Medya düğmeye mi bastı?
Abone olMedya, Ak Parti için düğmeye mi bastı? Hangi bakan ve vekiller namlunun ucunda? Önemli bir analiz...
Dr. Murat Yılmaz'ın medya değerlendirmesi.
Medya, AK Parti için düğmeye mi bastı ?
Maliye Bakanı ve Milli Eğitim Bakanı’yla uğraşan medya çevrelerinin
AK Parti’ye ve hükümete karşı salvo ateşine yöneldikleri ve cepheyi
genişlettikleri görüldü. Öyle ki, kendilerine cemile yapan Başbakan
Yardımcısı Abdüllatif Şener ve Mehmet Ali Şahin bile bu ateşten
nasiplerini aldılar. Peki medyanın amacı ne?
Medyada AK Parti aleyhtarı yayınların artması, Türkiye’nin darbe ve
krizler tarihi düşünüldüğünde, ‘Acaba AK Parti’yi iktidardan etmek
üzere yeni bir kriz veya darbe mi tezgahlanıyor?’, sorusunu kamuoyu
gündemine taşıdı. 28 Şubat askerî müdahalesinde askerin, medyanın
ve yargının hükümet aleyhtarı kampanyasını simgeleyen “andıç”lar
hakkında son günlerde artan yayınlar, bu endişeyi tazeledi. Bazı
yayın organlarının artık gayretkeşlikten öte tanımlanamayacak AK
Parti karşıtı tefrikaları dikkat çekici. Medyanın sermayedar ve 28
Şubat’ta tahrikçi rolü üstlenen bazı kesimlerinde ortaya çıkan AK
Parti husumeti neye yorulmalı?
Karalama kampanyası devrede..
Önce neler olup bittiğini hatırlayalım. 28 Şubat’ın izlerini ve
partilerini silen 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra, 28 Şubatçı
askerler emekli oldu, siyasetçiler tasfiye oldu; ama gazeteciler
işlerine devam ettiler. Bunların büyük kısmı, 3 Kasım seçimleri
öncesinde de AK Parti ve Tayyip Erdoğan aleyhine neşriyata şevkle
devam etmişlerdi. Ancak, 3 Kasım’daki seçim sonuçları ve halkın bu
kampanyaya rağmen AK Parti’yi tek başına iktidara getirmesi, bu
kesimin sesini uzun süre kesti. Nedamet duymayanların yeminliler
grubu, AK Parti ve Erdoğan’a 3 Kasım’dan sonra da kin, husumet ve
hakaret dolu saldırılara devam ettiler. Diğer bir kısım ise
sessizliğe bürünerek, fırsat beklemeyi ve hatta terfi etmeyi
beklediler. İçlerinden genel yayın yönetmeni olanlar bile çıktı. 17
Aralık 2005 tarihinde, AB’nin Türkiye ile müzakere tarihine karar
vermesine kadar “gayriihtiyari sükunet” döneminin sona ermesini
takiben taarruz için fırsat aranmaya başlandı. Önce AB’nin
bekleneni vermediği iddiasıyla yapılan hamle boşa çıkınca, AK
Parti’nin ABD ile arasının bozulduğu, hatta ABD’nin AK Parti’den
kurtulmak için düğmeye bastığı iddiası ortaya atıldı. Bu da
gerçekleşmeyince PKK’nın yeniden şiddete başvurması dolayısıyla AK
Parti’nin orduyla veya Güneydoğulu vatandaşla arasının bozulması
temin edilmeye çalışıldı. Şemdinli olaylarından sonra, kontrgerilla
aleyhine şiddetli, “radikal” yayın yapan çevreler Şemdinli
iddianamesi ortaya çıkınca yine hükümeti suçlama yoluna gittiler.
İddianameyle hükümet arasında bir ilişki kurulamasa da, ordunun
gereksiz ve sert çıkışıyla siyasi istikrara ilişkin bir şüphe
işareti yaratmayı başardılar. Bu noktadan sonra da, o zamana kadar
Maliye Bakanı ve Milli Eğitim Bakanı’yla uğraşan bu çevrelerin, AK
Parti’ye ve hükümete karşı salvo ateşine yöneldikleri görüldü. Öyle
ki, kendilerine cemile yapan Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener
ve Mehmet Ali Şahin bile bu ateşten nasiplerini aldılar. AK Partili
belediyelerde olduğu iddia edilen yolsuzluk haberleri, AK Parti
kongrelerinde ortaya çıkan Anadolu’nun her yerinde gördüğümüz
haremlik-selamlık uygulamaları sekiz sütuna manşet olmaya
başladı.
İrtica haberlerinde artış...
