İlker Başbuğ'dan olay açıklamalar
Abone olEski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, katıldığı bir imza gününde Balyoz ve Ergenekon operasyonlarını değerlendirdi.
MUĞLA'nın Bodrum İlçesi’nde, yaz
tatilini geçiren Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral İlker
Başbuğ, söyleşi ve imza gününe katıldı.
İlker Başbuğ, "Atatürk’e diktatör demek ayıptır, tarihi
hata olur" dedi. TSK'nın MİT ile bağının zayıfladığını da
söyleyen Başbuğ, "TSK hazırlıksız yakalandı" diye
konuştu.
Genelkurmay eski başkanı ve emekli Orgeneral İlker Bağbuğ Bodrum’un Yaka Mahallesi’ndeki Dibeklihan Kültür ve Sanat Köyü’ndeki Orhan Kemal Meydanı’nda düzenlenen şiir, söyleşi ve imza günü etkinliğine katıldı. Emekli albay ve şair Zübeyir Batur, İlker Başbuğ’un yazdığı ve kendisine ait şiirlerini okudu. Ardından Sanat Köyü’nün yöneticisi mimar Cenap Tezer’in moderatörlüğünde düzenlenen söyleşiye eski gazeteci Nükhet Anadol Tatari ve İlker Başbuğ katıldı. Etkinliği aralarında eski Muğla Valisi Cemil Serhatlı, eski Bakan İmren Aykut’un da bulunduğu yaklaşık 500 kişi izledi.
Vatandaşların ’Atatürk gerçekten diktatör
müydü?’ sorusuna İlker Başbuğ şu şekilde cevap verdi:
"Kesinlikle hayır, peki o zaman Atatürk’ü siyasi çerçevede
nereye koyacağız, Atatürk ülkesinin demokrasiye taşıyan bir lider
olarak taşın lider olarak çıkıyor. Diktatör olarak yakıştırmalar
tamamen yanlış, 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıktıktan sonra aramızdan
ayrıldığı 10 Kasım 1938’e kadar sadece halka inanıyor, güveniyordu.
Bir tarafından savaş veriyorsunuz, kurtuluş savaşını, birçok
sıkıntı ve sorunlar ve ilk meclis gerçekten muhalif seslerin olduğu
bir yerdi. Atatürk gerektiği zaman cephedeki savaşı bırakıp meclise
gelip meclise hesap veriyordu. Savaş zamanında bile meclisine hesap
veren bir kişiye nasıl diktatör diyebilirsiniz."
TÜM SORUMLULUK HÜKÜMETİN
İzleyicilerden ’Ordunun sivil siyaset karşısında durumu ne olmalıdır?’ sorusu üzerine ise Başbuğ, "1982 Anayasasının başkomutanlık ile ilgili 1924 Anayasasından alınmıştır. 112 madde başkomutanlık TBMM manevi şahsiyetinden ayrılmaz der, Cumhurbaşkanı tarafından temsil edilir. Bu yoruma ve tartışmaya açık, başkomutanlık dediğiniz zaman silahlı kuvvetlere emir verecek durumda olması lazım. Temsil ayrı, emir komuta olayı ayrıdır. O maddede Genelkurmay başkanı silahlı kuvvetlerin komutanıdır, genelkurmay başkanı savaşta başkomutanlık görevini Cumhurbaşkanını namına yürütür, der. Benim görüşüm, başkomutanlık savaş halindedir barışta başkomutanlık olmaz, o halde başkomutanlık savaş hali ile ilgilidir. Anayasanın son maddesinde derki; Genelkurmay başkanı görev ve yetkilerinden dolayı başbakana sorumludur. Bu da emir ve direktif verme yetkisi başbakandadır. Genelkurmay başkanı olduğumun ikinci günü dedim ki: Ben her hafta nasıl cumhurbaşkanı ile görüşüyorsam başbakan ile de görüşmem lazım dedim ve her hafta görüşmeye başladım. Parlamenter sistem ile yürütülen bir devlet yapısına sahibiz, bu nedenle tüm sorumluluk hükümettedir" diye yanıtladı.
MİT İLE TSK ARASINDAKİ KÖPRÜ ZAYIFLADI,
TSK BU HAİNCE PLANA HAZIRLIKSIZDI
İlker Başbuğ, bir okurun ’keşkeleriniz oldu mu?’
sorusuna şöyle cevap verdi:
"Geriye dönüp baktığımızda olayları şimdi daha iyi görebiliyoruz.
TSK bu sürece hazırlıklı mıydı, doğrusu hazırlıklı değildi. TSK
kendisine yönelik haince bir planlama olabileceğini düşünemedi.
