Gelin hızlıca “yürüyüş” kelimesinin
ne anlam içerdiğine bakalım; “bir ayak yerden kalkarken öteki
ile öne basma kuralına bağlı olarak belli bir uzaklığa adımlar
atarak ulaşma.”
Sadece iki mesafe arasındaki uzaklık
noktalarından bir tanesine ulaşmak ise
“yürüyüş” bu yürüyüş neticesinde
ulaşılan merkeze yerleşmek niyeti ile yapılan eyleme ise
“göç” diyoruz.
Göç aslında yerini yurdunu terk etmenin, gurbete revan olmanın
bir diğer adı.
Nedense çocukluğumdan beri yürümek eyleminde ya
bir hiciv ya da
dava-ilke
aramışımdır.
Yürüyüş ya da yürümek ile hicvin ne alakası var demeyin.
Amerikan ideolojisine ve Amerikan kapitalizmine itaat ve hizmeti
konu alan komedi filmi Forrest
Gump’ın yürüyüş eyleminden
bahsediyorum.
Zekası tam gelişmemiş bir karakterin dahi kapitalist düzende
para ve siyasi
merkezli kazanç neticesinde başarıya ulaşarak
zengin olabileceğini gösteriyor!
Yani aslında dünyalık amaçlar ve birilerinin
istediği kılıf ile başarılar
uğruna verilen gayretler için aman
aman bir zekaya gerek olmadığını söylemeye
çalışıyor.
Bu dokundurtma hikayesine gelince; filmin kahramanının her
karşılaştığı kişiye “Benim adım
Forrest, Forrest Gump”
diye kendisini tanıttığı replikler. Ve bu repliği ısrarla baskın
bir ses tonu ile söylemesinden mülhem, esprili ve komik bir
hava.
Gump karakterinin bize bütün enstantaneler arasında
hiciv sanatı icra ediliyormuşçasına söylediği
“aptal
yaptığıyla
aptaldır” sözü
ise serlevha edilesidir.
Gump’ın okulda,
savaşta ve siyasal alanda
kullanılması ve karşılığında madalyayla
donatılması, kendisini takip eden kitlelerin
kullanımı ve
sömürüsüne paralel bir zemin oluşturur.
Girişteki izahatımıza başvuru yaparsak; Gump
karakterinin eylemine sadece
“yürüyüş” demek durumundayız.
Bütün bu zikrettiklerimin merkezinde yürüyüş eyleminin
hiciv tarafını işlemiş olduk. Gelelim şimdi çocukluğumdan beri
zihnimde yürümek fiilinin
dava-ilke
bağlamına.
Çocukluğumuzda heyecanla ekran karşısına kilitlendiğimiz en
önemli film Çağrı filmi idi. Zaten her evde Video
cihazı olmaz, olan evde ise kesinlikle Çağrı kaseti
olurdu.
Etkileyen karelerden bir tanesi; Ammar bin
Yasir’in (ra) terk etmek zorunda kaldığı
yurdundan ayrılarak sıcak çöl kumları üzerinde yürüyüş esnasında
bir an duraksayıp yurduna doğru bakışındaki yatan derin
anlamlardır.
İşte bu
yürüyüşü
dava-ilke
ahenginin yörüngesine
oturtulmuş en
“kutlu
yürüyüş”
olarak
görüyorum.
Başlangıçta yurdu terk ederek yapılan yürüyüşe göç denildiğini
zikretmiştik. Ammar (ra) ve arkadaşları en kutlu insanla en
kutlu yürüyüşü yaptılar.
Yurtlarını geride bırakarak göç ettiler.
İslam bu göç yolculuğuna Hicret diyor.
Kutlu yürüyüş
“Hicret”; Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s) ve
ashabının İslâm devletini kurmak üzere Mekke'den Medine'ye göç
etmeleri.
Hicret kavramı
Kur’ân’da sadece göç etmek değil; Allah(cc)’a ortak koşanların
yanından ayrılmak ve putlara tapmak gibi davranışlardan kaçınmak,
müşriklerin uzak durmak anlamında da kullanılmıştır.
Hicret olayı İslamiyet
açısından o kadar fazla önemli gelişmelerin başlangıcı olmuştur ki
bu yürüyüş tarihi Hicri takvimin başlangıcı kabul
edilmiştir.
Hicretin bir
amacı da;
İslam devletinin
gücünü arttırmak
maksadı ile
olmuştur.
Dava-ilke
yörüngesindeki bu “yürüyüş”
çocukluğumdan beri hafızama nakşedilmiş en kutlu hareketlerden
biridir.
Ruhumun dalgalandığı yürüyüşün tarihi referansını
sizinle paylaştım.
Şu Ramazan günlerinde kulağımızı tırmalayan
sıkça yürüyüş kelimeleri duyuyoruz!
Kerameti kendinden menkul yürüyüşten söz
ediyorum.
Görünürde demokratik bir eylem gibi duran ama kılıfı
hazırlayanların gayr-i demokratik hesaplarının olduğu
tarihi örneklerle bilinen
Ankara’dan İstanbul’a olan
“yürüyüş”.
Konuşmalarında “benim adım
kemal” diyen ana muhalefet partisinin lideri
Kılıçdaroğlu’nun bu yürüyüşü kullanım
ve sömürüye paralel bir zemin
inşa eder mi?
Varın bunun değerlendirmesini yukarıda ki iki ayrı
yürüyüş mecrasından birine siz
koyun!
Ramazan aşkına kutlu yürüyüşlerde dalgalansın ruhumuz.
Kalplerin yumuşadığı bugünlerde insicamımız
bozulmasın.