİR

Bedîüzzaman, sadece nazariyat insanı değil, aynı zamanda üç devir görmüş yani mut-lâkıyet, meşrutiyet ve cumhuriyeti yaşamış bir tatbikat adamıdır. Kendi şahsî ubûdiyetini asla ihmâl etmediği gibi, başta Osmanlı Devleti ve daha sonra da Türkiye olmak üzere, bü-tün âlem-i İslamda ve hatta tüm dünyada meydana gelen siyasî ve sosyal hâdiseleri de is-lamın ulvî düsturlarına göre değerlendiren ve tesbitini islama göre yapan nâdide bir dava adamıdır. Zaman, hep onu haklı çıkarmış ve aksi fikirde olanları utandırmıştır. Bedîüzza-man, ömrü boyunca müsbet hareket etmeyi düstur edinmiş; "Birkaç adamın hatasıyla yüzer adamların zarar görmesine sebeb olunamaz" demiştir. Bunun içindir ki, yapılan o kadar gad-darane zulümler esnasında bir tek hâdise meydana gelmemiş ve Bedîüzzaman Said Nursî, talebelerine daima sabır ve tahammül ve yalnız iman ve İslâmiyete çalışmayı tavsiye etmiş-tir. Ve bu gibi evhamların, dinsizlik hesabına, maksad-ı mahsusla husule getirildiğini herkes anlamıştır.

BEDİÜZZAMAN MÜSBET HAREKETİ NASIL TARİF ETMİŞTİ?

Evvela müsbet hareketi nasıl tarif ettiğine bakalım:
Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın.

Müsbet hareket, Bediüzzaman’ın ilim ve irfana, tebliğ ve iknaya, muhabbet ve şefkate dayanan irşad metodudur. Bu meslek bütün müceddidlerin ortak yoludur. Hepsi, Allah Re-sulü'nden (a.s.m.) aynı dersi almış ve asırlarının şartlarına göre bu yolda yürümeğe azamî hassasiyet göstermişlerdir. Gazzalîler, Rabbanîler, Geylanî¬ler, Mevlânalar hep bu mukaddes yolun yolcularıdır. Hepsinin ortak gayesi, insan¬ları Hakkın rıza çizgisine çekmek, ebedî saa-detlerine vesile olmaktır. "Âlimler peygamberlerin varisleridir" hadis-i şerifine en ileri mânâsıyla mazhar olan bu kutlu zevat içerisinde Bediüzzaman Hazretlerinin hususî bir yeri vardır. Onun bu hususiyeti, asrının dehşetinden ileri gelmektedir.

Bedîüzzaman, sadece Osmanlı Devleti ve Türkiye'de değil, bütün âlem-i islamda, islama hizmet için müsbet hareketi müdafa’a eden nâdide şahsiyetlerdendir. Ona göre, Türkiye dar-ı islamdır ve islam diyarı olan bir beldede, imana ve islama hizmet, ancak müsbet hare-ketle ve dahilî emniyet ve âsâyişi asla zedelemeden, bilakis teyid etmekle mümkündür. Son mektubundaki şu ifadeler, gerçekten enteresandır (özetle şöyle diyor):

Bizim vazifemiz, müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Allah rızasını düşüne-rek sırf iman hizmetini yapmaktır, Allah'ın vazifesine karışmamaktır. Bizler asâyişi nuhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde, her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. ...Mesleğimizde kuvvet var, fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir. Kur’an'ın vaz’ et-tiği bu düstur ile, "Bir cani yüzünden, onun kardeşi, hânedanı, çoluk-çocuğu mes’ul olamaz". Bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuv-vet dahile karşı değil, ancak haricî tecavüze karşı kullanılabilir. Manevî cihadın en büyük şartı da, vazife-i ilahiyyeye karışmamaktır ki, bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenab-ı Hakk'a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükel¬lefiz. Haricî tecavüzlere karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünki düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde menvî tahribata karşı menevî ihlâs sırrı ile hareket et-mektir.

Bedîüzzaman'ı pasiflikle suç¬layanlar, netice itibariyle onu takdir etmek mecburiyetinde kalmışlardır. 28 sene hapishaneden hapishaneye sü¬rüldüğü ve defalarca merkezden görevli hâkimler ta¬rafından haksız ithâmlarla yargılandığı halde, bırakınız devlete karşı cephe al-mayı, kendisini asılsız iddialarla idam talebiyle yargılayan savcıya beddua dahi etmemiştir. Bilindiği gibi, iki çeşit hareket vardır:

Birincisi, rüzgarın hareketine benzer, gürültüsü-patırdısı çoktur, ancak müsbet ve fay-dalı bir neticesi yoktur.

