Medyanın kurtları!
Abone olNokta Dergisi "Kurtlar Vadisi" dizisinin perde arkasını yazdı. Çukurova Gurubu'ndan Doğan Gurubu'na, Ilıcaklar'dan Pamukbank'a uzanan ilişkilerle bomba gibi bir dosya..
'Kurtlar Sofrası'nın 'Kurtlar Vadisi' iştahı! Eski yıllarda
‘topyekün’ yaşanan medya savaşlarını anımsatan gelişmeler,
Hürriyet’in “zikir” haberiyle patladı. Ardından, Karamehmet’in
Akşam grubundan öyle bir hamle geldi ki, herkesin dudağı uçukladı.
Doğan grubu ile Karamehmet grubu silahlarını çekti, kurşunlar ardı
ardına patlamaya başladı. Herşey, Hürriyet’in 25 Haziran’da
sürmanşetten “Kurtlar Dergahı” başlığıyla bir haber yayınlamasıyla
başladı. Ankara Bürosu’ndan Nurettin Kurt’un haberinde, Show TV’nin
milyonları ekran başına bağlayan dizisi “Kurtlar Vadisi”nin
başrolünde “Polat Alemdar” karakterini canlandıran Necati
Şaşmaz’ın, “Kadiri tarikatı”nın zikir ayinindeki fotoğrafları yer
alıyordu. Habere göre, dizinin oyuncusu Necati Şaşmaz, yine dizinin
senaristi ve Ali rolündeki ağabeyi Raci Şaşmaz ile dizinin bazı
bölümlerinde oynayan küçük kardeşi Zübeyir Şaşmaz, Kadiri
tarikatının önde gelen müritleriydi. Zaman zaman zikir ayini
yapıyorlardı. Buna göre Necati Şaşmaz; dizideki adıyla Polat
Alemdar, ‘Devran zikri’ denilen törende ortada dönüyor, çevresinde
halka oluşturanlar da tekbir getiriyordu. Dizinin yayınlandığı Show
TV, Mehmet Emin Karamehmet’in sahibi olduğu Çukurova Holding’in bir
kuruluşuydu. Diziye tarikat gölgesi Hürriyet’in haberi şöyle devam
ediyordu: “Kurtlar Vadisi dizisi içindeki ‘rol dağılımı’nın
değişimi de ilginç bir seyir izliyor. Dizinin reytingi yükselince
Ömer Lütfi Mete, koltuğunu Raci Şaşmaz’a bırakır. Oktay Kaynarca da
‘ölünce’, başrol koltuğuna hiçbir oyunculuk tecrübesi olmayan
Necati Şaşmaz oturur. Oktay Kaynarca’nın canlandırdığı ‘Çakır’
karakterinin ‘ani ölümü’ ile başrol koltuğuna oturan Necati
Şaşmaz’ın (Polat Alemdar) hiçbir oyunculuk deneyimi ve eğitimi
olmaması, ‘rol dağılımı’ konusunda da bir dizi iddia ve soru
işaretini ortaya çıkarıyor. İddialardan en önemlisi, ABD’de okuyan
Necati Şaşmaz’ın başrole gelmesinde Kadiri tarikatının yaşayan en
kıdemli şeyhi Abdulkadir Şaşmaz’ın oğlu olmasının belirleyici
olduğu yönünde.” Bu fotoğraflardan sonra, ‘Baron’ rolündeki Zafer
Ergin diziden ayrıldığını açıkladı. Aynı günlerde dizinin yapımcısı
Osman Sınav da ayrıldığını açıklamıştı. Kamuoyunda Sınav’ın diziyi
bırakması da, yayınlanan fotoğraflara bağlandı. Böyle bomba
görülmedi 28 Haziran tarihindeyse bu kez medyaya tam anlamıyla
“bomba” düşüyor ve Türk basınının ‘amiral gemisi’ Hürriyet’e
‘kardeş’ geliyordu. Ancak gelen ‘öz’ değil ‘üvey kardeş’ti.
