İnsanoğlu tarihi boyunca büyük medeniyetler inşa ettiği gibi
maalesef medeniyetleri yerle yeksan eden cahiliye
dönemlerine de imza atmıştır. Peşinen söyleyeyim ki cahiliyeden
kastım okuma yazma bilmemeden kaynaklanan bir
cahillik değil tam tersi medeniyetin zirvesinde
iken yaşanan bazı arızalardan kaynaklanan bir
‘cahiliye’ dönemidir.
Bunun en çarpıcı örneği şeytanın yaşamış olduğu
cahiliyedir. Meleklere başkanlık ettiği dönemde şeytanın yaşadığı
cahillik, Allah’ın rahmetinden kovulmasıyla
sonuçlanmıştır. Allah’ın yaratmış olduğu kulu Adem’e “Ben
ateşten yaratıldım, o ise topraktan. Ben ondan üstünüm”
diyerek Allah’ın secde emrini yerine getirmeyen
şeytan, 'ırkçılık' olarak niteleyebileceğimiz
cahiliye devrinin ilk kahramanı aynı zamanda ilk
kurbanıdır.
Hz. Nuh’a inanmayarak kurmuş oldukları
medeniyetin sular altında kalmasına yol açan ve tarih sahnesinden
silinen bir başka cahiliye dönemi insanlarının da
ileri sürdükleri bahane şeytanın bahanesiyle
benzerlik gösteriyordu: “Biz ondan daha soylu ve
asiliz.”
Biz Müslümanlar tarafından çok iyi bilinen bir başka cahiliye
dönemi örneği ise Mekke müşriklerinin sergilediği
ve bir devre adını veren meşhur ‘cahiliye dönemi’
örneğidir. Allah’ın gönderdiği Peygamberine (s.a.v.)
inanmayan Mekke müşriklerinin ileri sürdükleri
bahaneler de yabancı değil: “Biz ondan daha soylu, üstün ve
asiliz.”
Edebi açıdan sanatın ve maddi açıdan zenginliğin zirvesinde olan
Mekkeli müşrikler 'ırkçılık'
olarak da nitelenebilecek bu cahiliye davranışlarının ardından yok
olmaktan kurtulamamışlardır.
İnsanoğlu her ne zaman 'ırkçılıktan'
kaynaklanan cahiliye örnekleri sergileseler büyük
yıkımlara yol açılan süreçler ve zamanlar
yaşanmıştır. Medeniyet ve teknolojinin zirvesinde iken ortaya çıkan
cahiliye davranışı sonucu yaşanan büyük
felaketlerde medeniyetler yok olurken milyonlarca insan heba
olmuştur.
Bugünlerde büyük bir esefle ve üzüntüyle müşahede etmekteyim ki
(etmeliyiz ki) bahsettiğim cahiliye dönemlerine
benzer bir dönem yaşamaktayız. Gittiğim tüm meclislerde,
izlediğim tüm programlarda, okuduğum tüm yazılarda
ırkçılığa dayalı bir cahiliyenin
emareleri görülmekte. Milliyetçiliğin çok ötesinde
‘ırkçılık’ olarak niteleyebileceğim bir söylem
insanımıza hâkim olmaya başladı. Maksadını bir hayli aşan söylemler
dört bir tarafımızı sarmaya başladı.
Siyaset yelpazesi altında etkileşimi farklı
algılayarak (ya da zaten sunulmak istenen algı) etkileşimi ile
birlikte ‘ırkçılık’ seviyesine varan milliyetçilik
damarları geçmiş ile benzeşmeye başlamış durumda!
Yayınlanan tarihi dizilerde ki gerçekle uyuşmayan
kurgular eleştiriliyor olsa da bu durumdan memnuniyet
duymaya başladım açıkçası. Kutsiyet atfedilen şahısların gerçek
tarih kurgusu dışında role bürünmüş olmaları üzülerek ifade
ediyorum ki en azından zihinlerde oluşan-oluşturulan
kutsallığı en az seviyeye indiriyor!
Evet vatan sevdası ve millet
sevdası tabii olacak ve sancaktarlığını da gururla
yapacağız-yapmalıyız da. Lakin cahiliye dönemi adetleri gibi
‘dinin önüne geçmiş’ bir milliyetçilik tarihteki
‘son’ ile bizi karşı karşıya bırakabilir!
Unutmayalım ki “Allah ihmal etmez ama imhal
eder.” Bu düstur kulağımıza küpe yapılmalı.
Çok zor süreçler yaşadığımız günümüz dönemi yetmezmiş gibi
ırkçılık düzeyinde bir cahiliye
ve deizm belası denilen bir cahiliye adeti ile
karşı karşıya. (Bunu dilim döndüğünce bir sonraki yazımda okumalar
yaparak daha tafsilatlı kaleme almaya çalışacağım inşallah.)
Eğer bu konuda yapılan tartışma ve söylemler makul bir seviyeye
çekilmez, ırkçılık üzerinden üstünlük taslama ve
hâkimiyet kurma faaliyetleri devam ederse korkarım cahiliye
dönemi medeniyetlerini bekleyen büyük yıkım bizi de
yutacak.
Toplum liderleri, kanaat önderleri, siyasi liderler, hocalar ve
âlimler, Diyanet yetkilileri bu büyük tehlike karşısında bir an
önce gereken uyarıları yapmalıdırlar.
Yoksa “Va esefa” deyip dizlerimizi döveceğimiz
bir devrin yaklaştığını görmemek için ancak kör olmak
gerekiyor.
SOSYAL MEDYA
TAKİP
twitter.com/msbeser
facebook.com/msbeser