Bu arada bu gazetecilerin geçtiği irtica haberleri artarken, irtica
korkusu giderek marjinalleşen Cumhuriyet gazetesinin bir tür reklam
logosuna dönüştü. Bu ortamı gerginlik stratejisine oturtmaya
çalışan Cumhuriyet gazetesi sahibi ve başyazarı İlhan Selçuk’un tam
da bu sıralarda Cumhurbaşkanı Sezer ile görüştüğünü açıklayarak,
Cumhurbaşkanının hattı hareketini kamuoyuna ilan etmesi şaşkınlık
vericiydi. Cumhurbaşkanı Sezer’in bu yazıları tekzip etmemesi,
İlhan Selçuk’un 9 Martçı eğilimlerini bilen çevrelerde Sezer adına
kaygı yarattı. Yine bugünlerde İlhan Selçuk’un kendi ifadesiyle
“dinci” Tayyip Erdoğan’ın karşısında “dindar” Süleyman Demirel
etrafında birleşme planı, partisine “Cumhuriyet’in dediği olur”
sloganını yazan Baykal’da endişe yaratmış olacak ki, ben Abdüllatif
Şener’in cumhurbaşkanlığına da razıyım demek zorunda kaldı. Baykal,
yine de İlhan Selçuk’un rol çalmasına kızgınlığından olsa gerek
Cumhurbaşkanı’na ne yapması gerektiğine ilişkin skandal niteliğinde
bir açıklama yapmaktan kendini alamadı. İlhan Selçuk’un bundan
sonraki hamlesini merak edenler Cumhuriyet’in tirajını artırır mı
bilinmez; ama Sezer ve Demirel’in Cumhuriyet Gazetesi’nde İlhan
Selçuk varken bir şansları olmadığını, Cumhuriyet’in değişmez
şefinin “İlhan Abi” olduğunu öğrenmeleri fazla vakitlerini almaz.
Selçuk’un ezelden bu işlerin içinde olduğunu biliyoruz da, diğer
gazeteleri İlhan Selçuk yönetmediğine göre onların durumu nedir?
Yeni bir 28 Şubat havası mı söz konusu?
Buna net bir şekilde hayır diyebiliriz. Bir defa büyük medya 28
Şubat’taki gibi blok halinde hareket etmiyor. Sadece bazı
gazetecilerin bu istikamette gayretleri var. Fakat bu gayretler de
gazetelerin ana gövdesi adına ve merkezî bir şekilde yapılmıyor?
Ancak bu istikamette yayın yapılmasına kontrollü bir şekilde izin
veriliyor. Bildiğimiz şey, bu yayın kampanyasına katılanların büyük
kısmının 28 Şubat’ta çok kötü bir sicillerinin olduğudur. Gün
geçtikçe de bu kötü sicilin yeni örneklerini görüyoruz. Medyanın
darbe ve kriz tellallarından kendini temizleyebilmesi için, en
yakın zamanda bir temiz medya kampanyasına ihtiyaç var. Dinç
Bilgin’in hali ortadayken, hiçbir patronun bu başıbozuk 28
Şubatçılara sonsuza kadar tahammül etmesi beklenemez. Bunların
kimler olduğunu, vaktiyle 28 Şubatçıların Andıç’ına inanan, ama
şimdi onların yargılanmasını isteyen Basın Şeref Konseyi Başkanı
Oktay Ekşi’nin kaleminden “Kim bu alçaklar?” başlığıyla okumak
isteriz.
AK Parti ne yapmalı?
Hal bu kadar açıkken AK Partililerin tansiyonu yükseltecek
tartışmalara girmeleri anlaşılmazdır. Keza bu kampanya havası,
haklı eleştiriler karşısında içe kapanmayı ve parti taassubuyla
bizden olanı koruruz inadına yol açmamalıdır. Çünkü AK Parti
karşısında mono blok bir 28 Şubat basını yok. Bu itibarla mümkün
olan diyalog yollarının tamamını kullanarak tansiyonu düşürmek ve
siyasi iklimi yumuşatmak her şeyden önce iktidar partisinin görevi.
Çünkü siyasi istikrarın bozulması dolayısıyla seçmen, Cumhurbaşkanı
Sezer, 9. Cumhurbaşkanı Demirel ve Cumhuriyet gazetesinin komitacı
şefi İlhan Selçuk’u cezalandır(a)mayacak. AK Parti kendisine
yapıldığını düşündüğü haksızlıkları, bu isimlerle ve gazetecilerle
gireceği sert tartışmalarla değil, halkın teveccühünü yeniden
kazanarak telafi edilebilir. Bu sadece AK Parti için değil,
demokrasiyi seçen bütün siyasi partilerin yolu olmalıdır. Dünyadaki
ve Türkiye’deki değişimi gör(e)meyen bu çevrelerin taassup
gölüklerini çıkararak ne olduğunu anlamaya çalışmaları gerekiyor.
Basının ve Türkiye’nin büyük kesimi bu değişime uyum sağlarken,
direnmekte ısrar edenler bulundukları her yerde zor durumda
kalacaklardır. 13 yıldır Türkiye’de The Economist ve The Los
Angeles Time muhabirliği yapan Amberin Zaman, Aktüel dergisine
verdiği mülakatta şöyle diyor: “Haberleri kıyasladığımızda
Türkiye’nin normalleştiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Gazeteciler
için Türkiye eskiden olduğu gibi sadece siyahların ve beyazların
olduğu bir ülke değil. Türkiye artık gri bir ülke ve bu nedenle
gazetecilerin çok daha fazla çalışması lazım. Türkiye’de
gazeteciler otobüse bile binmiyorlar...” Evet gazetecilerin otobüse
binmesi, değişime uyum sağlayanlarla diyalog kurması ve
önyargılarından kurtulması gerekiyor. ()
Zaman