Zor zamanlardan geçiyoruz vesselam…
Sadece zor değil ilginç de aynı zamanda. İyi ve kötünün
gri bir dumanın arkasına saklandığı zamanlardan
geçiyoruz.
Yalnızca içimizdeki hainlerle uğraşsak neyse,
küresel güçler de tüm ceberutlukları ile yükleniyor üzerimize.
Dört bir yanımız değil üstümüzden ve altımızdan da olmak üzere
altı tarafımızdan çevrilmiş haldeyiz.
Abandıkça abanıyor, yüklendikçe yükleniyor kadim
düşmanlarımız…
Ve biz bu kavgada hayatta kalmak için
“Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı
deme” dönemini yaşıyoruz maalesef…
Dayılaşan ayılar hallerinden memnun,
göbeklerini kaşıya kaşıya gülüyorlar. Kahkahaları
Fizan’dan değil taaa Çin’den Maçin’den
duyuluyor…
Eh ne de olsa dayı olduklarını hissettirmek
için takla üstüne takla atıyor birileri…
Dayıların keyfi yerinde de ya köprüyü geçmeye
çalışanların arkasındaki diğerleri ne âlemde?
Ne derler, ne düşünürler, ne yaparlar acep?
AKLI KARIŞIKLAR
Zannımca bir kısmının kafası baya bir karışık.
Hem de öyle bir karışık ki kafayı yemek
üzereler.
Bir süre sonra psikologların kapılarını aşındırmaya başlarlarsa
hiç şaşırmam. Kolay değil daha düne kadar karşısında durduklarına,
en büyük tehlike gördüklerine “ağam, paşam”
demek…
Kolay değil varlık nedenlerini inkâr etmek.
Davalarına sırt çevirmek...
Dün “siyah” dediklerine bugün
“beyaz” demeyi herkes
kaldıramayabilir.
Zihinler iflas edebilir ve ediyordur da…
Köprüden düşüp telef olacaklar muhtemelen!
Diğerlerinin bir kısmının vicdanı rahat değil. Kabullenemiyorlar
yeni söylemleri.
Zihinleri ayıya dayı demek gerektiğini söylese
de vicdanları kabul etmiyor yeni
jargonu.
İçlerindeki bir şey “yanlış yapıyorsun” diyor
sürekli…
Rahatsızlar, hem de fena halde rahatsızlar…
Bunlar da köprüden geçemeden telef olacak
muhtemelen. Eee, vicdan bu, yalan söylemez…
Diğerlerinin bir kısmı şahsiyet ve kimlik kavgası
veriyor. Kolay değil yeni bir role bürünmek. Hele ki o rol
yan yana dahi durmak istemediğiniz bir kimlikse…
Elli yıllık, altmış yıllık karakter, kişilik ve rolünden taviz
verip yeni bir kimliğe bürünmek travma yaşatır
insana.
Beyinleri yakar…
Diğerlerinden bir kısım var ki hallerinden oldukça memnun.
Yeni duruma adapte oldular.
Daha bir yıl önce dalga geçtiklerine şimdi alkış tutup
methiyeler diziyorlar. Dayıdan daha dayı
oluverdiler birden.
Hatta o kadar ileri gidenler var ki dayıya dayılık
öğretiyorlar. “En iyi dayı benim” kavgası
yapıyorlar kendi aralarında…
Söylemeye gerek yok, arkada olmalarına rağmen bunlar
köprüyü çok sevdiler.
Bıraksalar yıllarca kalırlar orada, dayının kendisi
olurlar ölünceye kadar…
KÖPRÜDEN SONRA
Peki, köprüyü geçtikten sonra ne olacak?
Veya köprü geçilebilecek mi acaba?
Acaba köprü geçildikten sonra köprüyü geçenler
arkalarında birilerini bulabilecekler mi?
Köprüyü geçemeyip telef olacakların sayısı o kadar fazla
ki…
“Ayı”ya “dayı” demenin
bedeli tahminlerden çok daha fazla olabilir.
Köprüden sonra ayak basacak bir zemin bile
kalmayabilir.
Ne zamana kadar “ayı”ya “dayı”
denilecek?
Ya bu köprü kendi içinde bir daireyse?
Nasıl çıkılacak bu paradoksun içinden?
Yoksa hiç çıkılmayacak mı?
Artık hep köprüde mi kalacağız?
Ya omurga eğikliği yüzünden dik duramazsak?
Yapılmak istenen bu mu?
“Ayı”ya “Ayı” demenin suç
olacağı zamanlara doğru sürükleniyoruz.
Tırnaklarımızla kazıyarak, büyük bedeller
ödeyerek elde ettiğimiz kazanımları bir çırpıda
kaybedeceğimiz bir sürece kendi ayaklarımızla mı
giriyoruz!?
İnşallah “Va esefa” demeyiz ama görünen
köy kılavuz istemez.
Bu köprü bizi aydınlığa değil de karanlığa,
zifiri karanlığa götürür mü acaba?