Çukurova grubu, ‘çifte Tercüman’ olayını protesto etmek için
‘Dünden Bugüne Hürriyet’ adıyla dört sayfalık bir gazete çıkartmaya
başlamıştı. Dört sayfalık gazete, Hürriyet’le aynı karakter ve
puntoyu taşıyan bir logoyla basılıyordu. Logoyu birebir taklit
etmiş, sadece, ‘Hürriyet’ yazısının üzerine küçük puntolarla
‘dünden bugüne’ ibaresi eklenmişti. 100 bin liraya satılan gazete,
ancak ve ancak çok merkezi bayiilerde bulunabiliyordu. Gazete,
Akşam’ın Topkapı’daki tesislerinde basılıyor, dağıtımını da,
Sabah’ı yayınlayan Turgay Ciner’in Merkez Dağıtım şirketi
yapıyordu. Çukurova’nın patronu Karamehmet, Sabah’ı yayınlayan
Turgay Ciner’le, Aydın Doğan’a karşı ‘güçbirliği’ yapmıştı... Peki
ama neler oluyordu? Ortalık neden böyle karışmıştı? İşin perde
arkası neydi? İhaleyi kim kapacak? İşin medya cephesinin
merkezinde, birkaç maddelik liste vardı. Bunlardan biri tarihi bir
türlü belli olmayan “maç yayınları ihalesi”ydi. Halen Çukurova
grubuna ait Digitürk’ün elinde bulunan maç naklen yayınları için,
bu sene yeniden ihale açılacaktı. Ancak Haziran’da gerçekleşmesi
gereken ihale, Futbol Federasyonu seçimlerinin bir türlü
yapılamaması nedeniyle sürekli uzuyordu. Ağustos başında Süper
Lig’in başlayacağı düşünüldüğünde, ihale için ne kadar kısıtlı bir
süre kaldığı ortadaydı. İhaleye, Çukurova grubunun yanı sıra, Free
TV adıyla ve Sansui firmasının dijital kutularını ithal ederek
dijital yayın pazarına giren Doğan grubu da katılacaktı. Muazzam
paraların döndüğü maç yayınları pazarı, iki grup arasında büyük bir
rekabeti de beraberinde getirdi. 2001 yılının Şubat ayında yapılan
ihalede, Digitürk tarafından 350 milyon dolar artı KDV tutarında
bir para ödenmişti. Bu para ödendiğine göre, bunun kazanımı çok
daha yüksek olmalıydı. Diğer bir rekabet konusu da, yine büyük
paraların döndüğü “at yarışları”nın yayın haklarıydı. Digitürk
içinde TJK TV adıyla bir frekans açan Çukurova grubu, yarışların
yayın haklarını Türkiye Jokey Kulubü’nden satın aldı. Bu durum,
Doğan grubunda büyük tepkiyle karşılandı ve işin boyutları,
geçtiğimiz haftalarda gazetelere tam sayfa ilanlar vererek TJK TV
aleyhine kampanya açılmasına kadar uzandı. Kanalların transfer
borsası Bir de yıllardır Aydın Doğan’a ait Kanal D ile,
Karamehmet’e ait Show TV arasında yaşanan “transfer operasyonları”
vardı. Show TV Genel Müdürü Murat Saygı’nın yıllar önce Kanal D’ye
geçmesinden sonra kızışan transferler, son dönemde ayyuka
çıkıyordu. “Kim 500 Milyar İster?”, “Hülya Avşar Show” ve “Film
Gibi” adlı yapımlar Show TV’de yayın hayatına başlamış, ancak bir
süre sonra Kanal D tarafından ‘kapılmış’tı. Show TV de buna
karşılık Kanal D’den “Televole”, “Hayat Bilgisi”, “Yarım Elma” ve
son olarak da “Pop-star”ı koparmıştı. Her biri iyi reyting yapan ve
dolayısıyla reklam alan bu dizi ve şov programları, yayınlandıkları
kanalların gözbebekleriydiler. Kanallar arası transferler, iki
kanala da hayli pahalıya patladı. ‘Kurtlar Sofrası’nın son gözdesi
Bütün bu patırtı arasında son nokta, tüm Türkiye’yi ekran başına
kilitleyen “Kurtlar Vadisi” oldu. İddialara göre Kanal D, dizinin
kendi yayın süresinden fazla reklam alan ve kimi iddialara göre
ayda milyon dolar civarında (4 milyon dolara kadar çıktığı
söylentiler arasında) reklam cirosu yapan Kurtlar Vadisi’nin
peşindeydi. Kanal D Genel Müdürü Murat Saygı bu iddiaları yalanlasa
da, medya dünyasında geçtiğimiz hafta en çok bu iddia konuşuldu.
