Kim daha cömert?

Bize en çok çıkarı kazandıracak kişi veya kurumların arkasından kendimizi paralarcasına koşturuyoruz.

Mustafa Sabri Beşer msbeser@internethaber.com

Günümüz meseleleri ve yaşamaya çalıştığımız süreç çok ilginç ve hiçbir döneme benzemeyen farklı bir çağ; nerdeyse tek bir köy haline gelen dünyamızda fikri, dini, siyasi, ekonomik çalkantılar, sıcak ve soğuk savaşlar, küresel mücadeleler, insanı ilahi ve istikametli çizgiden uzaklaştıran batıl sistemler, akımlar ve düşünceler…

Sözde beşerî sistemler insana dünya nimetlerini ve huzurunu vermek isterken insanın ruh cephesini unuttu hatta aklına bile getirmedi, getirmek bile istemedi, hatta kasten ihmal etti.

İnsanın manevi ve ruhi yönünü yok saydı, planını ona göre yaptı. Bu gidişler maalesef netice çok acı olacak.

Kaygan bir zeminde ve kaymaya çok müsait bir hayatı yaşamak zorunda olan bizler çok zaman nefes darlığı çekmekteyiz. Hava kirli, temizleme imkânı yok, bu ne haldir diye soran da yoksa bunalımlar peş peşe gelir, ama bunalandan başkaları fark etmez bu hali.

Bazen üç kuruşluk dünya hayatı için atmadığımız takla kalmıyor. Bize en çok çıkarı kazandıracak kişi veya kurumların arkasından kendimizi paralarcasına koşturuyoruz.

Amacımız bu fani dünya hayatında “cömert” birisini bulup rahat edebilmek. Acaba kim daha cömert, bu cömert kişiyi nasıl bulacağız?

İşte size tüyo niyetine kıssadan bir hisse:  

Salih, mahallenin en bıçkın delikanlısıydı, herkes ondan korkar, çekinirdi. Bıyığına sürdüğü yağın parıltısı elli metreden belli olurdu. Mahalle mektebini bıraktıktan sonra iyice eğlencelere dalmış, şehirde nerede bir eğlence varsa oraya takılır olmuştu. Herkes onu eğlencelerin padişahı olarak bilirdi.

Herkes Salih'ten çekinir korkardı ama o da mahalle mektebinden hocası olan İsmet Hoca'dan çekinir ve korkardı. Ne hikmetse onu uzaktan görünce toparlanır, terbiyesini takınır, karşısında el pençe divan dururdu.

İsmet Hoca, Salih’le karşılaştığı bir gün “Oğlum yine papaz uçuruyormuşsunuz, bize haber vermek yok mu? Burada hocamız varmış demek yok mu? Hocalık hakkı bu kadar çabuk unutulur mu?” dedi. Salih duyduklarına inanamıyordu ya yanlış duymuştu ya da İsmet Hoca kendisiyle alay ediyordu. Öyle ya, herkes İsmet Hoca'yı evliya olarak bilirdi.

“Estağfirullah Hocam, o ne demek öyle!”

İsmet Hoca, sakalını sıvazlarken bir taraftan da gülüyordu: “Ya evlâdım, biz de insanız, ilk eğlencede beni de çağır.”

“Aman Hoca Efendi, yok öyle şey, estağfirullah...”

“Oğlum haberim var, bu akşam aşağı bağda imişsiniz. Amma biliyorsun ben yaşlıyım. Sen bana bir semaver kurduruver, akşama sizdeyim.”

İsmet Hoca bunu söyledikten sonra gitti. Salih ise bir müddet daha kendine gelemedi. Ne yapacağını şaşırmıştı. O akşam gerçekten de aşağı bağda eğlenceleri vardı. İsmet Hoca bunu biliyordu. Peki gelir miydi? Yok canım hiç öyle şey olur muydu? Ya gelirse...  Bir an aklından İsmet Hoca'nın geldiğini geçirdi... İsmet Hoca, cübbesi sarığıyla, çengi kız parmaklarında ziller yahut ellerinde kaşıklar...

Salih o akşam, her ihtimale karşı bir semaver kurdurdu, orada bulunanlara da durumu anlattı. Bir müddet sonra İsmet Hoca cübbesini sallaya sallaya geldi. Semaverin başına çöktü. Oyun meydanına sırtını döndü, oradakileri selamlayıp oturdu.

Biraz sonra çengi geldi. Çengi oynamaya, orada bulunanlarda kâselerde içmeye başladılar, ancak İsmet Hoca aralarında olduğu için rahat hareket edemiyorlardı. İsmet Hoca sırtı oyun alanına dönük olarak, istifini hiç bozmadan saatlerce oturdu. Neden sonra oynayan cengi yoruldu. İsmet Hoca’nın tok sesi duyuldu: “Kızım işin bitti mi?”

Kız şaşkın bir şekilde cevap verdi: “Bitti Hoca efendi.”

“İyi öyleyse giyin gel!”

İsmet Hoca dönerek ter içindeki çengiye sordu: “Kızım bak ter içinde kalmışsın, çok yoruldun değil mi?”

“Yoruldum Hoca efendi”

“Kızım bu Efendiler sana bu zahmetin karşılığında kaç para verecekler?”

“İki mecidiye Hoca Efendi.”

“Peki kızım, Allah mı cömert bu efendiler mi?”

“O nasıl söz Hoca Efendi! Tabii ki Allah cömert.”

“Peki, Allah yolunda bu kadar terlesen, O sana iki mecidiye vermez mi?”

Bu sözle birlikte çengi kız kendinden geçti. İsmet Hoca’nın eline yapıştı. Orada bulunanlara da bir hâl oldu. Salih ise hepten kendinden geçmiş, derin düşüncelere dalmıştı. O günden sonra ne Salih'i ne de çengi kızı eğlencelerde gören olmadı...

Peki biz hâlâ üç kuruşluk dünyada az bir çıkar için eğlencelerin ya da hak etmediğimiz süslü makamların peşinde koşmaya devam edecek miyiz?