Lefter'e büyük ayıp ettik!
Abone olMilliyet yazarı Can Dündar'dan Lefter'in ölümü ardından çarpıcı bir yazı...
Türkiye önceki gece Türk futbolunun gelmiş gelmiş en efsane
isimlerinden birini kaybetti. Daha 17 yaşındayken futbolun
ordinaryüsü oldu. Dünya tribünlerini attığı gollerle 'Türko, türko'
diye inletti.
Peki Lefter'in Türkiye'de yaşadıkları da bu kadar gurur verici miydi?
Ölümünden kısa bir süre önce anlattıklarına bakılırsa, bu sorunun yanıtı 'hayır'
Milliyet yazarı Can Dündar'ın bugünkü köşesine taşıdığı o sözler Lefter hayatı boyunca Türkiye'de yaşadığı acıları tek tek ortaya koyuyor. Üstelik hayattayken bunları dile getirmek bile onu tedirgin etmeye yetmiş olacak ki asla bunları bir kameranın karşısında söyleyememiş.
İşte Dündar'ın kaleminden Lefter'in acı dolu yılları...
"Düşünün: 17 yaşındasınız.
Bir gün çevrenizdeki akrabalara birer ikişer anormal vergi
cezaları bindirildiğini görüyorsunuz. Ödeyemeyenler toplama
kamplarına gönderiliyor. Orada taş ocaklarında çalıştırılıyor.
Ne yaparsınız?
Lefter bunu yaşamıştı 17 yaşında...
Ne mi yaptı?
Gönüllü olarak askere yazıldı.
İçinde bir eziklik duygusu kalmış mıdır?
Ölümünden bir yıl önce onun belgeselini yapan Nebil Özgentürk'e
sordum bunu...
Kamera arkasından bir anı anlattı.
Bu bahis açılınca 87 yaşındaki Lefter, "Şu kamerayı kapat
hele evlat" demiş.
Kameranın kapalı olduğundan emin olunca da Nebil'in kulağına
eğilip, "Babama da çok çektirdiler. O, yoksulluğu sayesinde
sürgüne gitmekten kurtuldu, ama bütün akrabalarım Türkiye'yi terk
etmek zorunda kaldı" demiş.
Asıl acı olan, Lefter gibi bir efsanenin, Varlık Vergisi
faciasından 70 yıl sonra, 87 yaşındayken bile, bu kadarcık bir
serzenişi kamera karşısında söyleyememesiydi.
Onu ve Türkiye'yi anlamak için bir başka anekdot:
50'li yıllar...
Lefter artık sadece Türkiye'de değil, dünyada "futbolun
ordinaryüsü" haline gelmiş.
"Ver Lefter'e/yaz deftere" tekerlemesi dillere
yerleşmiş.
Dünya karması Florentina'da oynarken tribünleri "Türko
Türko" diye inletmiş.
Milli formayı giyip Yunanistan'a gol atmış...
İşte o Lefter'e 1955'te hayatının en büyük acısını yaşattık.
6-7 Eylül'de Büyükada'daki evini basan çapulcular taşlayıp "Vurun
şu gâvura" diye bağırdılar.
Lefter sabaha dek elde silah kapıda bekledi.
Siz olsanız ne yapardınız?
GÜNLERCE AĞLADIM
"Ne yapmış" diye sordum Nebil'e...
Yine kapattırmış kamerayı...
Sadece "Günlerce ağladım" demiş. Ayrıntılara
girmeye çekinmiş.
Ama Türkiye, o gaddar çapulculardan ibaret değil tabii...
Bir de güzel yüzü var bu ülkenin...
Lefter'in evinin basıldığını duyan Fenerbahçeliler hemen Kartal'dan
motorlara binip Ada'ya koşturmuşlar. Lefter'in evinin önüne barikat
kurmuşlar.
"Sana bunu kim yaptıysa söyle, haddini bildirelim"
diye isim sormuşlar.
Hepsini isim isim tanıdığı halde kimseyi ihbar etmemiş
Lefter...
Şikâyetçi de olmamış.
Fenerbahçelilerin verdiği o destekten güç bulmuş.
"Her toplumda olur böyle şeyler" demiş,
susmuş.
Şimdi onun ardından sıralanan cömert övgüleri dinledikçe bunlar
geliyor aklıma...
Dün onu statta alkışlayanlar, bugün ardından iltifat yağdıranlar
arasında ailesini sürgüne yollayanların, evini taşa tutanların
çocuklarının, torunlarının da olduğunu düşünüyorum.
Bunca özrün gündeme geldiği çağımızda, Türkiye'nin gelmiş geçmiş en
büyük futbolcusundan bir özrü bile esirgemiş olmamızdan dolayı
üzülüyorum.
Onun 87 yaşındayken ve ölüm döşeğindeyken bile başına gelenleri
anlatırken -belki korkudan, belki memlekete zarar vermemek için-
kamera kapattırmasından, eleştirmeyip yutkunmasından dersler
çıkarıyorum.