Diziden ayrılan yapımcı Osman Sınav da iddiaları doğrulayacak
nitelikte açıklamalarda bulundu. Osman Sınav, geçtiğimiz hafta
içinde Karamehmet’e ait Akşam Gazetesi’ne de bir mülakat verdi.
Sınav, Hürriyet’in haberi için; “Belli ki önceden hazırlanmış ama
bekletilmiş bir haberdi. Bana ‘dosya nereden geliyor?’ diye soruyor
medya; ama görüyorsunuz bana değil, galiba başkalarına dosya
geliyor” yorumunda bulundu. İşte tam bu günlerde patlayan “Dünden
Bugüne Hürriyet” olayını da, sadece, ‘Ilıcaklar’ın Tercüman’ı
yüzünden mağdur olduğunu düşünen Karamehmet grubunun ‘refleksi’
olarak değerlendirmek eksik kalıyor. Olayın net fotoğrafını
çekebilmek ve büyük manzarayı görüp doğru analizler yapabilmek
için, tüm parçaları yerli yerine oturtmak, çıkar ilişkilerini iyice
kavramak, tarafsız gözlemlerde bulunabilmek, bağımsız olmak ve
‘haberi yalnızca haber olarak görmek’ gibi özellikler gerekiyor.
Nokta, işte tam da ‘bu noktada’ duruyor... İşte gerginliğin 'kara
kutu'su Tarih 2002 yılının son günleriydi. Amerika’dan dönen Nazlı
Ilıcak’ın oğlu Mehmet Ali Ilıcak, ayağının tozuyla soluğu Çukurova
grubunun merkez binasında aldı. Mehmet Emin Karamehmet’le görüşmek
için beklediği odada Akşam Yayın Grubu’nun Yönetim Kurulu üyesi
Serdar Çaloğlu vardı. Çaloğlu, Ilıcak’ın ne istediğinden
habersizdi. Sohbete bir süre sonra Çukurova Holding Başkanı Mehmet
Emin Karamehmet de katıldı. Ilıcak, Amerika’dan bir gazete çıkarmak
için döndüğünü, kendisine reklam ve lojistik açıdan destek
aradığını söyledi. Ilıcak’tan sürpriz istek Karamehmet kendilerinin
de yeni bir gazete (Tercüman) çıkarma aşamasında olduklarını ancak
yine de destek olacağını söyledi. Karamehmet, “Reklamınızı ucuza
yapabiliriz, hatta isterseniz gazeteyi bizim matbaada basabiliriz”
diyordu. Ilıcak ise sohbetin sonuna doğru baklayı ağzından çıkardı;
“Mehmet Emin Bey, satın aldığınız Tercüman Gazetesi’ni bana iade
eder misiniz?” Karamehmet ve Çaloğlu şaşırmışlardı. Çünkü onlar da
Tercüman Gazetesi’ni çıkarmak için 4 aydır hazırlık yapıyordu.