İkincisi ise, güneşin hareketidir ve sessiz sedasız gelir ise de, meyve¬leri ve faydaları ni-hayetsizdir. İşte Bedîüzzaman manevî bir güneş olan islamiyeti temsil ettiğinden, ikinci tarz hareketi tercih etmiştir. Elini kelepçelemeye gelen gü¬venlik görevlisine dahi, kelepçede san’at var deyip ona iman dersi vermeye çalışmıştır. Neticeleri bugün orta¬dadır. Zira imanın karşısında küfrün beli kırılmıştır.

Bedîüzzaman, müslüman fertler ve cemâ’atler arasında birlik ve beraberliği sağlamak için ihlâs ve uhuvvet düsturları adı altında bütün cihânı bir¬birine bağlayacak islamın ulvî düsturlarını fevkalade ma¬hâretle izah etmiştir. Ehl-i imanın çeşitli cema’atler ha¬linde olma-sını, bir ordudaki farklı bölük ve taburlara ya¬hut bir çarşıdaki çeşitli mağazalarla veyahut da Kur’an bahçesinde dikilmiş farklı güllere ve meyve ağaçlarına benzeten Bedîüzzaman, bu kardeşlik halinin muhafazası için hayatı boyunca gayret göstermiştir. 80 yıllık bir uzun ömür boyunca asla taviz vermediği bu düsturlardan bazılarını size de hatırlatmak istiyo-rum:
İkisi de müslüman ve ikisi de hak yolda olan ve hatta veliyullah olduğu bilinen iki ehl-i imanın nasıl birbirine düştüklerini izah için, şu hakikatı hatırlatmıştır:

Ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakiki halini bilmedikleri için, haksız olarak mübâreze etmesini, cennetle müjde¬lenen aşere-i mübeşşere denilen sahabenin arasındaki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i haki-kat, birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler... Bu sırra binâen "... öfkelerin yu-tanlar ve insanlardan sâdır olan kusurları af edenler..." mealindeki âyette mev¬cut olan uluvv-i cenâb düsturuna ittibâ etmek; avâm-ı müminînin şeyhlerine karşı olan hüsn-i zanlarını kır-mamakla imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek; ehl-i imanı haksız itirazlara karşı haklı, fa-kat zararlı mukabele ve hiddetlerinden kurtarmak ve din düşmanlarının iki hak grubun ara-sındaki husumetten istifade ederek, birinin silahıyla, itirazıyla ötekini cerhetmek ve ötekinin delille¬riyle berikini çürütüp, ikisini de yere vurmak ve çürüt¬mekten şiddetle kaçınmak ica-betmektedir... Kısaca bu asırda ehl-i iman olan herkes kendini ma’zur biliyor ve ondan nizâ’ çıkıyor. Müslümanların nizâ’ından ehl-i hak zarar ediyor ve ehl-i dalalet istifade ediyor.

Uhuvvet düturları adı altında şunları tesbit ediyor:

Sen mesleğini ve fikirlerini hak bildiğin vakit, "Mesleğim haktır veya daha güzeldir", de-meye hakkın var. Fakat "Yalnız hak ve güzel olan, benim mesleğimdir", demeye hakkın yoktur.
Her söylediğin hak olsun. Fakat, her hakkı söyle¬meye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat, her doğruyu demek doğru değildir. .

Bu arada Hadiste ifade edilen ümmetin ihtilafı meselesini şöyle açıklamaktadır:

Hadîsteki ihtilaf ise, müsbet ihtilaftır. Yani: Herbiri kendi mesleğinin tamir ve revacına sa'yeder. Başkasının tahrib ve ibtaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfî ihti-laf ise ki: Garazkârane, adavetkârane birbirinin tahribine çalışmaktır; hadîsin nazarında mer-duddur. Çünki birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.

Ehl-i dalalet, Kur'an-ı Hakîm'den alıp neşrettiğimiz hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeye karşı müdafaa ve mukabele elinden gelmediği için, münafıkane ve desisekârane iğfal ve hile dâmını (tuzağını) istimal ediyor. Dostlarımı hubb-u câh, tama' ve havf ile aldatmak ve beni bazı isna-dat ile çürütmek istiyorlar. Biz, kudsî hizmetimizde daima müsbet hareket ediyoruz. Fakat maatteessüf herbir emr-i hayırda bulunan manileri def'etmek vazifesi, bizi bazan menfî hare-kete sevkediyor.

