Yazımıza küçük bir menkıbeyle başlayalım;
Abdülkadir Geylani hazretlerini bilirsiniz.
Bu zat ile anlatılan bir menkıbe vardır. Tam da anlatmaya
çalışacağım durumlara karşı kişinin nasıl hareket etmesi
gerektiğine dair çarpıcı bir örnektir.
Abdülkadir Geylani bir ses işitti: "Ey Abdülkadir! Ben senin
rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım" diyordu.
Abdülkadir Geylani hemen istiğfar çekti.
"Kovulmuş şeytandan Allaha sığınırım. Sus ey melun!" diye
bağırdı.
Bunun üzerine aynı ses; "Ey Abdülkadir! Rabbinin izni ile
çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden
kurtuldun. Hâlbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan çıkardım.
Şeytan olduğumu nasıl anladın?”
Geylani: "Sana haramları helâl ettim, sözünden anladım.
Çünkü Allah böyle bir şey emretmez" dedi.
FETÖ ve avenesine cuk diye oturan bir menkıbe değil mi?
Siyasi iktidarın rehaveti aramıza bizi aldatan albenili
şeytanları sokmasın!
Ülkemizde belli bir kitlenin ekonomik düzeyinin artması ile
birlikte Müslümanlar arasında da Allah'ı ve ahireti unutturacak
derecede, dünya hayatını talep edip daha cazip bulanlar oluyor!
Allah, mutlak manada bilinip iman edilmeyince, ahiret bilinci
hayatımızın hiçbir alanında yokmuşçasına hayat standartları
oluşturuluyor.
Bunun getirisi olarak dini değerlerimiz ve amellerimizde
pazarlıklar yapılmaya başlanıyor.
Sadece inanç olarak algıladığımız değil, hayatı saran mutlak bir
akide anlayışı içerisinde ibadet ile itaatin, yani uluhiyet
meselesinin idrak edilmesi ve yaşantımızın bütününe nüfuz etmesi
gerekir
Bu noktadan bakıldığında Allah'tan başka otorite
düşünemez Müslüman.
Günümüz Müslümanlarında vuku bulan “kendi anlayışımız” mantığı,
belirlediğimiz sınırlara göre bir din algısı oluşturdu.
Sınırlarımıza göre din algısı ile dine karşı pazarlık
yapılmaz.
Akide ve ulûhiyetin sağlam olmadığında tehlike kapıda
demektir.
Bunun en yakın örneğini FETÖ oluşumda yakinen müşahede
ettik.
Akidesi sağlam olmayanlar başlarındaki meczubun verdiği tüm
gayr-i meşru fetvalara boyunlarını eğerek itaat ettiler.
Sorgulamadan sormadan…
Neden sormadan sorgulamadan sorusunun cevabı da bellidir
aslında.
Kişinin nefsine hoş gelen şeyleri bir kılıfta sunma ve onun
akabinde maddi getirilerin en üst seviyede olmasıdır!
Aklını menfaati için başkalarına kiraya vermek ve nefse
itaat sonucunda olacaklar oldu!
FETÖ tarzındaki oluşumlar ıslahat yerine inkılab tercih
etmiştir. Fakat nasıl bir inkılâb?
İnsanların inanç kodlarıyla küçük küçük oynayarak sonunda onu
istediği noktaya getirebilecek bir inkılab.
Bunu yaparken de en çok kullanılan
şey maddi anlamda kişiyi güçlü kılarak bu
gücün kendisine “davaları için” ihsan edildiğine inandırılması
olmuştur!
Ve rahata alışan maddi gücü elde eden insanın nefsine ve
menfaatlerine yenilmemesi mümkün olmayan hale geldiğinde ise son
darbe indirilir…
Zaten Kur'an merkezinden uzaklaşıp
kişi merkezli inanç sistemine tam adapte olmuş bir kişiye
istediğinizi her şeyi her türlü koşul altında
yaptırabilirsiniz!
İslam'ın getirdiği emir ve yasaklarını uygulamaz, manasını ihata
edip idrak edemezsek, zamanın vahametini kavrayamamışız
demektir.
Müslüman yaşadığı dünyanın kendisine sunduğu koşullara
ve şartlarına değil, her koşulda dinin şartlarına uyan
kişidir.
Maddi gücün bizi nereye taşıyacağına bakmadan ipleri başkasında
olan güçlerin bizi nereye götüreceği malumdur.
Maddi kuvvetin bir işe yaramadığı da gözler önün serilmiş
oldu.