Habercilik dersinin ilk gününde hoca
bize "bir şey ya negatifse ya da içinde
bir ünlü varsa haberdir" demişti. Daha
sonra "haber
nedir?" kısmını detaylandırdı fakat ben
bu cümleyi hiç unutmadım. Çünkü bana göre asıl yayılması gereken
şey pozitif olandı; onun için hiç hoşlanmamıştım bu ifadeden.
Sonrasında ise hocanın ne demek istediğini çok iyi anladım. Hem
de yıllardır internet haberciliği yapan birisi olarak.
İnternet haberciliğinin gazetecilik bağlamında birçok
handikapları var ama galiba en öne çıkanı "tık
kaygısı".
Çünkü internette tık her şeydir. İnternet haberciliğinde ise
neredeyse her şey. Habercilik anlayışı ve etik
ilkeler "neredeyse" kısmındaki
boşluğu oluşturuyor.
Bir internet editörü işe ilk başladığında ona habere nasıl
tıklatılacağı öğretilir.
Haber yazımından az çok anlıyorsa odaklanacağı en önemli
şeydir "tık".
Bütün reklam gelirlerinin tıklanma oranları üzerinden yapıldığı
düşünülünce bu gayet anlaşılır bir durum.
Aynı şey sosyal medya editörleri için de geçerli. Hatta haberlerin
çoğunun artık sosyal medya hesaplarından takip edildiğini hesaba
katarsak sosyal medyacıların haberi veriş biçimi daha da önem
kazanıyor.
Peki bütün bunları neden anlatıyorum?
Medyada yaşanan son gelişmeler bağlamında; Habertürk'ün basılı
yayına son verip dijitalle devam kararı, diğer bazı gazetelerin de
benzer bir karar alacağının beklenmesi, ana akım medyanın hem
mülkiyet hem de yayın politikası anlamında gittikçe tekelleşmesi,
internet yayıncılığını ve alternatif medyayı daha kıymetli bir hale
getirdi.
Fakat internet mecrasında yapılan yayınlar
kıymetlendikçe kendi değerinden götüren "tık tuzağının" içine
düşüyor.
Sırf haber tıklansın diye başlığa aşırı adrenalin yükleyip, içeriğe
bakan okurun küfrederek kapattığı bir yayıncılık tuzağı.
Okuru tuzağa çekmeye çalışırken, okuru zamanla kendinden
uzaklaştıran bir yayıncılık tuzağı.
Üstelik bu hastalıklı durum sadece ana akım medyayı
değil muhalif medyayı da sarmış durumda.
Ümit Alan'ın "Umutsuzluk gazeteciliği diye bir şey mi
var?" başlıklı yazısı son günlerde
muhalif medyanın bu konuda içinde bulunduğu durumu özetleyen
örnekler içeriyor.
Benim de en çok dikkatimi çeken haberlerden biriydi
Cumhuriyet'in "Devlet Tiyatroları
Kapatıldı" haberi. Herkesi bir anda
afallatan bu başlıkla haberin linkine tıkladığımızda karşımıza
aslında yeni düzenlemeyle Cumhurbaşkanlığına bağlandığı haberi
çıktı.
Devlet Tiyatroları'nın Cumhurbaşkanlığına
bağlanmasını "kapatıldı" diye
vermek sadece tık avcılığıyla açıklanacak bir durum değil.
Kendi okur kitlesinin iktidara karşı öfkesini ve
tepkisini kullanmak uğruna yine kendi okur kitlesini
kandırmak...
Muhalif medyanın gerçeği çarpıtarak, manipüle ederek ya da
abartarak yansıtması ve bu tarz haberlerin muhalif kitleyi daha
da "umutsuzluğa" sevk
etmesi bir yana, her zaman "gazetecilik
ilkeleri" üzerinden ahkam kesen bir
kesimin buna tevessül etmesi ayrıca ironik.
Cumhuriyet, Sözcü,
Birgün gibi muhalif medyanın önde gelen
aktörleri ve temsilcileri oturunca iktidar yanlısı medyaya
sürekli gazetecilik dersi verir, mangalda kül
bırakmazlar.
Dönüp baktığımızda şunu gönül rahatlığıyla söylemek mümkün,
"ahkam kesmeler boşuna, yok kimsenin kimseden farkı".
Dolayısıyla ortaya çıkan manzarada ana akım, iktidar yanlısı ya
da muhalif medya farketmez; her şeyden önce okura saygı duymak
zorunda.
Negatif olanı bir kabus gibi pazarlamadığı, gerçekle haber arasında
devasa bir uçurum yaratmadığı ve
okuru "salak" yerine
koymadığı
sürece "tıklanma" kaygısı
anlaşılabilir bir şey.
Şimdi tam da internet yayıncılığının ve alternatif
medyanın daha da güçleneceği ve değer kazanacağı yeni bir sürece
girmişken, zaten can çekişmekte olan gazeteciliği bir de "tıklara"
kurban etmeyelim.
twitter.com/Htckubra
Facebook Hatice Kübra