Çaloğlu; “Mehmet Ali Bey, siz bunu bir yerden mi duydunuz, biz de
Tercüman’ı çıkarmak için aylardır çalışıyoruz. Bakın dosyalar
burada” dedi. Ilıcak bunun üzerine gazeteye ortak olmayı teklif
etti. Karamehmet; “Bu aşamadan sonra bu ortaklığı kabul edemeyiz”
diye yanıtladı. Konuşmanın üzerinden bir hafta geçmişti ki Aydın
Doğan’a ait Kanal D’de Tercüman Gazetesi’nin reklamları
yayınlanmaya başladı. Mehmet Ali Ilıcak, Karamehmet’ten Tercüman
Gazetesi’ni alamayınca aynı isimle yeni bir gazete çıkarmaya
soyunmuştu. Çukurova Grubu acil bir toplantı yaptı. Mehmet Emin
Karamehmet kurmaylarına “Bu gazeteyi para verip biz satın aldık.
Gazeteyi çıkarma hakkı bizim. Ilıcaklar aynı isimle, aynı logo ile
nasıl oluyor da Tercüman Gazetesi’ni çıkarabiliyorlar? Bu hukuka
aykırı değil mi?” diye sordu. Grubun avukatlarının yargıyı harekete
geçirmeye çalıştığı dakikalarda Çukurova grubu da kendilerine ait
Tercüman Gazetesi’ni, planlanan zamanın iki ay önce, Ilıcaklar’ın
Tercüman’ı ile aynı gün çıkarmak zorunda kaldı. Artık piyasada aynı
isimle iki ayrı gazete satılıyordu. Doğan Grubu da Ilıcaklar’ın
Tercüman Gazetesi’ne büyük lojistik destek veriyordu. Çukurova
grubu ‘korsan’ olarak niteledikleri Ilıcaklar’ın Tercüman
Gazetesi’ne Doğan grubunun verdiği destekten rahatsızdı.. Bu
dönemde Çukurova grubuna ait Akşam Gazetesi’nin yazı işlerinde şu
konuşma yaşandı: “Yargıyı da etkiliyorlar. Hukuki süreç uzadı.
Dünyada böyle saçma sapan bir olay yaşanmış mıdır acaba?” “O zaman
önüne gelen, ‘dünden bugüne Hürriyet, dünden bugüne Posta’ diyerek
marka ihlali yapsın bari...” Işık yanmıştı. Plan, Mehmet Emin
Karamehmet’e iletildi. Onay alınınca Çukurova grubu hukukçuları
yeniden harekete geçti. Bu kez savunma yapmak için değil,
‘rakiplerini kendi silahlarıyla vurmak’ için. “Dünden Bugüne
Hürriyet”i çıkarmak amacıyla harekete geçtiler ve yeni yasa gereği
Cumhuriyet Savcılığı’na bildirimde bulundular. Amaç, kamuoyunun
dikkatini, ‘Dünden Bugüne Tercüman’ adıyla yayınlanan Ilıcaklar’ın
Tercüman’ı üzerine çekmek ve kendi deyimleriyle “Haksızlığı ortaya
çıkarmak”tı. 26 Haziran’dan itibaren 4 sayfalık “mini Hürriyet”
yayın hayatına atıldı. Medya savaşa ayna tuttu Türkiye’de büyük
sermaye grupları arasındaki mücadelede, medyası olanlar bu durumdan
aslında olumsuz etkilendi. Serbest piyasa koşulları içinde yapılan
rekabette “aba altından sopa göstermek” adına gruplar zaman zaman
medyalarını kullandı. Türkiye’de Uzanlarla başlayan, diğer büyük
gruplarla devam eden, ‘medyayı silah olarak görme eğilimi’
gazeteciliğe de büyük hasar verdi. Çünkü tamamen belgelere dayalı
yapılan haberler de “medya savaşı” başlığı altında yanlış
değerlendirildi. Çukurova ve Doğan grupları arasındaki rekabet
medya ile sınırlı değildi. Medya bu mücadeleye ayna tuttu yalnızca.
