Ülke insanı olarak bütün dikkatlerimizi topladığımız mecra artık
siyasi mecra halini almış durumda.
İnsan olarak özelliklerimizi unutmamak ve kaybetmemek adına
biraz gündem ve siyasetin dışına çıkılması gerektiğini
düşünüyorum.
Siyaset insan ruhunun şifası değildir.
Kurallarına göre icra edebilen için yönetim şeklidir.
İnsanoğluna lütfedilmiş o kadar çok nimet var ki madde madde
yazmaya kalksak sahifeler yetersiz kalacaktır.
Rabbimizin en büyük nimetlerinden biri; doğruyu yanlıştan ayırt
etme bilincini vermesi ve iç muhasebe uzmanını, içimize
yerleştirmesidir.
İyi ile kötünün, zalim ile mazlumun, sancı ile duyarsızlığın
farkına varılmasında ki duygu, vicdandır.
Vicdan içimizin kontrolörü, ya da asayiş
görevlisidir.
Kendimizi çoğu zaman hizaya çekebildiğimiz anlar vicdanımızın
sesinden yükselen ikazların neticesinde olur.
Bu ses bizim üzerimizde etki bırakmıyorsa lütfedilen bu nimetten
yoksunuz demektir.
Yapmış olduğumuz bir hata, iç dünyamızı acıtmakta. Bu durumun
neticesinde kendimizi aklama, temize çıkarma ihtiyacı
hissetmekteyiz.
İşte vicdan, arınma ve temize çıkmaya olanak
verir.
Vicdan bizi rahatsız ediyorsa sevinelim.
Hala bir içimiz olduğuna sevinelim.
Zira ilerleyen yaşlarla birlikte içimizdeki bir yerler kurumakta
ve ölmekte.
Merhamet duygumuz zayıflar ve egomuzun bahaneleri ile kendimizi
temize çıkarmanın yollarını ararız.
Bir dinleyelim kendimizi…
Yapılan bir haksızlığa nasıl tepki veriyoruz?
Zulüm işlediğimizde ve bunu fark ettiğimizde neler
yapıyoruz?
İçimizden bir ses bizi rahatsız ediyor mu?
Ne kadar güçlü o ses?
Sonrasında sesi kısılıyor mu?
Kendi tecrübelerimle vakidir ki meşruluğu noktasında
endişelerimin olduğu herhangi bir eylem içerisinde bulunduğumda,
şüpheli bir iş başıma geldiğinde, bir ses durmadan içimi tırtıklar
durur.
O ses niyetlenmiş olduğum eyleme galebe çalarsa, yanlış ya da
şüpheli şeyden vazgeçmiş olurum.
Bu sesi bastırmam mümkün de olabilir.
İşte susturulmaya çalışılan ses, vicdanın sesidir. Ve her
susturulduğunda emin olun sesi kısılacaktır.
Elim olaylar karşısında hislerimizde değişiklik olmuyorsa,
mazlum, gözümüzün içine bakmasına rağmen içimizde bir dalgalanma
söz konusu değilse, kendi elimizle kendimizin katili olma yolunda
emin adımlarla ilerliyoruz demektir.!
Yapmış olduğumuz hatayı en başından içimize kabullendirdiysek,
içimizde bizi rahatsız edecek bir vicdanın sesi de olmayacak
demektir.
Ya da içimizdeki yoğun gazı; karşılaştıklarımız
neticesinde öfkelenerek, bir cümlelik twitle, bir karşıt videoyla,
birkaç cümlecik çığlıkla dışarı salarak, rahatlama yoluna mı
gidiyoruz?
Bu bile bazen yeterlidir diyeceğim lâkin bu durum yukarıdan
aşağıya doğru, tepkiselliğimizde meydana gelen bir azalma şeklinde
vuku buluyorsa, tehlike sinyalleri çalmaktadır.
Sosyal medyada her gün karşılaştığımız; zulüm paylaşımlarının
altına, sesini duyurmaya çalışan vicdanımızı rahatlatmak için
birkaç yorum yazıp sayfayı kapatıyorsak, kendimize dur
demeliyiz.
İçimizde çok önemli bir taş yerinden oynamış, bunu fark
et.!
Vicdanı olmayan bir insanın kulluğu nasıl kâmil olabilir, nasıl
daha hayırlı bir evlat, kul, vatandaş, akraba, eş, dost olabilir
ki…
Karşısında durduğumuz her bir zulüm, hata ve yanlış,
bizi bileylemeli ki alışmayalım.
Bir nefeslik hayat o kadar da pahalı değil emin olun ve
her birimiz günü geldiğinde çok ucuz öleceğiz.!
Vicdan en küçük hata karşısında bile bize çok şey söyler.
Güçlenmesi için de her gün şahit olduklarımızı ilk kez
görüyormuş heyecanı ile alışmamaya zorlayalım kendimizi.
Sesi kısılmış bir vicdanın ölmesi işten bile
değil.
Bir düşünürün dediği gibi “kapanmayan tek yara vicdan
yarasıdır”