Nihal Bengisu Karaca: Kardeşlik yara alınca

Abone ol

Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, Star ve Akşam gazetelerinde yaşanan depremi yazdı.

Habertürk gazetesisi yazarı Nihal Bengisu Karaca, Akşam ve Star gazetelerinde Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert ve Mehmet Ocaktan'ın görevlerine son verilmesine tepki gösterdi.

Yazar "Dünün en sağlam kaidesi “uhuvvet” bir kere yara alınca, geride onur kırıcı bir hiyerarşi kalıyor." diye yazdı.

Hükümete yakın medyada yaşanan depremin yankıları sürüyor. İktidara yakın isimlerden Nihal Bengisu Karaca, muhafakazar kesimde yaşadığı hayal kırıklığını "Bir ‘uhuvvet’ vardı, başına kötü şeyler geldi" başlığıyla kaleme aldı. İşte sosyal medyada paylaşılan o yazı:

KARDEŞLİK HARCI

"BİR zamanlar bir İslam ve sol tartışması vardı. Biz, “İslamcı, mütedeyyin kesim silme zengin de olsa, içinden bir burjuva da çıkarsa bir şey değişmez, bu kitlenin bu tabanın bir meselesi var, bir davası var, ‘mümin kardeşini sevmedikçe’ cennete giremeyeceğine dair bir inancı var ve o en bağlayıcı harçtır” diyorduk.

Zenginimiz de oldu, yeni burjuva türevlerimiz de; dana carpaccio’dan aşağısını yemez, “pellegrino” diye şerh düşmeden su içmez oldular. Ama zenginliğe ve refaha kavuşan yeni sınıf mütedeyyin kesimde bir “alt sınıf” bilinci ve tepkisi yaratmadı. Çünkü iktidar refahı, zenginliği, adaleti sağlamakla sorumlu olan “güç” kavramıyla bağıntıladı. Parası olanın gücü yoktu, gücü olmayanın da sözü geçmiyordu, oysa bu siyasi hareketin bir iddiası vardı, sözünün ufku da geniş olmalıydı.

Dindar burjuva aslen sermaye düşmanlığı da içermeyen bir dinin müntesipleri arasında, “sivil Türkiye”, “prangalarından kurtulan Türkiye”, “büyük Türkiye”, “yeni Türkiye”, “Filistin’den sorumlu Türkiye”, “Dünya 5’ten büyüktür” diye haksızlıklara isyan eden bir Türkiye fikrine eklemlendi. Yeni sermayenin sahipleri “Ben kârıma bakarım, gerisine karışmam” türü bir tuzu kurulukla değil, Erdoğan’ın idrak ettirdiği bir davayı yüklenip taşımaya aday halleriyle, hayır hasenat yolundaki yardımlarıyla “alt sınıf” tepkisini önlediler. Yeni sermaye kitlelerle aynı yer sofrasına oturmuyordu ama aynı varoluşsal meselelerde, aynı ümmet bilincinde, aynı bölgesel duyarlılıklarda birleşebiliyordu.

12 YILIN ORTAK KAZANIMLARI BİR ARDA 'HIRSIZLIK' OLDU

17/25 Aralık vesayet girişiminin karalama çalışmaları bile bu algıyı değiştiremedi. Ama bir şey yaptı. Dünün mümin kardeşlerinin bir gecede birbirine söven insanlara dönüşmesine neden oldu. 12 yılın ortak kazanımları bir anda “hırsızlık” oldu. Tabular yıkıldı, kutsallar, maslahatlar ezildi. Fırsatçılar türedi. Her haksızlığa bir “paralel” yaftası bulunabiliyor artık, her açgözlülüğe bir kılıf uydurulabiliyor, her nifak girişimine görünmezlik pelerini...

UHUVVET BİR KERE YARA ALINCA

Dünün en sağlam kaidesi “uhuvvet” bir kere yara alınca, geride onur kırıcı bir hiyerarşi kalıyor. Sessiz devrimin taşıyıcı kolonlarını oluşturan, her tür vesayet girişiminde ve kriz döneminde halkın iradesinin yanında durmuş olan üç isim, Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert ve Mehmet Ocaktan, aynı anda görevden alınarak timsahların önüne atıldılar. Kendilerine istifa etme şansı tanınmadı, internet sitelerine “Kovuldular” şeklinde düşmelerine neden olacak bir üslup ve tarzla, adeta silkelendiler.

YENİ BİR MEDYA DİZAYNI MI GELİYOR?

Sosyal medyaya bu isimlerin mali durumlarının sorgulanmasına, kim ne kadar yemiş ithamlarına, alaya almalara varan çamurlar yağdı, hiçbiri öngörülemez değildi.

O halde sormak lazım. Bu bir gövde gösterisi miydi? Eğer öyleyse kimin gösterisi, ne adına ve kime? Olanlar siyasi iradenin de haberdar olduğu bir sürece mi dayanıyor, sadece patronun tasarrufu mu? Her durumda dava arkadaşlığının sorumluluğu nasıl oluyor da “Diyet borcumuz yok” havasına tahvil oluveriyor? Yeni bir medya dizaynı mı geliyor? Medya dizaynı bir tür yeni muhafazakâr sporu/eğlencesi mi? Reza Zarrab gibi “muamma” dolu kişilikler Meclis komisyonuyla dalga geçip usulen bile olsa ifade vermez iken neden bu üç isim maaşlarıyla beraber olanca paralı pullu ithamların göbeğine, “yiyin birbirinizi” çetesinin önüne itildi?

KİMSE KİMSEYLE ÇALIŞMAK ZORUNDA DEĞİL AMA

Kimse kimseyle çalışmak zorunda değil, ama bu üslup ve yol adil mi? Her bakımdan nadan görünen bu gibi tutumlar aynı memleket telakkisi üzerinde uzlaşanları aynı belalarla mücadele edenleri ayrıştırmaz, azaltmaz mı? Kitleler üzerinde nasıl bir tesir bırakacağı üzerine düşünüp taşınan yok mu? Bütün bunlar yaşanırken olaylara el çırpıp zil takarak mukabele eden kendi “mahalle”mizin bir hayli savrulmuş sosyolojisi bize ne söylüyor?

Doğrusu bu soruların hiçbirinin bende cevabı yok.

Sadece cevap aramıyorum, üzüntüme bir çare bulamıyorum.

Çünkü durup durup “medeniyet tasavvuru” diyoruz ama çok sevdiğimiz hoyratlığımız sayesinde ne etik üretebiliyoruz ne de estetik. “Kardeşlik” ten geriye kalanlar da günbegün azalıyor.

Günün Önemli Haberleri