Çukurova grubunun Türkiye’nin ilk GSM operatörü Turkcell’e sahip
olmasıyla başlayan ve yukarıya doğru tırmanan grafiği rakip
grupları ürkütmüştü. Adeta para basan bir şirket haline gelen
Turkcell, grubun finans, inşaat, telekomünikasyon ve medya dahil
bir çok alandaki faaliyetinin de itici gücü olmuştu. Çukurova grubu
bölgesinde, uluslararası sermaye ile rekabet edebilecek bir noktaya
ulaşmıştı. Ancak grubun yumuşak karnı Pamukbank’tı. Pamukbank milat
oldu IMF’nin bankalar üzerinde estirdiği el koyma operasyonunda
rakip gruplar, işte bu en yumuşak yerden vurmaya başladılar
Çukurova Grubu’na. Çünkü Karamehmet’in Pamukbank’a borcu vardı.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) bankalara el
koymaya başlaması, Pamukbank’ı da hedef haline getirmişti.
Özellikle medya alanında kendisine ciddi bir rakip haline gelen
Karamehmet’i durdurmak için, Doğan Grubu da müthiş bir kampanyaya
başlamıştı. IMF destekli operasyonda, grubun borcunu kapatmasına
zaman kalmadan Pamukbank’a el konuldu. İşte bu olayla tırmanan
Doğan- Karamehmet mücadelesinde, taraflar artık birbirlerinin
attığı her adımı takip eder hale gelmişti. Doğan grubunun
“hortumcu” suçlamalarıyla dolu yayınları aylarca sürdü. Taa ki
yargı, Pamukbank’a haksız el konulduğu kararını verinceye kadar. Bu
süreçte Aydın Doğan da İş Bankası ile birlikte Petrol Ofisi’ni
(POAŞ) satın almıştı. Türkiye’nin en değerli kamu kurumunun
özelleştirmesinde yaşanan usulsüzlük iddiaları bu kez Çukurova
grubunun gazete ve televizyonlarında yayınlamaya başlanmıştı.
'Hukuki eşkıyalık' Gazeteci Tuncay Özkan hem Doğan hem de Çukurova
gruplarında en üst düzeyde görev yapmış bir isim. Ilıcaklar’ın
Tercüman’ı çıkardığı dönemde de Çukurova Holding’in Medya Grup
Başkanı’ydı. “Markaları korumak gerekli” diyen Özkan, Tercüman
olayını korsanlık olarak değerlendiriyor: “O dönemde ben açıklama
yaptım. Tercüman isminde bir marka varken, bu markanın tüm hakları
satın alınmışken aynı isimle bir gazeteyi piyasaya sürmek
korsanlıktır. Marka çok değerlidir, önemlidir. Markaları korumak
gerekir. O zaman ‘dünden bugüne Hürriyet, dünden bugüne Eczacıbaşı,
dünden bugüne Efes Pilsen’ diyerek onlarca değerli markayı birileri
çıkar taklit eder. Tercüman olayı ile birlikte korsanlığın önü
açılmıştır. Bu çok yanlıştır. Bu, sistemi laçka etmekten, hukuku
ortadan kaldırmaktan başka birşey değil. Hukuki bir eşkiyalık
başlamıştır. Yeni yasa çıkarılarak bunun önüne geçmek gerekir.
Ancak birilerine imtiyaz sağlamak için tam aksi yönde yasa
çıkarılmıştır. Dünyada örneği olmayan bir olay bu. Korsan Tercüman
Gazetesi çıkarılarak Türk ekonomisine, marka oluşumuna büyük darbe
vuruldu. Bu olay nedeniyle, birileri çıkar sağlasın, korunsun diye
hukuk da kilitlenmiştir. Marka kadar değerli bir şey yok. Düşünün,
Türkiye’de birileri çıkıp Times, Newsweek gibi markaları taklit
edip aynı formatta piyasaya sürse ne olacak? Türk hukukuna göre bu
yapılan doğru, peki ya uluslararası hukuk?” 'Biz imtiyaz, onlar
marka hakkı aldı' Nazlı Ilıcak Dünden Bugüne Tercüman Gazetesi’nin
İcra Kurulu Üyesi. Yani Tercüman Gazetesi üzerine “sizinki sahte,
bizimki değil” tartışmasını başlatan “taraf”. Peki Ilıcak “Dünden
Bugüne Hürriyet” adıyla bir gazete yayınlanmasına ne gözle bakıyor?