Bir şey'in vücudu, bütün eczasının vücuduna vâbestedir. Ademi ise, bir cüz'ünün ade-miyle olduğundan; zaîf adam, iktidarını göstermek için tahrib tarafdarı oluyor, müsbet yerine menfîce hareket ediyor.

Bu menfi harekete sevkedince ne yapılması gerektiğini ise başka bir eserinde şöyle açıklamaktadır:

“Şimdiye kadar gizli münafıklar, Risale-i Nur'a kanunla, adliye ile ve asayiş ve idare noktasından hükûmetin bazı erkânını iğfal edip tecavüz ediyorlardı. Biz müsbet hareket ettiğimiz için, mecburiyet olduğu zaman teda-füî vaziyetinde idik. Şimdi plânları akîm kaldı.” Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sh. 215.

ÜSTAD GELENLERLE NE KONUŞURDU?

Hemen umumiyetle, Risale-i Nur hizmetinin yegâne maksadı olan imanın kuvvetlenmesi-nin vatan ve milleti tehdid eden dinsizlik ve komünistlik tehlikesine mani' olduğunu; şimdi en elzem vazifenin, ferdlere ve cem'iyete düşen hizmetin imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek bulunduğunu; zamanın en büyük davasının Kur'ana sarılmak olduğunu, Risale-i Nur bütün kuvvetiyle bu mes'eleye hasr-ı nazar ettiğinden, vatan ve millet düşmanları, gizli dinsizler, bahanelerle hücuma geçip aleyhte tahriklerde bulunduklarını; "Fakat biz müsbet hareket et-meye mecburuz. Elimizde Nur var, siyaset topuzu yok. Yüz elimiz de olsa, ancak Nur'a kâfi ge-lir." diyerek Nur'un din düşmanlarını mağlub edeceğinden, müsbet hareket etmenin atom bombası gibi tesiri bulunduğundan, Risale-i Nur'un siyasetle hiçbir alâkası bulunmadığını, mesleğimizin en büyük esasının ihlas olduğunu, rıza-i İlahîden başka hiçbir maksad ittihaz edilemeyeceğini, Nur'un kuvvetinin işte bu olduğunu; ihlasla, müsbet hareket etmekle inayet ve rahmet-i İlahiyenin Risale-i Nur'u himaye edeceğini.. ilâ âhir.. beyan ederdi.

Üstadımız sık sık der ki: Mesleğimiz müsbettir, menfî hareketten Kur'an bizi men'ediyor.
Ey seyyid-i senedimiz! Ey ruhumuzun ruhu, kalbimizin kalbi, canımızın canı, cananımız, sertâcımız, sevgili Üstadımız Efendimiz! Madem bize menfî harekete izin vermiyorsun. Öyle ise biz de rahmet-i İlahiyeden niyaz ederek ahdediyoruz ki; din düşmanlığı ile Üstadımıza zulmeden o gaddar, insafsız zalimlerden intikamımızı şöylece alacağız: Risale-i Nur'u ölünce-ye kadar mütemadiyen okuyacağız ve neşrinde sebat ve sadakatla hizmet edeceğiz. Onu altun mürekkeblerle yazacağız inşâallah...
Halbuki mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mübareze, belki başkaları düşünme-ye de mesleğimiz müsaade etmiyor. Hem müşterileri de aramağa mecbur değiliz, müşteriler yalvarmalı.

Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan -bazan men'olduğum gibi- men' edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeş-lerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müs-bet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünki dâhilde hareket menfîce olmaz. Ma-dem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur'a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ehven-üş şerr olarak bakınız. Daha a'zam-üş şerden kurtulmak için; onlara zararınız dokunmasın, onlara fa-ideniz dokunsun.

MADDİ DEĞİL MANEVİ HİZMETLER LAZIM

Hem dâhildeki cihad-ı manevî; manevî tahribata karşı çalışmaktır ki; maddî değil, manevî hizmetler lâzımdır. Onun için ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmaya hiçbir hakları yok.
Meselâ: Bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hattâ otuz senede hapisler de tazyikler de olduğu halde, hakkımı helâl ettim. Ve azablarına mukabil, o bîçarelerin yüzde doksanbeşini tezyif ve itirazlara, zulümlere maruz kalmaktan kurtulmaya vesile oldum ki, وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى âyeti hükmünce kabahat ancak yüzde beşe verildi. O aleyhimizdeki partinin şimdi hiçbir cihetle aleyhimizde şekvaya hakları yoktur.

Günün Önemli Haberleri