Medya gribine kim çare bulacak?
Abone olKuş gribi geçer de, medya gribine çare nasıl bulunacak? Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı köşesinde bu sorunun yanıtını aradı!
Dumanlı başlıklı yazısında sorunun siyasi boyutlara taşındığını
öne sürdü!
Yazı: Ekrem DUMANLI
www.zaman.com.tr
Varsa kuş gribi, yoksa kuş gribi! Bir gündem kilitlenmesi yaşadı
Türkiye. Her haber ve yorum aynı hastalığa çıkıyordu adeta. Medyaya
kalırsa ülke topyekûn karantina bölgesi ilan edilmeli, giriş
çıkışlar yasaklanmalı, her bir hane ilaçlanmalıydı.
İş öyle bir boyuta taşındı ki sıhhi ve tıbbi çizgi bir kenara
bırakıldı, mesele siyasi boyutuyla tartışılmaya başlandı. Birileri
az daha dişini sıksa ve kuş gribi üzerinden gergin tartışmalara
devam edebilseydi, konu rejim krizine bile dönüşebilirdi.
Bayram sabahı mecbur kaldım, yolum hastaneye düştü. Kim gelir o
saatte hastaneye? Hafif bir soğuk algınlığı yaşayan gencin ailesi
acil serviste soruyordu: “Doktor, sakın kuş gribine yakalanmış
olmayalım?” Güler misin, ağlar mısın? Hastane çıkışında arabaya
bindim, bir müzik radyosunda kuş gribi tartışılıyordu. Freni
patlamış bir arabayı andırıyordu konuşan. Kuş gribini Çernobil
faciasına benzetiyor, o dönemin yetkilileri ile şimdikileri
karşılaştırıyor, bakanların istifasını, hükümetin çekilmesini
istiyordu. Tam bir panik atak! Aradan birkaç saat geçmişti ki Haber
Müdürümüz Ali Akkuş aradı. Sabahki yayın toplantısının sonuçlarını
aktarıyordu. Manşet olarak kuş gribini düşünüyorlardı. Bizim Ali
çok cesurdur, çok çevik-çalaktır; ancak onun sesinde bile derin bir
endişe seziliyordu. O sesten anladım ki yayın toplantısından
alıştığım kontra habercilik refleksi bizim toplantı odasına o gün
misafir olmamış, medyanın genel dolduruşuna biraz biz de
kapılmıştık. Sevgili Ali’ye basit bir sorusordum: “Kuş gribinden
ölen insan sayısı kaç?” Cevabı 3 idi. Müşahede altına alınan insan
sayısı da 13 idi. Dünkü bir trafik kazasında 12 kişi ölmüş, 40 kişi
de yaralanmıştı.
Kuş gribi haberlerinde ölçü kaçtı
Bir olayın haber değeri elbette ölü sayısının yüksekliğine göre
ölçülmez. Yaralı sayısına bakılarak manşet de atılmaz; biliyorum.
“Kuş gribi önemsizdir” de demiyorum. Ancak işin tadı kaçmış, panik
havası oluşturulmuş, ilmî verilerin yerini siyasi yorumlar almıştı.
Öyle bir hava oluşturulmuştu ki kuş gribine karşı yapılması
gerekenler, hatta yapılanlar gölgede kalmış, anlamsız bir
hesaplaşma insan sağlığı üzerinden yapılmaya başlanmıştı.
Haber Merkezi ve Yazı İşlerimiz meseleye bir de ters açıdan
yaklaşınca ilginç bulgulara rastladı. Mesela iş dünyası kuş gribi
üzerinden oluşturulan havadan fevkalade rahatsızdı. İşte bu yüzden
pek çok medya organının kuş gribi üzerinden öcü haberler yapıp
korkunun dozunun artırdığı sırada Zaman, iş dünyasının ve bilim
adamlarının görüşüne yer vererek herkesi soğukkanlı olmaya davet
etti. İyi ki de etmiş! Çünkü bilimsel gerçek bu manşetten hemen
sonra gün yüzüne çıktı.
11 Ocak Çarşamba günü Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Avrupa Bölge
Direktörü Marc Danson Türk gazetecilerin karşısındaydı. Yabancı
basın mensupları da toplantıdaydı. Başkan, Türkiye’nin çok şeffaf
bir yaklaşım gösterdiğini, bütün bilimsel müdahalelerin
yapıldığını, hastaların doğru tedavi edildiğini, tedbirlerin
yerinde alındığını anlattı. “Paniğe gerek yok.” diyordu Danson.
WHO, UNICEF, FAD ve AB ortak bir rapor yayınlıyor ve “Türkiye, kuş
gribine vaktinde müdahale etti ve salgını önledi” diyordu. Madem
durum buydu, haftalardır adeta her haneyi, her ferdi esir alan
yayınlar neden yapılmıştı? Niçin korku ve panik havası meydana
getirilmişti? Her geçen gün biraz daha marjinalleşen Cumhuriyet
Gazetesi’nin tavrı çok ilginçti mesela. Dünya Sağlık Örgütü
Direktörü çok net bir açıklama yapıyor, “paniğe gerek yok” diyor,
Cumhuriyet bunu “Çelişkili açıklamalar” diye veriyor. İnanılır gibi
değil.