İşte verdiği yanıt: “Arada hiçbir benzerlik yok. Şöyle ki; biz
Tercüman’ı çıkarmak için müracaat ettiğimiz zaman, Tercüman adlı
bir gazete yayınlanmıyordu. Piyasada hiç Tercüman gazetesi yoktu.
Dolayısıyla, biz gittik ve çok basit bir şekilde bu hakkı elde
ettik, imtiyaz hakkını aldık. Ve ardından biz reklam yapmaya
başladık. Bu reklamları yaparak gazeteyi çıkardığımız gün, Akşam
grubu hiçbir hazırlık yapmadan, ‘korsan’ Tercüman’ı piyasaya
sürdüler.” “Dolayısıyla burada bariz bir fark var. Şimdi nedir
bunların durumu? Hürriyet diye bir gazete var, yıllardır yayınına
hiç ara verilmemiş, kendileri dört yapraklı bir gazeteyi Hürriyet
diye çıkarıyorlar. Bu tamamen haksız rekabete giriyor ve çok ağır
bir cezası var bunun. Hem hapis cezası var, hem para cezası var.
Tamamen bir markaya tecavüz ediyorlar. Bizim durumumuzda böyle bir
şey yok ki. Nitekim, olmadığı şuradan belli; çeşitli mahkemelere
başvurdular hem Ankara’da hem İstanbul’da. Yayını durdurma kararı
aldırmak istediler ancak durdurulmadı. Neden durdurulmadı? Çünkü
ortada şöyle bir ihtilaf vardı; biz Tercüman’ın basın kanununa göre
‘imtiyaz hakkı’nı almıştık. Onlar ise; “bunun marka hakkı bizdedir”
iddiasındaydılar. Bir kere, marka hakkı onlarda ise, neden
yayınlamıyorlardı? Onların iddiasına göre altı yıldır marka hakkı
onlarda. Yani 1997’de Akşam Grubu el değiştirdiğine göre, Mehmet
Ali Ilıcak’tan Karamehmet’e geçtiğine göre, altı yıl boyunca bu
markayı yayınlamadan muhafaza etmeye zaten imkan yok. Kanuna göre
beş yıl içinde bunu yayınlaman gerek.” “Bir de bunlar yeni kanunu
tatmin edici bulmadıkları için yayınlamışlar ‘Dünden Bugüne
Hürriyet’i. Aslında farkında değiller ama onlar da yararlanıyorlar
yeni kanunun, ‘bundan sonra geçerli olmak üzere’ hükmünden. Çünkü
eskiye dönük uygulama olsa, marka hakkını üç yılla sınırlıyor. Oysa
bunlar altı yıl sakladılar marka hakkını. Bunun farkında değiller.”
