Neden askerden korkuluyor?
Abone olSiyasiler yönetim yetkisi almalarına rağmen geçmişlerindeki asteğmen psikolojisinden kurtulamıyorlar.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, 1969’da Kuleli Askeri Lisesi’ni,
1975’te Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1993’te albaylığa,
1996’da profesörlüğe yükseldi. Kendi isteğiyle emekli oldu. Halen
Memory Centers of America adlı nöropsikiyatri merkezlerinin Türkiye
yöneticiliğini yapmakta. Pek çok uluslararası dernek ve derginin
üyesi ve yöneticisi. 29’u uluslararası olmak üzere 100’ün üzerinde
yayını var. En son Psikolojik Savaş adlı kitabı yayınlandı. Tarhan,
Türkiye’deki asker–sivil ilişkilerinin psikolojik doğasını anlamak
isteyenler için ilginç bir pencere açıyor. İnsana, “Aaa hiç bu
açıdan düşünmemiştim” dedirtiyor. Son zamanlarda asker–sivil
ilişkileri yine gerginleşti. Psikolojik Savaş’ın kitabını yazan
askeri bir hekim olmanız dolayısıyla, olaylara farklı bir bakış
açısı getirebileceğinizi düşündüm. Sizin pencerenizden neler
görünüyor? Türkiye’de asker–sivil ilişkilerinde hep sorun yaşandı.
Konuya askerler açısından bakarsak askerlerde görev sorumluluğu çok
fazla. Cumhuriyet’in kurucuları ve Cumhuriyet’in kurulduğundan beri
hiç kesintiye uğramamış tek kurum ordumuz. Sorumluluğu fazla
hissettikleri için püriten özellikler ön plana çıkıyor. Her şeye
müdahale etmek, başkalarının ruhlarını kontrol etmek püriten
kişiliğin özelliğidir. Başkalarının kimi sevip sevmediklerine bile
karışma ihtiyacı hissederler. Püriten kişi için kimsenin özeli
yoktur. Bir dakikasının bile hesabını sorarlar. En büyük hataları;
vatanseverlik, şeref ve sadakatin kendi tekellerinde olduğunu
düşünmeleridir. Ya siviller! Onların da yönetim yetkisi almalarına
rağmen asteğmen psikolojisinden çıkamadıklarını görüyoruz. Neden
başbakanlar kendilerini Genelkurmay başkanları karşısında asteğmen
gibi görüyorlar? Geçmişte bir başbakan “Ordumuzun hizmetindeyiz”
demişti. Siyasi özgüven eksikliği var. Kendisine güvenen, milletin
verdiği güç ve yetkinin farkında olan siyasi otorite gücünü
paylaşmaz. Sınırları iyi çizer. Karşı taraf yanlış yapıyorsa
yetkilerini kullanır, kenara çekilir, bekler. Yapılan işin
sonuçlarının görülmesi için süre verir. Normal hiyerarşide seçimle
gelmiş sivil otorite üsttedir. Askeri ve resmi otorite ikinci
seviyededir. Sivil otoriteyi siz ikinci seviyenin altında
tutarsanız bir boşluk oluşur. Birileri gelip doldurur. Sivil
otorite doğru duruş göstermeli; ama tezlerinde hep haklı olmalı,
savunurken de hazırlıklı olmalıdır. Doğaçlama davranırsa onu
perişan edenler çıkar. Askerler de haklı olarak biraz daha ciddiyet
istiyorlar sivillerden.… Evet, MGK’ya fazla hazırlık yapmadan
gelmeleri, askerler tarafından sorumluluk azlığı olarak
algılanıyor. Meclis’in sık sık kapanması siyasi olgunlaşmayı
engelledi. Siviller darbe korkusunu yenemedikçe siyasi özgüven
oluşmayacak, makamın gerektirdiği güç ve otoriteyi gerektiği
biçimde kullanmayacaklar. Askerimizde şu anda bir darbe niyeti yok
ki... Zaten dünya konjonktürü de müsait değil. Fakat bazı odaklar
darbe korkusuyla huzursuzluk çıkarıyor. Türkiye’yi yönetenler de
sürekli, Harbiye Marşı’yla uyanacağız kaygısı taşıyorlar.
