İslam dininin müntesipleri olarak yüzyıllardır Batılılara
dinimizin en temel esaslarından birisi olan temizliği anlatmaya
çalışıyoruz. Lakin bütün gayretlerimize rağmen bir türlü başarılı
olamadığımız konuda Korona virüsü adeta bütün
dünyaya temizlik dersi veriyor.
Korona, bütün dünyada temizlik ve hijyen ürünleri
satışını öylesine artırdı ki marketlerde temizlik ürünü bulabilmek
adeta imkânsız hale geldi.
Başta ülkemiz olmak üzere bütün dünyadaki sağlık kuruluşları
Korona’dan korunmanın en önemli ilkesinin
temizlik olduğuna vurgu yapıyorlar.
Ellerin, yüzün, ağız, burun ve başın sürekli olarak
temiz tutulması noktasında uyarı üzerine uyarı
yapılıyor.
Virüsten korunmak isteyen insanlarda sağlık kuruluşlarının bu
uyarılarına harfiyen riayet ediyorlar.
Oysa ki aynı kurallar yüzyıllardır hatta bin yıldır
İslam dini tarafından bütün insanlığa tavsiye edilen
uygulamalardı.
Hatta Korona’ya karşı yapılması istenenlere bakınca
adeta abdest almaktan farkı yok.
Bir zamanlar insanların küçümseyerek baktığı İslam’ın en temel
temizlik kurallarını şimdi bütün dünya uygulamak zorunda kaldı.
Oysa İslam dinine müntesip olmayan insanlar bu temizlik
kurallarını bir virüsten değil Müslümanlardan
öğrenmeliydiler.
Bizim öğretemediğimizi bir virüsün öğretmesine sevinmek mi lazım
yoksa üzülmek mi lazım bilemedim.
Bugün İslam’ın en temel kuralı olan temizliği hayatlarına
geçirmeye çalışan Batılılar 15. yüzyıldan itibaren, geçmiş asırlara
göre daha pis ve pasaklı olmuşlar, bu hâl onlarda 19. yüzyılın
başlarına kadar devam etmiştir.
Yaklaşık 400 yıl süren Avrupa’nın bu pislik dönemi
meşhurdur.
Bu dönemde halka açık banyolar kapatıldığı gibi, evlerde
temizliğe ayrılan bölümler de başka işlerde kullanılmaya
başlanmıştır. Yıkanma bütünüyle unutulup gitmiş, yemekten önce el
yıkama âdeti bile, ortadan kalkmıştır. Yıkanma unutuldukça pislik
artmış, pislik arttıkça da kötü kokular çoğalmış; bütün bunlara
çare olarak da Avrupalı, yıkanıp temizlenmeyi düşünme yerine, güzel
kokular ve parfüm imali yoluna gitmiştir.
Pislik zamanla öylesine fecî bir hâl almıştı ki, büyük ölçüde
çocuk ölümleri oluyor; sık sık çıkan salgınlar binlerce insanı
birden imha ediyordu. Meselâ 1501 yılında Fransa’nın
Bordeux şehrinde çıkan bir kolera salgınında 17 bin kişi
ölmüştü. Ve bu rakam, şehrin nüfusunun yarıdan fazlasını teşkil
ediyordu.
17. yüzyılda Paris gibi büyük şehirlerde su, son derece
az bulunur bir nesne olmuştu. Şehrin nüfusu gittikçe artıyor, fakat
kullanılan su miktarı çoğalmıyordu. Bütün şehirde 40 çeşme, bir o
kadar da kuyu vardı. Kullanımı zarurî olan su, sokaklardaki
sakalardan sağlanır veya çeşmelerde uzayan kuyruğa girilerek temin
edilirdi.
Halk temizlik anlayışından öylesine uzaklaşmış idi ki, evler bir
yana, sarayların bile tuvaleti yoktu.
Halkın toplu olarak bulunduğu tiyatrolarda dahi, tuvalet mevcut
değildi. Herkes ihtiyacını kapı arkalarına, merdiven diplerine
giderirdi.
İçimizdeki Batılıların hayran oldukları Avrupa!
Dünya, bir gün gelecek başa çıkmakta zorlandığı salgın
hastalıklardan kurtulabilmek için İslam’ın temel uygulamalarını
hayatlarında yaşamak zorunda kalacak.
Bunu gören düşünür Bernard Shaw bu gerçeği şöyle ifade
ediyor: “Bir gün gelecek doktorlar hastalarına
iyileşmeleri için reçetelerine Müslümanların kıldığı namaz ve
tuttuğu orucu yazacak.”
Bugün de ülkemizde ekranlarda uzmanların tavsiye ettiği en
önemli ayrıntı bu oluyor; “günde en az 4-5 defa
ellerinizi, kollarınızı dirseklere kadar
yıkayın!”
Peygamber Efendimizin abdest için buyurduğu
şekilde; “Birinizin kapısının önünde bir nehir
olsa, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey
kalır mı?”
Başka söze hacet var mı?
facebook.com/msbeser
twitter.com/msbeser
instagram.com/msbeser