Kürt konferansının şifreleri
Abone olKürt konferansı Türkiye'nin önüne nasıl bir tablo koyar. Öcalan ve PKK dolaylı mı doğrudan mı bu konferansın tarafı? Analiz:
ANALİZ: Sedat YURTDAŞ
Sanırım, PKK’nin kuruluşundan bu güne kadar en çok kullandığı
sözcüklerden biri “konferans” tır. Kendi örgütsel
yapısı içindeki anlamı ve sayısız uygulamasını bir yana bırakarak,
sözcüğün iki anlamda kullanıldığını görmekteyiz.
İlki, Kürtlerin kendi aralarındaki sorunları konuşmasının,
çözmenin, bir tür “ulusal çerçeve” belirlemenin
aracı anlamında, -ki bu güne kadar sayısız çağrı ve içerik
tartışması yapılsa da, henüz gerçekleşmedi- ikincisi, kuruluşundan
bu güne kadar, varlığını ve gelişimini borçlu olduğu, Kürt
sorununun kalıcı çözümü için, özellikle Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin ve aynı zamanda kaçınılmaz olarak, dünya ve bölge
devletlerinin içinde yer alacağı, toplantı anlamında
kullanılmaktadır.
Şimdilerde bu iki sürecin, -olması gerektiği gibi- iç içe geçtiğini
görüyoruz. Hem Türkiye’nin içinde yer alacağı, hem de başta
ABD ve bölge devletlerinin, özellikle de Kürt
Cumhurbaşkanına sahip yeni “Federal Irak Devleti” nin öncülüğünde,
bir konferans planlandığı anlaşılıyor.
Türkiye’nin AKP hükümetinden önce de girdiği AB süreci ile
birlikte, kimi zaman şaşırtıcı zikzaklar çizse de, TRT Şeş’in yayın
hayatına başlaması ve Ankara ile Mardin Artuklu Üniversitelerinde
Kürtçe Bölümlerin açılması çalışmaları, hatta Ergenekon davasının
bir sonucu olarak, Kürt coğrafyasındaki “ölüm
kuyuları”nın ya da “ölüm tarlaları”nın
açılması süreci şeklindeki tavrıyla, nihayetinde Kürt sorununun
çözümü konusundaki olumlu yaklaşımını sürdürmektedir.
Bu yaklaşıma, Abant’tan başlayan, ancak Diyarbakır pas geçilerek
Erbil’de gerçekleştirilen “toplantı zinciri”ni de
eklemek gerekir.
ABD’nin Irak’tan çekildikten sonra, -sanırım beklenenden uzun
sürecek çekilme sürecinde- Ortadoğu’da daha az sorun ve
çatışmasızlık isteği ile Türkiye’nin katkısının arttırmayı
hedeflediği Afganistan’a daha ağırlıklı müdahale yakın amacının,
Talabani’ye bu konuda özel destek sunulmakta olduğunu
göstermektedir.
Buna, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'un Ankara ziyaretinden
hemen önce Kürt kanaat önderleriyle ikili görüşmeler yaparak Kürt
sorununa demokratik çözüm önerilerini dinlemesi de eklenmeli.
Irak Kürt Federe Yönetimi de, gerek KDP gerekse de YNK anlamında,
Kürtlerin büyük çoğunluğunun yerleşik olduğu Türkiye’de, Kürt
sorununun çözümü için öteden beri yoğun bir çaba içinde oldukları
ve bunu bir sonuca ulaştırmak için ellerinden geleni yapmaları hem
siyasal duruşları hem de çıkarları gereğidir.
Yanı sıra, pek çok Kürt örgütü ile kıyıda köşede, nispeten bağımsız
davranan ya da çeşitli siyasal pozisyonlarda görev yapan Kürt
aydınları da, Kürt sorununun barışçıl çözümü için atılacak her
adımı içtenlikle destekleme ve katkıda bulunma niyetiyle,
gelişmeleri izlemekte ve aynı zamanda “silahın bir hak arama aracı”
olmaktan çıkmasını savunmaktadırlar.
Tam da bu koşullarda konuya ilişkin en etkili işaret, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün Tahran’a giderken uçakta, ‘Kürt meselesi
konusunda iyi şeyler olacak’ şeklindeki sözleri oldu.
Ardından, Cengiz Çandar’ın “Celal Talabani ile ‘PKK’nın
silahsızlandırılması’na dair...” ve “Çankaya’daki
Abdullah-İmralı’daki Abdullah” yazılarında dile
getirdikleri ve eşzamanlı olarak, Ertuğrul ÖZKÖK’ün;
“Öcalan, kanın durdurulması ve Kürt sorununun çözümüne
gerçekten yardımcı olabilecekse, onun eli de itilmemeli.”
şeklindeki yeni ve açık desteği ve son olarak da, Ahmet Altan’ın
“Apo ve Mandela” başlıklı yazıları, konunun
önemini oldukça çarpıcı ve yepyeni bir söylemle öne çıkardı.
Bu rağmen, siyasetçilerin, kamuoyunun bir bölümü ile asker-sivil
bürokrasinin önemli bir kesimi Kürt sorununda çözüm amacıyla
atılacak adımlara; af/siyasal yaşama kazandırma, silahsızlanma,
konferans vs. şiddetle karşı çıksa da, PKK’nin-Abdullah
Öcalan’ın “konferans” diye
adlandırılabilecek sürecin, taraflarından olmazsa olmazını
oluşturduğu açık. Ancak katılımın doğrudan mı, yoksa bir
parti veya başka bir kurum üzerinden mi olacağı sorunu,
aslında sadece PKK açısından değil, ABD, AB, Kürtler dışında, Irak,
İran Suriye vs için de geçerli- tamamen şekli bir sorun gibi
gözüküyor.
“Uluslararası Kürt Konferansı” gibi, önemli bir aşamaya doğru hızla
seyreden sürecin “silahsızlanma” yı da içermesi
nedeniyle, “tasfiye” önyargısı ile bir yana
itilmesi riski de, satır aralarından açıkça okunabiliyor.
Eğer süreç her şeye karşın, böylesi bir olumsuz sonuca evrilirse,
çok yeni sancılı bir başka sürece girileceğini ve tabloyu yeni
okumaların takip edeceğini şimdiden söylemek kehanet olmayacak. (20
03 2009)