Psikolojik savaş, darbe korkusuyla sonuç alır. Asker kargaşa
çıkmasın, laik düzen bozulmasın istiyor. Bu, askeri mutlu etmek
için yeter. Şu andaki Meclis’i zan altında tutan bir durum var. AK
Parti yönetimi dindar kimlikle demokrasiyi birleştirdikleri
vurgusunu yapar, ‘bizim önceliğimiz’ demokrasi derse psikolojik
savaşta onlara karşı vehim vermek isteyenlerin korkularını gidermiş
olur. DARBE DÜŞÜNCELİ SUBAY AZ İki kesim arasındaki iletişim
sağlıklı olsa daha kolay çözülürdü bu korkular. Doğru. Bir yerde
diyalog kurmak zorunluluğu varsa ve iletişim kurulamıyorsa,
kullanılan dili sorgulamak gerek. Bunun için taraflar, kapalı
kapılar arkasında günlerce konuşmalı. Bu konuşmalarda açık, dürüst
ve net olmalılar. Şaka bile olsa yalan söylenmemeli, ikili
davranılmamalıdır. Genelkurmay Başkanı’nın basın önünde hükümeti
eleştirmesi soğukkanlı bir davranış değil. Türkiye’nin güvenlik
politikasını belirleyenlerden askerler, kendi sınırlarını iyi
bilmelidir. Siviller de milletin verdiği güç, otorite ve yetkilerin
farkında olmalıdır. MGK, sivillerin azarlandığı bir yer
olmamalıdır. Harp okullarında müfredat incelenirse demokrasi
vurgusu hemen hemen hiç yapılmıyor. Buna rağmen darbe düşünceli
subay az var ordumuzda. Bu da büyük bir olgunluk. Ordumuzun
bilinçli, iyi eğitimli, Batı’yı tanıyan insanlardan oluşmasının
büyük bir rolü var bunda. Bir Saadet Partisi milletvekili adayı
şöyle bir şey söylemişti seçimden sonra: “Biz A takımımızı çektik,
B takımımızı sürdük.” Tedirgin olunmayacak gibi değil yani... İyi
de böyle mi bakalım? A takımında lider şeyh gibi, ondan feyz
alınacak biri gibi görülüyor. “Liderin gönlünden çıktığım zaman,
maddi–manevi hayatım tehlikeye girer “ diye düşünülüyor. Lidere
körü körüne itaat etme, ataerkil otorite kültürünün uzantısı. Eğer
şu an B takımı dedikleri, iktidardaki kişiler de aynı şekilde
düşünüyorlarsa, o zaman aralarında fark yoktur. Demokratik
ölçütlere bakılır bu durumda. Parti içi muhalefet var mı? Farklı
seslere, eleştiriye açıklar mı? Milli Türk Talebe Birliği’ndeki
Abdülhamit hayranlığı değişmiş mi o grupta? Eğer Abdülhamit
hayranlığı devam ediyorsa, o zaman demokratik kültür
içselleştirilmemiş demektir. Abdülhamit büyük bir siyaset adamıydı.
Fakat Doğu despotizminin yöntemlerini kullandı. B takımı
Abdülhamit’i artık eleştirebiliyorsa, A takımıyla arasında fark var
diyebiliriz. MEDYADA NARSİSİZM ÖN PLANDA Medyanın psikolojisini
nasıl değerlendiriyorsunuz? Medyanın psikolojisinde narsisistik
özellikler çok ön plana çıkıyor. Kendilerini özel ve önemli görme,
ben merkezcilik, güç, başarı, şöhret, para, güzellik, aşkın
abartılı kullanımı ve eleştiriden rahatsız olmak gibi özellikler
taşıyorlar. Sıradan insan olma korkuları var. Haber mağdurlarına
empati yapamama, mesleki çıkarın toplum çıkarlarının önünde
tutulması gibi hastalıkları var. Çıkarları olan yerde yapay bir
tevazu gösteriyorlar. Son kokteylde esas duruşta duran gazeteciler
ilginç bir görüntü oluşturdu. Genelkurmay Başkanı kendilerine,
“Sivil generaller” diye hitap etti. Bu, onları onurlandırmak değil,
emir almaya gelmiş insanlar olarak görmektir. Davet edilmeyen basın
mensuplarının “cezalandırıldığını” söyledi bir orgeneral. Sanki
kendisi aslan terbiyecisi, karşı taraf eğitim ve vesayete açık bir
topluluk. Aslında demokratik toplumlarda güvenlik güçleri bekçidir,
aslan terbiyecisi değildir. Devlet değil, millet patrondur. Basın
mensupları da kamuoyunu temsil eden, kamuoyu adına güvenlik
güçlerini sorgulayan kişilerdir. Medya da mesleğini şahsi yararına
değil, toplum yararına nasıl kullanacağı kaygısı ile hareket
etmeliydi. Hükümetin psikolojisi ne? Bunu analiz etmek için henüz
erken. Bazı ölçütler önemli. Grup performansı nasıl? Ego doyumları
olarak şahsi çıkarlarını mı, yoksa yüksek ideallerini mi
düşünüyorlar? Devletin hazinesinin anahtarı kendilerine verildi.