Nazlı Ilıcak için bu tabloda bir başka “ilginç” durum da söz
konusu. Nedeni boşanma aşamasında olduğu eşi Emin Şirin Dünden
Bugün Hürriyet’e başyazı vermiş olması. Ilıcak soruyu “Ben onu
zannetmiyorum” diye yanıtlıyor. Ama dahası da var: “Duyduğum
kadarıyla Emin Bey ‘İnternetteki yazımı almışlar, bilgim yok’
demiş. Ama doğru olup olmadığını bilemem. Ben yine de zannetmiyorum
kendisini böyle bir şeye alet edeceğini. Yeni bir 'Güllerin Savaşı'
vakası mı? Dünden Bugüne Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasında,
parlamentoya AKP’den giren ve bir süre sonra bu partiden istifa
eden bağımsız milletvekili Emin Şirin’in yazısı ‘başyazı’ olarak
kullanıldı. Dünden Bugüne Tercüman ve Halka ve Olaylara Tercüman
kaosunda, iki ayrı uçta iki tanıdık sima var. Dünden Bugüne
Tercüman’ın yazarı, gazetenin sahibi Mehmet Ali Ilıcak’ın annesi
Nazlı Ilıcak ve boşanma aşamasında olduğu eşi Emin Şirin. Nazlı
Ilıcak, kendi gazetesinin haklarını savunmaya çalışırken, Emin
Şirin, rakip grubun, Ilıcaklar’ın gazetesini piyasadan silmek için
çıkarttığı Dünden Bugüne Hürriyet Gazetesi’ne bir nevi ‘başyazı’
yazıyor. Bu durum da ister istemez bazı çevrelerde “boşanma kararı
aldıktan sonra aralarındaki kavgalar ayyuka çıkan Ilıcak ile Şirin,
birbirlerine yeniden ‘nokta atışı’ yapıyorlar” diye yorumlanıyor.
Hatta olayı Michael Douglas ile Kathleen Turner’ın başrolünü
paylaştıkları ve ‘boşanma aşamasında birbirlerini öldürmeye
çabalayan’ ünlü “Güllerin Savaşı” (War of the Roses) filmine
benzetenler bile var. 'Bastırır parayı, alırsınız diziyi' Nasıl
oluyor da bir televizyon dizisi, kanallar arasında savaşa yol
açabilecek kadar önemli hale gelebiliyor? Televizyon kanallarının
yöneticileri dizinin ‘iş yapar’ olduğunu nasıl anlıyor? Bu soruları
en iyi adrese, atv eski Genel Müdürü Fatih Ediboğlu’na sorduk: Bir
dizinin tutup tutmayacağını nereden anlarsınız? “Televizyon
seyircisi çok çabuk kanal değiştirebiliyor. Türkiye’de çok büyük
bir rekabet söz konusu ve böyle bir ortamda sizin dizileri başarılı
kılabilmek için iki yönteminiz var. Ya başarılı olanların
benzerlerini yapacaksınız veya, -biraz da şansa dayalı bir olay
ama- yeni bir trendi veya o güne kadar yapılmamış bir şeyi
yaparsınız ya da henüz tanınmıyorken, transfer edersiniz.” Siz
“Çocuklar Duymasın”ı transfer ettiniz ve dizi atv’de yayınlanmaya
başladı. Dizinin iş yapacağını nasıl tespit ettiniz? “Çocuklar
Duymasın’ı izledik, iyi bir dizi olduğuna karar verdik. Dizinin
senaryosu da çok enteresandı. İçinde kullanılan diyaloglar,
ilişkiler çok sıcaktı. Diyaloglar genel aile yapısını, anne baba
çocuk, işyeri ilişkilerini etkileyebilecek, geniş kitlelere
ulaşabilecek nitelikteydi. Diyalogların anlaşılabilir olması,
sıkıcı olmaması gibi unsurlar bizim dikkatimizi çekti. Bugüne kadar
pek ismi olmayan kişilerin oynadığı bir diziydi ve başarılı oldu.
Çocuklar Duymasın, istisnai bir dizidir. 2002 yılında 280 gün bu
dizi gösterildi. Bildiğim kadarıyla TGRT’nin elinde bu diziden 13
bölüm vardı. Bu 13 bölümün her birini 25 kere yayınladılar. Buna
rağmen insanlar bunu izlemeye devam ettiler. atv’de her bölümü 10
kere filan yayınladı. Bu sit-com gülmek için yapılmıştı, daha sonra
‘mesaj kutusuna’ dönmeye başlayınca, biraz albenisini kaybetti.”
