“İnsanın tasarruf ve davranışları fikirlerinin bir
sonucudur.”
Bu kaideden yola çıkarak yazmak istedim bu yazımı. Zira çok net
ve yerinde bir cümle olduğunu düşünüyorum.
Toplumumuzda güzel fakat hep yanlış kullanıldığını düşündüğüm
bir davranış var; herhangi bir durum karşısında verilen tepkinin
sonuna eklenen şu cümlelerden oluşuyor; “Ne yapalım böyle oldu
Allah Kerim…”
Elbette Allah Kerimdir.
Bunu hiçbir Müslüman inkâr etmiyor.
Fakat ortada sorgulamamız gereken bir durum yokmuşçasına
tevekkül edermiş gibi yaptığımız bir durumdur bu.
“Edermiş gibi” diyorum evet!
Zira günümüzde her duruma o kadar lakayt kalmış
durumdayız ki elimizden geleni yapmaksızın olana bitene
“ne yapalım canım takdir-i
ilahi” diyerek sorumluluğumuzu Allah’a havale
eden bir hal ile yaşıyoruz hayatımızı.
Olan her şeyde sonuca tevekkül ve rıza göstermek elbette bir
Müslüman’a yakışan tavırdır.
Lakin günümüz Müslümanları olarak bu
cümle ile olanların sorumluluğunu üzerimizden atmak
derdindeyiz.
Müslüman coğrafyasının bu halde olmasını
sadece “Allah böyle takdir
etti” diyerek açıklamak kolaycılık ve
sorumluluktan kaçmaktan ibaret bir durumdur.
“Ben nasıl bir fiil yaptım da Allah sonucu böyle takdir
etti” demeyi ne zaman öğreneceğiz çok
merak ediyorum!
Bu gün toplum olarak “insan ve toplum
kendini değiştirmedikçe Allah da takdirini
değiştirmez” (Ra’d, 13/11) gerçeğini
hala algılayabilmiş değiliz.
Bilinmesi gereken yegâne gerçek İslam
coğrafyasında olan bitenlerin Allah’ın bize layık gördüğü şeyler
değil bizim hak
ettiğimiz muamelenin olmasıdır.
Batı dünyasının manşetlerinden inmeyen, sürekli burnumuza
burnumuza soktuğu algı operasyonlarıyla bu durum İslam’ın kötü
oluşuna yontuluyor.
“İslam doğru bir din olsa siz bu halde
olmazdınız!” mealinde propagandalar ile
Müslüman’ın zaten bilmediği dinine karşı düşmanlaştırılma
politikası güdülüyor.
Evet, Müslüman olmayanın
düşmanlığından değil bizatihi Müslüman’ın kendi dinine olan
düşmanlığından bahsediyorum.
Bu fikre doğuştan Müslüman olmamızın ötesinde şuurlu Müslüman
olarak tavır almaz isek sadece çanak tutmuş oluruz.
“Bak işte halimiz
ortada” diyerek zihni karışık olan ve
neredeyse ortada kalmış olanlarımızı da yoldan saptırmak
istercesine bu tür cümleleri kuruyorlar.
Bu fikirlerin tarafsızca söylenmediği aşikar değil mi?
Cahil cesaretini aşmış hadsizlik ile her konuda bir fikri olan
bir toplum haline geldik!
15 Temmuz sonrası birlik fotoğrafımız tüm dünyaya örnek olmuşken
bu fırsatı bilinçli olarak iyi değerlendirmeliyiz.
Özgüvenimizi sadece idari meselelerde değil İslami kimliğimizde
de kazandığımızı yaşayarak ispat etmek durumundayız.
“Sözüm ona” fikrimizi besleyecek ya da istinat noktası
oluşturabilecek bilgi dinamiklerimiz ve donamımız yoksa çanak
tutmaz mıyız?
Vicdanlarımızın sesini duymamak ve daha da bastırmak gayreti ile
yapıyoruz bunları.
Nefsimizin tarafını tutarak kendi inanç ve
vicdanlarımızı eziyoruz!
Bu politikanın altında yatan ve bizim psikolojimize
yerleştirilen en önemli şey ise sokak ağzı tabiri ile kendimizi
gerçekten “ezik” görmemiz
oldu!
Bu ezikliğin asıl kaynağı da üzerimize
düşeni yapmayışımızdı!
Bu duyguyu evirdiler, çevirdiler, dayattılar, kendi ezik
yanımızı onların bize dikte ettiği yan sandık!
Müslüman’ın ezikliği üzerine düşeni yapmayışından
olmalıdır.
Onun ezilip büzüldüğü yer yaradılışına aykırı
yaşayışından dolayı Rabbinin karşısıdır.
İşte bu politika ve beynimize saldıkları sanrılar ile
Müslüman’ın kendisini ezik, ikinci sınıf görmesini sağladılar.
Yaptıklarımıza karşılık veren, kendine muhatap alan bir Rabbimiz
var bunun idrakinde olmalıyız.
Bize ezmek düşmez ama ezilmekte genlerimizde olmadığını vatan ve
bayrak sevgisi uğruna göstermiş olduk.
Din uğruna Allah uğruna dik duranlardan olmak yegâne
görevimizdir.
twitter.com/msbeser
facebook.com/msbeser