Niçin bu kadar çok 'vatan haini' var?

Ama bu milli problem şu ara en çok Erdoğan ve çevresinde temayüz ediyor. Çünkü iktidarda olan ve bu iktidarı sınırsızca kullanmak isteyenler onlar.

Mustafa Akyol mustafa1@internethaber.com

Tam da üstteki başlığı taşıyan bir yazıyı bundan dört buçuk sene kadar evvel o zaman köşe yazarı olduğum Star gazetesi için kaleme almıştım. (Star’ın arşivindeki teknik sorundan ötürü, Derin Düşünce’den okuyabilirsiniz yazıyı.)

O zaman “niçin bu kadar çok ‘vatan haini’ var” diye sorarken bana ilham kaynağı olan kişi ise, Hürriyet gazetesinin popüler Kemalist yazarı Yılmaz Özdil idi. Şöyle demişti çünkü Özdil köşesinde:

Türkiye’de her şeyin karaborsası olur. Hainin olmaz… Çünkü, haini en bol ülke Türkiye’dir.”

Ben ise “bu kadar çok vatan haini olmasının bir sebebi olmalı” diye düşünmüş, meseleyi biraz eşelemiş, sonra da şu sonuca varmıştım: Ortada “vatan haini” filan yoktu aslında. Sorun, Türkiye’nin resmi ideolojisinin, bu ideolojiye muhalif olan herkesi peşinen “hain” ilan etmesiydi. Şöyle yazmıştım:

Sorunun kökeninde, otoriter Cumhuriyet’in bazı toplumsal kesimleri ‘var olmaması gereken yapılar’ olarak kabul etmesi yatıyor. Bu dayatmaya boyun eğmeyenler de ‘vatan haini’ ve ‘iç düşman’ damgası yiyor. Çözüm, önce toplumda var olan her kesimin meşruiyetini kabul etmek, ondan sonra da hepsinin hak ve özgürlüklerini garantileyecek bir demokrasi inşa etmektir.”

O zamanlar, yani 2010 senesinde, söz konusu “vatan haini” edebiyatının ana kaynağı Kemalist kesimdi. Buna karşı çıkan, yerine çoğulcu bir demokrasi vaad eden en önemli siyasi güç de AK Parti’ydi. Ben de beğenerek, severek destekliyordum AK Parti’yi.

Ama o zamandan bu yana çok değişti. 

Bugünün Türkiyesi’ne baktığımda yine çok hararetli bir “vatan haini” edebiyatı görüyorum. Ama bu sefer AK Parti’nin düşmanlarından değil, bizzat AK Parti’den (daha doğrusu Başbakan Erdoğan ve çevresinden) kaynaklanıyor bu söylem. Demeçlerinde, yazılarında, programlarında, bize, özetle, şöyle bir şey söyleyip duruyorlar:

Yeni Türkiye, Erdoğan liderliğinde şahlanmış durumda. Bunun önünü kesmek isteyen dış güçler, içerdeki maşalarını devreye soktular. Geziciler, Faiz lobisi, Baronlar, Paralelciler ve Batıcı liberaller, bu plana hizmet ediyor. Tek istedikleri, Türkiye güçlenemesin, başını kaldıramasın.” 

Oysa, Erdoğan ve çevresi tarafından “hain” diyerek öcüleştirilen bu kesimlere kulak verirseniz, hepsinin kendilerince makul itirazları, dertleri, tepkileri olduğunu görüyorsunuz. Ama “yok, yok, onların ne dediğine bakmayın, arkalarındaki gizli güçlerin kirli hesaplarına bakın” diye bizi uyarıyor yeni “vatan haini” avcıları. O gizli güçlere ve kirli hesaplara dair de sürekli dehşetengiz komplo teorileri üretiyorlar.

Kemalizm ile yeni yeni gelişmekte olan Erdoğanizm arasındaki bu şaşırtıcı söylem benzerliği, aslında o kadar da şaşırtıcı değil. Çünkü, birisi pozitivist diğeri İslami referanslar taşısa da (ve birisi “azınlığa” diğeri “çoğunluğa” yaslansa da), bazı ortak noktaları var:

1) Her iki ideoloji de tarihsel bir “kurtarıcı” rolü oynayan, şaşmaz, yanılmaz, sarsılmaz bir lidere sahip.

2) Her iki ideoloji de bir “büyük anlatı”ya sahip. Yani, sadece bugünü değil, yüzyılları etkileyecek kutlu bir dönüşümün kilit noktasında durduklarını iddia ediyorlar. 

3) Her iki ideolojinin müntesipleri de, millet için tek kurtuluş yolu olarak gördükleri siyasi projelerine karşı çıkanların iyi niyetli olabileceğine inanamıyor. Arkalarında mutlaka şeytani bir plan arıyor.
Bu üçüncü maddede anlattığım eğilimin tipik bir örneği, Gezi Parkı protestocularının 3. Havalimanı’na ve 3. Köprü’ye itirazının hemen “Türkiye’nin önünü kesme” komplosuna bağlanmasıdır. Oysa, biraz dinlerseniz, bu itirazı dile getirenlerin kendilerince makul çevreci ve solcu gerekçeleri olduğunu görebilirsiniz. (Hiç solcu olmayan, dolayısıyla “kalkınma”yı destekleyen,  3. Havalimanı’nı ve 3. Köprü’yü de prensipte onaylayan biri olarak söylüyorum bunu.)

Aslında burada karşımıza çıkan sorunun bir “siyasi kültür” sorunu teslim etmek lazım. Bir başka deyişle, siyasi kültürümüz, bize taban tabana zıt düşünen insanların da vatansever olabileceğini kabul etmeye, bunun ima ettiği çoğulculuğu içselleştirmeye pek müsait değil. Kemalistler ve AK Parti ile sınırlı olmayan, “milli” bir problem bu.

Ama bu milli problem şu ara en çok Erdoğan ve çevresinde temayüz ediyor. Çünkü iktidarda olan ve bu iktidarı sınırsızca kullanmak isteyenler onlar. Bu otoriterliğin beslediği reaksiyonlar karşında da, “biz nerede yanlış yapıyoruz” diye sormak yerine, aynı Kemalistler gibi, “vatana ihanet” suçlamasına başvuruyorlar. Hatta, aynı Kemalistler gibi, bazı toplumsal kesimleri “var olmaması gereken yapılar” sayma emareleri dahi gösteriyorlar. 

Ben ise, dün dediysem, bugün de onu diyorum: 

Türkiye’yi huzura kavuşturacak olan, “vatan haini” avcılığı değildir. Önce toplumda var olan her kesimin meşruiyetini kabul etmek, ondan sonra da hepsinin hak ve özgürlüklerini garantileyecek bir demokrasi inşa etmektir.

Yoksa daha çoook “vatan haini” avlarız.

Yorumlarınızı dan da yapabilirsiniz.