Bir önceki yazıda “Ilımlı İslam kadınsı
mı?” başlığı ile kaleme aldığım yazıma çok sayıda
olumlu ve olumsuz eleştiri aldım.
Olumsuz eleştirilerin ortak noktası genellikle modern ülkelerin
kadınlarının bizim sözünü ettiğimiz kadın
tarzından çok farklı olmasına rağmen bu ülkelerin bilim ve
teknolojide çok ileri gittikleri yönündeydi.
Hatta bir okuyucum Japon kadınlarının artık
kimono giymediklerinden bahisle
Japonların hiç de geri kalmışlık hali
olmadığını, dolayısıyla Ilımlı İslam ve
kadın üzerindeki tespitlerimin yersiz olduğunu
belirtiyordu.
Aslında bu eleştiriler tam da benim anlatmak istediğim
noktaya temas ediyor.
Şöyle ki: Batı kadını veya daha da
müşahhaslaştıracak olursak Japon kadını inandığı gibi,
inançlarının doğrultusunda yaşıyor. Batı kültürü
kadını görmek istediği gibi toplumsal hayatın içerisine itiyor.
Onu nasıl görmek istiyorsa o şekilde davranıyor ve batı
kültürünün kadını da kendisine yüklenen misyonu
hakkını vererek yerine getiriyor.
Oysa eğer İslam’dan söz ediyorsak,
İslam’da kadından söz ediyorsak bizim
mihenk taşımız Kur’an’ı Kerim ve
Sünnet olmak zorundadır.
Bunu pek tabi söylememizin yegâne sebebi Müslüman bir
toplum olduğumuz için. Her fırsatta “bende
Müslümanım elhamdülillah” diyebilen, dahası kimlik
kâğıdında dini “İslam” yazan bir millet olduğumuz
içindir.
Dolayısıyla bizim gerek kadın gerekse diğer konularda mutlaka
Kur’an’a ve Sünnete müracaat etmemiz
gerekmektedir. Kur’an ve Sünnet ’in bu konudaki
ölçüleri de bellidir.
Bu ölçüler dışında, yani inandığımızı ve iman ettiğimizi
belirttiğimiz Kur’an ve Sünnet dışında yapılacak her
hareket ve davranış bizim inandığımız gibi yaşamadığımız
anlamına gelecektir.
Ve inanmadan yapılan her işte olduğu gibi bu konuda da
başarısız olunması kaçınılmazdır.
İnsan bir işe inandığı ölçüde, inandığı şekilde yaşadığı
sürece başarılı olur.
Batı, eğer bugün başarılı ise inandığı ölçüler
içinde yaşadığı için sözüm ona başarılıdır. İnancındaki
samimiyet ölçüsünde de başarı derecesi artacaktır. Tabii
her neye inanıyorsa…
Aynı şekilde inançsız ve samimiyetsiz yapılan işler de
akim ve başarısız olacaktır.
Batı ya da okuyucumun zikrettiği gibi
Japonya merkezinde ileri devletler batıl davası için
inancının yanlış olmasına rağmen duruşundan taviz vermiyorken
biz Müslüman olduğumuzu söylememize rağmen başarılı
olamıyoruz!
Oysa biz inandığımızı söylediğimiz inancın emirlerine riayet
etmek yerine onları örnek alarak her şeyimizle onlara benzeyerek
Rabbimizi, Rasulullahı, değerlerimizi bir kenara bırakıp
onlara benzeme konusunda adeta yarışa
girebiliyoruz!
Önce bunu sorgulamamalı mıyız?
Şöyle kurgulamaya çalışalım; yanı başımızda bizi çok sevdiğini
ifaden birisinin var olduğunu düşünelim. Bizim için her şeyi feda
edebileceğini ve yapabileceğini söylemesine rağmen arkamızdan
canımıza kast eden düşmanlarımızla bir olup
onlarla vakit geçiriyor olsa ve onlar gibi yaşasa ne deriz?
Herhalde çok doğal bir reaksiyon gereği vicdan sahibi kişiler
olarak bunu kaldıramayız değil mi?
O halde, Müslüman olduğumuzu söyleyecek, başımız dara düştüğünde
yaratanın kapısını çalacak ve iman gereği en sevdiğimizin Allah
olduğunu, itaat olarak Peygamberin ümmeti olduğumuzu dile
getireceğiz ama iman ettiğimizin ve itaat ettiğimizin emirleri
doğrultusunda bir hayat idame ettirmeyeceğiz.
Sözleri ile davranışları birbirini tutmayan kimse için
Anadolu’muzda bir tabir vardır; “bu ne
perhiz bu ne lahana turşusu!”
İleri düzeyde olan toplumların ahlakı ile ahlaklanırsak, onların
kültür ve inanç libasları içerisine girersek iman ettiğimiz
ve en sevdiğimizi söylediğimiz bizi bize bırakır mı
zannediyoruz?
Unutmayalım! Allah ihmal etmiyor imhâl
ediyor!
Biz hem bir taraftan Kur’an ve Sünnete inandığımızı
iddia ediyoruz bir taraftan da bu mihenk taşlarına
muhalefet edercesine yaşıyoruz. İşte bu nedenledir ki
“Üstü Şişhane, altı Tophane” diye bir deyim bile
türemiş edebiyatımızda.
İnandığımız gibi yaşadığımız sürece hangi kimlikle içtima-i
hayatta olursak olalım inancımız gereği şeklinde hareket eder ve
davranış sergileriz.
Yani inandığımız gibi yaşamıyoruz, inandığımız gibi
yaşamadığımız için inandıkları gibi yaşayanlar gibi başarılı
olamıyoruz.
İnandığın gibi yaşamak veya yaşamamak… İşte bütün mesele
burada…