Hakça bir para yönetimi sağlayacaklar mı? Güç odakları ile
kaybedeni olmayan bir ilişki gerçekleştirebilecekler mi? Liderlerin
iyi psikoloji bilip bilmedikleri şüpheli. Bunları zaman gösterecek.
Hükümet asker–sivil ilişkilerinde dik duracak; ama diklenmeyecek.
Kapalı kapılar arkasında konuşulmayan şey bırakmayacak. Sevgi–saygı
ve güveni artırmak için popüler mesaj verme kaygısına girmeden çaba
gösterecek. Açık, dürüst, net, kararlı, tutarlı yaklaşım, iyi
niyetli askeri bürokratlarca anlaşılacaktır. İrticanın
cesaretlendirilmesi iddiasının psikolojisi nedir? Bazı geçmiş
yanlışların getirdiği bir korku bu. Korku, kişilerin muhakemelerini
bozar. Psikolojik savaşta propaganda ile kolayca
yönlendirilebilirler. İrticanın cesaretlendiğine samimi olarak
inananlarla açık ve dürüstçe konuşuldukça, olaylar yaşandıkça
korkular kaybolacaktır. Kesinlikle zıtlaşmamak, bir babanın yanlış
yapan oğlunun omzuna elini atıp onu kabullendiğini hissettirip; ama
“Bu yaptığın şu nedenlerle doğru değildir.” demesi gibi hareket
edilmelidir. Yani sevgi, dostluk tutumları sabırla sürdürülmeli,
ama ilkelerden vazgeçilmemelidir. Kabul edelim, hükümetin de hatası
oldu; ama... Bence hükümetin hatası, Anayasa’nın 125’inci maddesi
ile ilgili tartışmalarda sadece YAŞ’zedelere sahip çıkmasıdır. Her
şûra öncesi terfi bekleyen kurmay subay veya general, bir
orgenerale ulaşmaya çalışmaktadır. TSK’da yükselmeler konuşulurken
şûra toplantısına, sırada bekleyen binlerce kurmay albay ve
generalin slaytlarla resmi ve özgeçmişleri sunulması gerekir.
Herhangi bir orduevine giden 100 emekli kurmay albaydan 90’ı
hakkının yendiğini söyleyecektir. Bu hükümet sadece
disiplinsizlikten ihraç edilen YAŞ’zedelerin değil, terfi edemeyen
YAŞ’zedelerin de hükümetidir. Disiplin karmaşası, Danıştay paşaları
çıkmaması için objektif ölçütler yasalarla belirlenmelidir. Açık
sicil bence önemlidir. Herkes sicilini bilir, kendini
sorgulayabilir. Zamanı gelince de terfi edebileceğini anlar, güven
oluşur. SİSTEM ÇAĞDAŞ YOLLARLA KORUNMALI Başörtüsünün sembol
olduğunun söylenmesi nasıl bir psikoloji? Bir insan düşününüz.
Yangından çok korkuyor. Yangınla ilgili her şeye duyarlı olur.
Yangın çıkmasın diye kibrit taşımayı yasaklamak ister. Aynı şekilde
Türkiye’de sistemin değişmesinden çok korkan insanlar bir sembol
ararlar. Yangın çıkarmanın sembolü kibrit taşımak ise rejimi
değiştirmenin sembolü başörtüsü takmak olabilir diye düşünürler.
Kibrit taşımak yasaktır der gibi başörtüsü takmak yasaktır
denilmektedir. Ben bir zamanlar askeri hastanede görevliydim.
Asansörde kaza oldu, bir kişi öldü. Başhekim asansör kullanmayı
yasak etmişti. Sadece kendisi biniyordu. Çağdaş olmayan bir kültür
anlayışı bu. Hırsızlık yapabilir diye herkese kelepçe takmayı
istemek, ataerkil otoriter kültürümüzün bir yapısı. Bilgi ve
iletişim çağında sistemi korumanın çağdaş yollarını bulmak gerekir.
