Bu hafta başında yayınlanan yazımda
Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın
açılışını yaptığı Demir Kilise’den mülhem
İslam’ın “engin saygısından” bahseden bir yazı
kaleme almıştım. Yazımda kısaca da olsa İslamofobi
konusuna değinerek Christofobi olgusuna vurgu
yapmıştım.
Yazıya gelen yorumlar bu konunun ne kadar derin olduğunu, sadece
bir yazıyla yetinilmeyeceğini gösterdi. Hristiyan âleminin
Müslümanlarla olan ilişkisinin köşe taşlarından olan
İslamofobi konusu gerçekten de
derinlemesine irdelenmesi gereken bir konu.
Şu nokta üzerinde hassasiyetle durulması ve değerlendirmeler
yapılması gerekiyor: Hristiyanlar ya da Batı İslam’dan niye
korkuyor?
Korkularının kaynağı ne?
Batı’nın İslamofobi kaygısı varken Müslümanların
Christofobi sorunu niye yok?
Bu sorulara cevap vermek için Batı dünyasının
özellikle sömürgecilik tarihine bakmak gerekiyor.
Sömürge çağının başlaması ile birlikte Avrupa devletleri
hızla dünya kaynaklarına saldırdılar.
Başta Hint yarımadası olmak üzere Afrika ve
Amerika Batı’nın adeta doymak
bilmez iştahının hedefi oldu.
Batı, medeniyet götürme vaatleriyle gittiği
coğrafyanın kaynaklarını insafsızca sömürmeye
başladı. Bu öyle bir sömürmeydi ki Avrupa insanı
bolluk ve refah içinde semirirken kaynaklarını tükettiği
halk hızla fakirleşti.
Batı sadece yeraltı ve yerüstü kaynaklarını
değil aynı zamanda insan kaynaklarını da sömürdü.
Halkı bir taraftan köleleştirirken bir taraftan soykırıma
varan katliamlar yaptı.
Batı 300 yıl önce "medeniyet
götürme" bahanesiyle yaptığı sömürgeciliği günümüzde
“demokrasi ve özgürlük” kılıfı altında
yapıyor.
Doğal olarak Batılıların bu büyük sömürge ve katliamlarına karşı
konuldu. Özellikle İslam coğrafyasında batının
saldırılarına karşı konuldu ve özgürlük
mücadeleleri verildi.
Batı, bu meşru müdafaaya hemen bir isim buldu:
“İslamofobi”
İslamofobi’yi oluşturan ise
Batı’nın bizzat kendisiydi. Kötülük yaptığı
insanların kendisine kötülük yapmasından korkuyordu.
Şimdi gelelim yazının da başlığı olan soruya: İslamofobi
var da Christofobi niye yok?
Çünkü Müslümanların Hristiyanları karşılarına alacak ve
korkmasını gerektirecek bir geçmişi yok. Çünkü karşısındakine
kötülük yapmamış ki kötülükle karşılık
beklesin.
Müslümanlar her zaman ve zeminde inançlara ve
ibadetlere saygılı olmuşlar, kimsenin malına, ticaretine,
namusuna, hürriyetine göz dikmemişler. Onun için
karşı tarafa karşı bir korku geliştirmemişler.
Her şeye rağmen ortada “İslamofobi” gibi
defacto bir durum var. Dijital dönüşüm çağını yaşadığımız şu
süreçte bu dönüşümün atraksiyonlarını dahi
İslamofobi üzerinden kurguluyorlar. Ne yapmak
lazım peki?
İşte burada da İslam dünyasının iletişim konusundaki
beceriksizliği devreye giriyor kanaatimce.
Batı dünyası sömürgeciliği medeniyet,
işgali demokrasi olarak lanse ederken İslam
dünyası özünde var olan güzellikleri niçin
anlatamıyor?
Bu sorunun temel cevabı iletişim becerisi ve
kabiliyetsizliği olabilir. Batı, en
kötü işlerini bile iletişim ambalajıyla
güzel olarak sunarken biz en güzel işlerimizi
maalesef iletişim konusundaki beceriksizliğimizle
ambalajlayıp sunamıyoruz.
En basit denklemi kurmaya kalkarsak şu acip sonuçla
karşılaşabiliyoruz; İslam dünyasının kalbi olarak
gördüğümüz Türkiye’mizde dahi bir takım sanal
mecralar üzerinden oluşturulan algı bozuklukları vatandaşlarımız
tarafından öcü olarak değerlendirilebiliyor ve kabul
ediliyor.
Demir Kilisenin açılışı esnasındaki hazirun
arasında yer alan din adamları üzerinden
Cumhurbaşkanımızın yapmaya çalıştığı güzellikleri ve
reformları tu kaka olarak addedebiliyoruz.
Galiba Batı bizim iç dünyamızda fobiyi
oluşturmuş durumda. İçte ki fobiden kurtulma stratejileri
ile birlikte dünya geneline zerk edilmeye çalışılan
İslomofobi algısını değiştirebiliriz.
İslam dünyasının bu alanda yeni iletişim stratejileri
geliştirmeye acilen ihtiyacı var…