Günümüz Müslümanlarının özellikle de gençliğimizin farkında dahi
olmadığı sorunumuz Allah'ı biliyor ama tanımıyor oluşumuzdur.
Allah'ın varlığını biliyoruz ama güvenmiyoruz,
inanmıyoruz!
Ve üstelik her bir şeyi isteme cüreti gösterebiliyoruz
fütursuzca!
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler
(tanısınlar) diye yarattım.” Zariyat/56
Bu ayette ciltler dolusu açıklamaya gerek olmayacak kadar açık
ve net bir hitap yok mudur sizce?
Kulluğumuzu yerine getiremiyoruz çünkü O'nu tanımıyoruz.
Varlığını biliyor oluşumuz istememize yeterli
zannediyoruz. İnanmadan, tanımadan hangi
hakla istenir ki?
Allah'ın istediği kulluk, her anımızı ''O'na göre''ye
ayarlamakla olur. İbadet, tanımak ve iman
etmekle olur.
Dolayısı ile ibadetimiz yani kulluğumuz eksik. Dahası
inanmıyoruz da!
Neden istiyoruz ki?
En temel görevimiz Allah'ı tanımak, inanmak, güvenmek ve
kulluğumuzu yerine getirmek.
Bilmediğimiz bir zaman ve mekâna yolculuk edelim ve misafir
olalım.
Yabancısı olduğumuz bir zaman ve mekânda yaşamak zorunda
olduğumuzu tahayyül edelim.
Tanımadığımız insanların arasında yabancı olduğumuz gibi onlar
da bize yabancıdır.
İstidatlarla yüklü ve etkin olmamız, bilmediğimiz bu mekânda
yabancılığımızdan dolayı paha etmeyecektir.
O yerin ve zamanın şartlarını, gereklerini, ihtiyaçlarını,
kurallarını bilmediğimizden donanımlarımızın faydasını
göremeyeceğiz.
Mekânın ve zamanın ülkesinin sahibinin hâkimi oluğu bu
boyuttaki istek ve arzularını bilmek birincil görevimiz
olmalı.
Bu ülkenin sahibini tanımak ve beraberinde kendimizi ona
gösterme fırsatlarını oluşturmak durumundayız.
Bu yabancı mekânda önceliğimiz tanıma ve tanıtma yöntemlerini
araştırmak olacaktır.
Diyelim ki; tanımadığımız ve tanınmadığımız bir kişiden iş, aş
ve sair şeyler istedik.
Tepki ne olur? Vermeyeceği gibi bizden uzaklaşır.
Önce tanışmalıyız; kendimizi anlatmalı karşımızdakinin de
kendisini anlattıklarına tanışık olmalıyız.
Anlatmak yeterli değil, ispat ile ikna etmeliyiz
tanıdığımızı.
Samimî olduğumuzu kanıtlayabildi isek ve inandıysak, O bize
misliyle yaklaşmaya başlayacaktır.
Muhatabımızı iyi tanıdığımızı da ispat etmemiz gerekir.
Zira O bizi bizden daha iyi tanıyor, çünkü zamanın ve mekânın
sahibi O.
Tanımakta yeterli değil, güvenmeliyiz, inanmalıyız
da…
Tanıdık, güvendik ve inandık.
Neden bu dünya için istiyoruz? Çünkü tanıyoruz,
hissediyoruz.
Oysa Allah bu dünyanın asıl dünyaya bir geçiş köprüsü ya da
durağı olduğunu söylemiyor mu?
Allah'ı tanıyalım, inanalım bakın o zaman ahireti de
hissedeceğiz ve inanacağız.
Allah'ın sözlerini anlamıyoruz!
Bu sözleri bizi kendisine muhatap kılarak söyleyeni tanımıyoruz,
dahası inanmıyoruz ki! ahirete de inanalım.
Tanımadığımız, güvenmediğimiz, inanmadığımız birisinden
sırf varlığını biliyoruz diye isteme olmaz. O'da vermez
zaten.
Tanıtırsak, güvendirirsek, inandırırsak karşılıksız vermekte
tereddüt dahi etmeyecek.
O'na olan inancımızın en büyük ispatı ise O'na tabi olmak ve
itaat etmekle olacaktır.
Zamanı ve mekânı yaratan Allah'ın geçici misafirleriyiz
sadece. O'nu tanımadan bilmek yeterli
olmayacaktır.
İstemekten önce, O'nu tanıyıp iman etmiş olmamız kulluğumuzu
kolaylaştıracaktır.
Böylelikle utanmadan istediğimiz gibi
sıkılmadan isyana girmemiz ve gazabına muhatap kalmamızda
olmayacaktır.
O'na itaat olmadan, ibadet etmeden, iman etmeden kulluğun mümkün
olduğu kanaati en temel yanlışlarımızdandır.
“Allah'ın kadrini gereği gibi
bilemediler.” Zümer/67
“( Ey Muhammed!) Kullarıma benim çok
bağışlayan çok merhamet eden olduğumu, azabımın da elem dolu azap
olduğunu bildir.” Hicr/49-50
Ve benzeri bir sürü ayetle bize kendisini tanıtmaya dair
ipuçları da vermedi mi?
Neden ahirete göç etmeyi kabul ederiz de ahirete
inanmayız?
Allah'ı tanımayan ve O'na inanmayan, güvenmeyen ahirete de
elbette inanmayacaktır.
Bütün bu yazdıklarım biz Müslümanlar içindir. Yanlış
anlaşılmasın inkârcılar için değil!