Söylenildiği kadarıyla Kurtlar Vadisi’nin 4 milyon dolarlık bir
reklam geliri var. “Kurtlar Vadisi gibi bir dizi bir sezonda
yaklaşık 39 bölüm yayınlanıyor. Böyle bir dizinin ortalama bölüm
başına 500 bin dolarlık reklam alması şaşırtıcı olmaz. Yaklaşık, 20
milyon dolar gibi ciro getirmesi çok normal.” Kurtlar Vadisi’nin
transferiyle ilgili büyük tartışmalar yaşanıyor. Ne dersiniz? “Bu
konu ile ilgili rakip firmaların gazetelerinde, internet
sitelerinde olumsuz anlamda söylemler gündeme gelebilir. Tabiri
caizse ben bunları bel altından vurma olarak görüyorum.” TV
kanalları bir diziyi transfer edebilmek için neleri gözden
çıkarabilir? “İnsani ilişkiler rol oynasa da her şeyin sonu paraya
dayanıyor. Parayı bastırırsanız alırsınız.” 'Madem öyle, gel böyle'
‘Dünden Bugüne Hürriyet’in Yazı İşleri Müdürü Mustafa Dolu, süreci
hukuki açıdan Nokta’ya değerlendirdi: Yeni bir gazete çıkarttınız:
“Dünden Bugüne Hürriyet”. Gazeteyi bayilerde bulamıyoruz, nedir
sorun? “Fazla basılmıyor, bütün bayilere dağıtılmıyor. Merkez
bayilerde vardır. Dağıtım şirketinin meselesi o. Tam olarak ne
olduğunu bilmiyorum. Olması gereken yerde olması gerekiyor tabi.
Kaç tane bastılar, ne dağıttılar, nereye verdiler onu bilemem”.
Peki nedir bu işin aslı? “Türkiye’de yasalarda bir boşluk var.
Tercüman Gazetesi, Akşam Grubu’nun tescilli bir markasıdır.
Doğrudur, 5680 sayılı kanunda bir boşluk var. ‘Dünden bugüne
Tercüman’ adına bir tescil olmadığı için, yasadaki bu boşluktan
yararlanıp, ‘Tercüman’ ismi tescilli olduğu halde bu yayın
yapılıyor. Oysa ‘Tercüman’ adı bir markadır. Mesela ‘En Soğutucu
ARÇELİK’ diye bir buzdolabı çıkarma şansınız var mı? Cevabınız
hayır ise, bunda da aynı cevabı vermeniz gerekiyor. Belki yasal
olarak ‘En Soğuk ARÇELİK’ adıyla buzdolabı çıkarabilirsiniz ama
haksız rekabet yapmış olursunuz. Bizim durumumuz da böyle. Sonuç
itibariyle mahkemeye verildi, hukuk mahkemesi sürüyor. Mahkeme
sürerken AKP’nin Marka ve Tesciller Kanunu’nda yaptığı son dakika
değişikliğiyle şöyle bir cümle eklendi: “Bu madde yürürlüğe girdiği
tarihte yayınlanan mevkuteler bu kanunun kapsamı dışındadır.” İyi,
güzel. O zaman tescil edilmesi gerekmiyor anlamındadır. Sizler de
biliyorsunuz, 5680 sayılı kanun TBMM’den geçen ayın dokuzunda
çıktı. Çıkmadan önceki taslakların görüşülmesinde ben de bizzat
bulundum. Orada da böyle bir şey bulunmuyordu. Ha, öyleyse, ‘madem
öyle, gel böyle’ cinsinden, biz de bunu yapıyoruz. Biz zaten bu
ismi, ‘Dünden Bugüne Hürriyet’ ismini 2003’te almış tescillemiştik.
‘Herkese Hürriyet’, ‘Bizim Hürriyet’ gibi isimlerle beraber. Yeni
bir şey değil. Madem yasada boşluk var, o zaman böyle. Tabii bunun
hukuki süreci var. Ne olur, ne biter bilemiyorum. Göreceğiz.
Diğerine ne olursa, bize de o olur. Yahut TBMM doğru dürüst bir
kanun getirir. Bu kanun bağlayıcı olur, herkes de ona saygı duyar”
Haber: NOKTA Dergisi