Yasakçı kolaycılık, fikrine güvenmeyen insanların bir tercihidir
aynı zamanda. İyi niyetli yasakçılar zamanla yapılan yanlışlığı
fark edeceklerdir diye düşünüyorum. ODAKLAR ŞU AN BEKLEMEDE Sayın
Erdoğan ve Gül’ün davranış ve söylem farkı için ne diyorsunuz?
Sayın Gül’ün güçlü bir muhakemesi ve matematik zekası var. Sayın
Erdoğan’ın da duygusal zekası yüksek. İkisinin de zayıf tarafları,
siyasi özgüven konusunda belirsiz olmaları. Fakat ilginçtir, ikisi
farklı kişilikteler; ama yüksek ideal etrafında benzer hareket eden
bir ikili oluşturuyorlar. Senkronize çalışmaya devam ederlerse iki
taraf bir kişi gibi olur, kuvvetleri de iki kişi değil 11 kişi gibi
etkili olur. Psikolojik savaş etüdü yapanlar bu ikiliyi iktidar
hırsı ile birbirlerine düşürmeye çalışırlarsa hiç şaşmayın. 3
Kasım’dan sonra yeni bir psikolojik savaş ile karşı karşıya
olduğumuzu düşünüyor musunuz? Psikolojik savaş her zaman vardır.
Psikolojik savaşı üreten derin odaklar var. Bu odaklar asker değil,
sivil değil. “Devlet için devlete rağmen” bir odak. Bunlar, aynı
tarikat sistemi ile çalışıyorlar, manevi bağlarla birbirine
bağlılar. Şimdi bunlar oturuyorlar, bilgi topluyorlar, daha sonra
fikir geliştiriyorlar ve strateji üretiyorlar. 3 Kasım beklenmeyen
bir durumdu. Şu anda, bekle–veri topla–fikir geliştir–strateji üret
dönemindeler. Yani, belli bir süre verecekler. Aslında belli süreyi
bile beklemeden bazı ipuçları görmeye başladık. Türkiye’de
asker–sivil kavgasını körükleyenlere alışılmışın dışında zengin
olanlara, çaktırmadan AB’ye karşı olanlara dikkat etmek gerekir.
Çözüm odaklı değil sorun odaklı kişiler kavgadan medet uman
kişilerdir. Bu tezi savunanlara dikkat edelim. Yönetimdeki kişileri
çok konuşturarak hata yaptıracaklar ve o hatanın binlerce defa
üzerine giderek karşı tarafta psikolojik çöküntü ve bezginlik
oluşturmak isteyeceklerdir. Akıllı kadrolar icraatları ile
konuşurlar. Psikolojik savaşta kale örneği vardır. Kaleye top
atılır, gedik açılır, bütün topçular o gediğe ateş eder. Delik
büyür, büyür, artık arka tarafta savunma yıkılır, bezginlik oluşur,
oradan girilir. Burada gedik açılacak. Şu anda açılacak gedik
aranıyor. Yani bir yerlerden birilerinin hata yapması bekleniyor.
Bu hata yapıldıktan sonra, o hatayı, propaganda yöntemleriyle,
binlerce tekrar ede ede, söyleye söyleye hata yaptıracaklar. Bu,
Özal’a karşı yapıldı, Aydın Doğan’a karşı yapıldı. Aydın Doğan?
Tabii ona karşı da uygulandı psikolojik savaş. Aydın Doğan’ın Mesut
Yılmaz’ı rahat bir kıyafetle karşılaması var. O olayı aldı ona
muhalif bazı gazeteler, sürekli, o resmi göstere göstere onun,
sanki bir başbakanla, ahbap–çavuş ilişkisi olduğuna dair toplumda
imaj uyandırmayı hedefledi. O yüzden iktidarın çok konuşmaması
gerekiyor. İcraatlarıyla konuşması gerekiyor. Konuştukça açık
verecek. İktidar sarhoşluğuna yakalanmışsa kişiler, ego kabarması
olur, hep övgüyle beslenir. Basının, kameraların önüne geçtiği
zaman, kasılarak konuşur. Bu narsisist insanlar, psikolojik savaşta
çok kolay kullanılabilen insanlardır. Onlar devamlı övülür basın
tarafından. O övgüyü kaybetmemek için, sürekli o odaklara taviz
vermek zorunda hissederler kendilerini. Nuriye Akman / Zaman