Paniğe gerek yok
Kuş gribi hadisesi ortaya çıkardı ki, beklenmedik durumlar
karşısında çabuk panikliyoruz. Mesela kuş gribine karşı pek çok
ülkede mücadele verildi. Bu mücadelenin şekli ve sonuçları üzerine
tecrübeye dayanan birikimler, soğukkanlı bir şekilde ele
alınabilirdi. Bilimsel araştırmalar, yol gösterici yayınlar yerine
felaket tellallığı yapmak işin kolayına kaçmaktır ve maalesef bazen
bu psikolojiye yenik düşüyor Türk medyası. Oysa herkes panik içinde
birbirini suçlayıp, akıl dışı işlere başvursa bile basın,
soğukkanlılığını korumak zorunda. Bizde ilk panikleyen, nedense hep
basın oluyor. Böyle bir durumda zincirleme panik yaşanıyor, her
mesele anormal platformlara taşınıyor.
Türkiye, kuş gribiyle baş edecek büyük bir ülke! Bu başarının elde
edilebilmesi için herkese görev düşüyor; en çok da medyaya. Umarım
kuş gribinde yapılan yanlışlıklardan herkes kendi payına düşen
dersi çıkarır. Mesela hükümet ellerini şakaklarına götürür ve
teşhis, tedavi ve doğru bilgilendirme gibi konularda icraatlarını
gözden geçirir. Yanlış ya da zayıf halkaları tespit eder; böylece
benzer bir krizi daha güçlü göğüsleme imkânına kavuşur. Aynı durum
basın için de söz konusu. Kuş gribi meselesinde bazı hatalar yaptı
medya. Bunu iyi analiz edemezse, benzer durumlarda hem Türkiye çok
zarar görür hem de medya...
İletişim fakültelerine çok iş düşüyor
Gazeteciliğin okulu olur mu?” gibi bir tartışmaya girmeye gerek
yok. Zaten kesin bir sonuca ulaşmak da mümkün gözükmüyor. Belki
asıl tartışılması gereken soru şu: “İletişim okulları gazetecilik
üzerinde etkin araştırmalar yapamaz mı?” Bu soruya iletişim
hocalarının kafa yorması şart! Zira hemen herkesin medyadan şikâyet
ettiği bir ülkede, meselelere en tarafsız, en bilimsel, en
soğukkanlı yaklaşacak kurumların başında üniversiteler gelir. Ne
yazık ki Türkiye’de üniversitelerin araştırma ruhu ile hayatın
gerçekliği bir türlü kesişemiyor. Pek çok Batı ülkesinde yüzlerce
medya araştırması yapılıyor; nedense Türkiye’de iletişim
fakültelerinin kılı kıpırdamıyor. Oysa Türk medyasında her hafta en
az araştırmaya değer 10 konu çıkıyor ortaya. Son sınıf
öğrencilerine bile verseniz harika bir dikkatle “içerik analizi”
yapabilir. Atölye çalışması yapacak o kadar çok konu var ki! Ancak,
genelde böyle bir arzu, böyle bir şevk görünmüyor iletişim
hocalarında. Mikrofonu uzattığınızda o kadar derin bir ah
işitiyorsunuz ki! Tamam sıkıntıları büyük; ancak yapılacak
araştırmalar için ne öğrenci ordusu gerekiyor, ne de yüzlerce
dolarlık bütçe.
Mesela kuş gribi haberciliğinin araştırılması çok mu zor! Siz
araştıracak, biz medya mensuplarının önüne ilmî çalışmaları
koyacaksınız ki, mesleki disiplinler daha bir yerine otursun. İşte
o zaman üniversitelerin kıymeti daha çok anlaşılır. Mesleki bir
itirafta bulunayım, gazeteciler birbirinden laf dinlemeyi pek
sevmez “akıl mı veriyorsun!” diye efelenir birbirine. Belki hocalar
hakem olur, bilimsel verilerle ışık tutar medyaya...
İstenince olabiliyor demek ki
Selçuk Üniversitesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi M. Bilal Arık,
iletişim öğrencilerini bir araya getirmiş ve hoş bir çalışmaya imza
atmış. “Kral Çıplak” üst başlığı ile verilen ve “Türk basınına
eleştirel bir bakış denemesi” şeklinde neşredilen kitap, bazı
çalışmaların hiç de zor olmadığını ispat etmiş. Uzun bir çalışma
döneminde iletişim öğrencileri ortak bir atölye çalışması ortaya
koymuş. Böylece hem gazetecilik konusunda bilgilerini arttırmış hem
de elde ettikleri bilgiyi yazıya geçirme imkânı bulabilmiş. Arık,
eserin girişinde “Kitabın Hikâyesi”ni yazıyor ve diyor ki: “Sonuçta
ağırlıklı olarak lisans öğrencileri tarafından oluşturulan ve
benzerlerine pek de rastlanmayan, aynı zamanda birçok konuyu ilk
kez tartışmaya açan bu -cesur eylemimizin- alana yönelik yeni
çalışmaları tetikleyici bir işlev göreceğini umuyoruz.” Bu umuda
katılmamak mümkün değil. Üniversitelerin bu tür çalışmalara öncülük
etmesi gerekiyor çünkü. Tablet Kitabevi tarafından basılan bu
kitaba emeği geçen herkesi kutluyor, iletişim fakültelerine de bu
vesileyle kısa bir mesaj vermek istiyorum. Demek ki istenildiğinde
atölye çalışmaları da yapılabiliyor. Herkesten benzer hatta
kapsamlı çalışma bekliyoruz. Bunu yapabilecek beyin gücünün
iletişim fakültelerinde bulunduğuna yürekten inanıyorum.