Referandum oylamasına giderek yaklaşıyoruz.
Siyasi partiler canhıraş bir şekilde teşkilatlarını örgütlüyor
ve saha çalışmaları için kendilerini bileyliyorlar.
“Kararsızlar” için ya da “hayır” diyecekler
için veyahut “evet” diyecekler için ikna ses ve
sözcükleri türetmeye çalışıyorlar.
Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim mesele takımının galebe
çalması adına uygulanabilir taktikler ile sahaya çıkmak
olmamalı.
Hangi saik ve argümanlarla olursa olsun hedeflenen sonuç
devletimizin bekası olsun.
Ve bunun için de naçizane yazılarımda araştırma yapılması
gerektiğinin elzemini tembihlemiştim.
Şimdi müsaade ederseniz bu sürecin ardından şunu belirteyim ki;
devletin maslahatı adına bir vatandaş olarak atılacak en akıllı
adım sonucunda ki karar “evet” olmalıdır.
Bunun nedenlerini ya da kesinlikle vücut bulması adına inşa
edilecek bütün materyalleri tarihsel, siyasi ve inanç gereği olarak
net bir zemin üzerinde ispatlayabiliriz.
Ama ben bu gayret içerisine girmeyeceğim zira mefsedet
zincirinin boğumlarına takılmışlara yönelik gayretin daha erdemli
olacağına inanıyorum.
Millet olarak bizler ecdadı ile övünebilen insanlarız.
Övünmüş olduğu ecdadına yönelik kem sözler ya da fiziki
girişimlere şecaat ile karşı durduğumuzu 15 Temmuz gecesi
içerdekilere de dışarıdakilere de gösterdik.
Dışarıdakilere yönelik söylenmesi gerekenleri söyleyenler ya da
eylem içerisinde hadlerini bildirip susturanlar var çok şükür.
İçeridekilere yönelik birkaç kelam etmenin doğru olduğunu ve
referandum öncesi kendi fikri ile değil de puta tapanların ya da
gayri ahlaki kimliğe sahip olanların fikirleri ile adım atacaklara
“doğru” yönlendirmenin yapılması gerektiğini
düşünüyorum.
“Kararsız” olma aslında tereddüt çemberinde
hapsolmaktır. Öncelikle bu kişileri tereddütten uzaklaştırmak
lazım.
Tereddüt noktasında ısrarcı olmak ise fikirlerde
düzensizliği ve istikrarsızlığı doğurur bunu da
unutmayalım.
Tereddüt ne yapacağını bilemeyen insanların telaşıdır. Gelin
birlikte küçük bir örnekle bu telaştan kurtulalım.
Millet olarak yürekli ve inançlı insanlarız. İnanç, gönülden
bağlı bulunma demektir.
İnandığımız rabbimize ortak koşmamak, şirk içerisinde
yarışa girmeden iman ettiğimiz değerlerimizi sertac
etmektir.
Sertac ettiğimiz dini değerlerimizi vatan değerlerimizle
süslemektir.
Bütün dünyayı dize getiren övündüğümüz ecdadımız bu değerleri
her daim öncelikli tutarak arzulanan başarılara kavuşmuşlardır.
Hz. İbrahim kıssasında bildiğimiz üzere kendisine dahi
yararı olmayan putlara iman etmek hem deliliğin hem de Ebu
Cehilliğin (cehaletin babası) ispatıdır.
Delilik ve cehalete bir de ahlaksızlığı eklerseniz sizce ne
olur?
Cevabı çok rahat verdiniz değil mi?
Kulübesinde çıkan yangının saiki olarak hem kapı önünde mevcut
üç beş tahta parçasının yandığını, yani küçük bir olay olduğunu
söyleyecek hem de Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın büstünün kapı önünde
olmasından ötürü kulübesinin yanmasını engellediğini
söyleyecek.
Güldüğünüzü duyar gibiyim..
Devletin kurucusuna, büstüne anlam yükleyerek putlaştırarak aynı
zamanda hakaret de etmiş olacak.
Cezalandırarak dayak atmak arzusu ile Atatürkçülüğü sopa olarak
kullanacak ama öncesinde ise putlaştıracak!
Devletin kurucusuna dahi ihanet etmiş olacak!
Bu cenahın ecdadımıza yönelik hakaretleri zaten ayyuka
çıkmış durumda.
Biriktirmiş oldukları kin ve öfkeleri bir bayana bile ahlak
sınırlarını aşmalarına neden oluyor.
Bu konuyu hiç yazmayı düşünmüyordum lakin kulübe yangını
sonrası, toplanarak sarf etmiş oldukları söylemler referandum
öncesi “kararsızlara” yönelik işaret olsun diye
kaleme aldım.
“Kararsızlar” sadece bu olaya istinaden bile
kararlarını “evet” olarak belirleyebilirler.
Zira “hayır” diye çığıran bu insanların cehaleti, inançları ve
ahlakları bile tereddüt telaşından kurtarır insanı.