Hazırlıksızdı. Asimetrik bir psikolojik hareket yürütüldü, bununla
mücadele çok zordur. Aslında işin özüne bakarsanız bu bir
istihbarat savaşıdır. Bu savaşta çok güçlü bir istihbarata sahip
olmanız gerek, gerçeği söylemek gerek artık. İnsanların bunu
bilmesi lazım. İstihbarat olarak zayıfsınız. MİT ile TSK arasındaki
köprü zayıfladı. İç istihbaratta boşluk oldu. Bazı olayları belki
zamanında doğru okuyamadık kabul etmek lazım. Askeri yargıda bu
konuda tam hazırlıklı değildi. Askeri yargıda belirli kalıplar
içindeydi birden bire bambaşka olaylar içinde buldu kendini,
hazırlıksızdı. Medya ile yürütülen psikolojik savaşta medyada
gücünüzün olmaması durumu vardı. Karşı taraf o kadar büyük güçlü
bazı medya guruplarına bu misyon olarak verilmiş. Diğer medya
bölümü de askeri vesayet diyor. Askeri vesayet diyenler siyasi
otoriteye hakarettir farkında bile değiller, çok çirkin ve yanlış
bir tabir. TSK’da tasfiye ile orduda çok ağır bir fatura çıkıyor
karşınıza... Kara kuvvetleri büyük deniz kuvvetlerinde ciddi bir
darbe var. Geleceğin en önemli personelinin tasfiye olduğunu
görüyorsunuz, yazıktır. En büyük dava Balyoz’dur. Hepsi değerli
arkadaşlarımızdı, ordunun bu açığı kapatması seneler alır. İnsan en
önemli silahtır kolay yetişmiyor, yıllar alır. Bir deniz yüzbaşıyı
alıp komodor yapamazsınız tecrübe ve yıllar lazım. Çok değerli
kadroların tasfiye olduğunu görüyorsunuz. Yasalar ne diyorsa onunu
içinde kalınması gerekir."
YAPILAN DARBE VE OPERASYON TSK’YA
YÖNELİKTİ
Deniz kuvvetlerine vurulan darbenin nedeni nedir sorusu üzerine
İlker Başbuğ, "Yapılan darbe ve operasyonun hedefi TSK’ya
yönelikti. Özellikle Balyoz davasında yargılanan Deniz kuvvetleri
personelinin oranının fazla olmasının nedeni. Üç tarafı denizle
çevrili Osmanlı donanması İnebahtı’da yakıldı ve Akdeniz’deki
hakimiyeti bitirildi. Deniz kuvvetlerinin yapısı daha farklı, üç
tarafınız deniz ile çevrili ise daha da önemli. Karadeniz’de Türk
donanması bayrak gösterecek, bir fırsatını bulsalar Montrö
anlaşması ile oynamaya çalışacaklar. Ege’de ise Kardak krizi 24
saatte çıktı. Kardak krizi gibi bir sorunun çıkmayacağının
garantisini kim verebilir. Deniz kuvvetleri teknoloji olarakta,
Türk savunma sanayi son 20 yılda çağ atladı, inanılmaz bir noktaya
geldi, hafife almayın kendi muhribimizi yapıyoruz, kendi tankımız
yapacağız, mümkünse dışa bağımlılığı azaltmak gerekir, deniz
kuvvetleri burada daha öndeydi. En iyi silaha ve gemiye sahip
olabilirsiniz. Ama onu personel kullanacak, birikimli personel
kullanacak. Casus soruşturmasında iddia edilen bilgi sızdırması da
yalan, orada üsteğmen var, o üsteğmen ile konuştum. Niye seni
buldular dedim, bana; ’Komutanım Savarona yatına yapılan baskında
vardım’ dedi" diye konuştu.
MAHKEMEDE CEZALAR OKUNURKEN HEYECANLI
DEĞİLDİM
İlker Başbuğ konuşmasını şöyle tamamladı:
"TSK personeline yönelik çok haksızlık yapıldı kabul
edilemez iddialar vardı, asıl acıyı cezaevinde olanlar bizler değil
dışarıdaki aileler yaşadı. Dışardakilerin durumu çok daha zordu.
Yaşanan travmayı cezaevinden çıktıktan sonra görüp anlıyorsunuz. 5
Ağustos 2013’te bu kararı bekliyorduk, belli şartlanılmış önceden
karar verilmiş, kimse sizi dinlemiyor dikkate almıyor. O mahkemeden
çok olumlu karar çıkacağını biliyorduk, ama gerçekleri bizim
bilmemiz güç veriyordu. Mahkeme salonundaki tablo inanılmazdı.
Cezalar okunurken heyecanlı değildim. Hakimler cezaları okuyorlar,
ama sesleri çıkmıyordu. Bir insanlık suçu yaşanıyordu, rezalet bir
durumdu. Mithat Paşa çadır tiyatrosunda yargılandı. Bizimki çadır
tiyatrosundan da berbattı. Zaten baştan sona tiyatroydu, ben cezayı
aldıktan sonra oturduk konuştuk. Yattık uyuduk. Müebbet hapis
almışız, yasalar değişmese adam idamımızı isteyecekti. Huzurluyduk
çünkü bir şey yapmamıştık. Ben rahat uyudum, ama hakimler rahat
uyuyamadı. Burada biz Türkiye Cumhuriyeti’nin genelkurmay başkanını
hapise tıkma cesaretini bulduk, demekti."
Yaklaşık Bir buçuk saatlik söyleşinin ardından İlker Başbuğ, ’Suçlamalara Karşı Gerçekler’, ’Terör Örgütlerinin Sonu ve 20. Yüzyılın En Büyük Lideri Atatürk’ isimli kitaplarını imzaladı.