Lanetli Kraliçe: Nefertiti
Abone olHırslı, etkileyici ve güzel Mısır kraliçesi Nefertiti’nin hikayesi.
“” altbaşlığıyla, tarihi gerçeklere uygun olarak kurgulanmış bir
roman. Remzi Kitabevi tarafından yayımlandı. Ayşe Başçı’nın özenli
çevirisiyle okurla buluşan eserin yazarı, Michelle Moran. Moran,
1980 doğumlu, Amerikalı genç bir yazar. Dünya genelinde sık sık
yaptığı geziler ve katılmış olduğu gönüllü arkeolojik çalışmaların
ardından özel bir tutkuyla tarihi kurgulara yönelmiş. Moran’ın
kitapları hem Amerika’da hem de İngiltere’de yayımlanıyor. Eserleri
onbeşten fazla dile çevrilen yazarın geniş bir okur kitlesi
var.
Yazar, okuru daha kitabın en başından firavunlar dönemine götürüp
Mısır’ın o gizemli atmosferine, çölün çıldırtıcı büyüsüne, gecenin
o devasa sessizliğine sokuveriyor. “Ölüleri anmak, onları hayata
döndürmektir” diyen bir Mısır atasözüyle başlayıp etrafındaki
topraklara yasam kaynağı olan Nil’in kıyısına oturtuyor okuru.
Başınızı çevirdiğiniz anda “kedi gözlü” bir kadınla göz göze
geliyorsunuz. “Kimsin?” demeye kalmadan Nefertiti’nin küçük kardeşi
Mutnojmet olduğunu söylüyor size. Oturuşu, bakışı ve sesindeki
“bilgelik”le başlıyor anlatmaya ablasını ve yaşadıkları
dönemi...
Nefertiti…
Saçları siyah, gözleri koyu renk, ufak tefek ve bronz tenliydi.
Elmacık kemikleri avuç içine alınabilecek kadar belirgindi.
Kraliçelerin bile gözlerini alamayacağı kadar güzeldi; iyi bir
eğitim almış, kendini son derece geliştirmişti. Bir Mitanni
prensesinin kızıydı o. Bakanların hem korku, hem de kıskançlık
duyduğu bir kadındı. İnsanları büyüleyen, büyüleyemediklerini de
zekâsıyla kolayca alt edebilen birisiydi. Amacı, insanların lideri
olmak, ölümsüzleşmek ve tarihe geçmekti. Sonsuzluğun peşindeydi.
Kusursuz bir gülüşü vardı. “Kadınlığını” kullanmayı biliyor ve bu
nedenle kısık sesle konuşuyordu erkeklerle. Böylece onu duyabilmek
için eğiliyorlardı. Gülüşünü idareli kullanıyor, gülümsediği anda
da erkekler kendilerini onun ışığında yıkanmış gibi
hissediyorlardı.
Politikti yaşama bakışı. Bir tanrıyla evlenip tanrıça olmak
peşindeydi. Daha da ötesini istiyordu aslında. “Tanrılar
kendilerine yetiştiğim için beni cezalandıracaklar mı” diyebilecek
kadar ötesini… Ölümü göze alabilecek kadar cesurdu aynı zamanda.
Kurnazdı ve kontrol edilemez bir gücü vardı. Vahşi bir özgüven
sahibiydi. Hedefine kilitleniyor ve bu yolda her şeyi meşru
sayıyordu. Zaman akıyor, ekmek ve şarapla satın alınmış halkın
sevgisiyle yüzü ışıldayan bir firavuna dönüşüyordu Nefertiti.
Acı son, tüm hızıyla gelmişti bu mağrur kadının üstüne,
ölümsüzlüğüne inanmaya başladığı gün, aslında yalanlarla
kuşatılmıştı. O andan itibaren tüm cesareti bir korkuya dönüşmüştü.
Her an bir suikasta uğrama endişesi tüm benliğine hâkim olmuştu.
Kaybedecek çok şeyinin olması, korkularını her geçen gün
arttırmıştı.
Amenhotep…
Firavun. Nefertiti’nin kocası. Hiç kimsenin adını duymadığı güneş
tanrı için tapınaklar yapan adam. Tapınma için değil elbette,
sadece iktidar sahibi olan rahiplerden “gücü” devralma adına,
binlerce insanın kanı üzerine en büyük tapınağı inşa eden adam.
Tanrılığını ilan etmenin peşindeydi Amenhotep.
Zaten tanrıya ihtiyacı yoktu ki! Ne firavunların, ne kralların, ne
de “iktidar sahiplerinin” tanrıya ihtiyacı olmuştu tarih boyunca.
Tanrı, sadece “zavallılar” ve “zayıflar” için vardı!
Nefertiti’nin babası…
“İhtiyar”ın baş veziri. Nefertiti’yi kontrol edebileceğini sanıp
firavunla evlendiren adam. Kurnaz ama bir hayalperest!
Anne kraliçe…
Baş vezirin kız kardeşi. Nefertiti’yi firavuna eş seçen kadın.
Erkek kardeşi gibi firavunun kontrol altında tutulabileceğini
düşleyen bir diğer hayalperest!
Mutnojmet…
Nefertiti’nin “bilge” ve “insan” kız kardeşi. Bir dönem
Nefertiti’nin “kontrol anahtarı”. O günün tanıklığını yapıp okura
olup biteni anlatan kadın. Ablasının tam tersine “hırs”tan arınmış,
sıradanlığı yeğlemiş biri. “Ne olursa olsun, çocuklarımızın toprak
sürmeyi öğrenecek ve Nil’de balık tutacak olması beni sevindiriyor,
onlar yolda yürürken kimse sanki tanrılarmış gibi önlerinde diz
çökmeyecek. Alçakgönüllü olacaklar” diyebilecek kadar tevazu
sahibi. “Güçlüler”in alabildiğine çılgınca eğlendiği, debdebe
içinde yaşadığı bir dönemde, veba yüzünden ölen binlerce yoksulun
acısını yüreğinde hisseden kadın.
Aşkın, ihanetin, iktidar mücadelelerinin ve din çatışmalarının
alabildiğine yoğun olduğu bir dönemde karabasan gibi çöken ve
“tanrılaşmış” ihtişama bir son veren “kara ölüm”… Veba…
Önce insanlar nefeslerinde bal kokusu hissediyor, sonra
koltukaltlarında ve kasıklarında yumrular oluşup kararıyor ve
sızıntı yapıyor. Binlerce insan sokaklarda can veriyor acıyla. Kara
ölüm, firavunun kalın duvarlarla çevrili sarayına da giriyor ve
firavunu alıyor önce. Nefertiti’nin kaderinin ne olduğunu ise
romandan okunmanızı öneririm.
“Nefertiti – Mısır’ın Kraliçesi, Sonsuzluğun Kızı”, içinde
bulunduğumuz sıcak yaz günlerinde keyifle ve rahatça
okuyabileceğiniz bir roman. Tarihin etkileyici bir döneminde
yaşamış güçlü bir kadının çarpıcı öyküsü.
(Şakir Altıntaş)