İktidar, sen nelere kadirsin
Abone olİnönü'nün annesi irticaya nasıl geçit vermişti?
Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın beyaz tülbentli resmini her
Atatürk köşesinde gördüğümde şu fikre kapılırım: Acaba İnönü’nün
şevket devrinin önü 1950’de kesilmemiş olsaydı bugün biz okul
köşelerinde Zübeyde Hanım yerine Cevriye Hanım’ın resmini mi
görecektik?
Cevriye Hanım da kim mi? İsmet İnönü’nün siyah başörtüsünü son
nefesine kadar çıkarmayı reddetmiş olan sevgili annesinden
bahsediyorum.
Bir: Okullarımızın olmazsa olmazı ‘Atatürk köşesi’, büyük ölçüde 27
Mayıs’tan sonra yaygınlaşan nevzuhur bir uygulamadır. İnönü
devrinde yoktur. İki: İnönü’nün, kendi resimlerini Atatürk’ünkiler
yerine resmi dairelere astırdığı gibi, eğer kendisinden önce
‘Atatürk köşesi’ uygulaması olsaydı bunu da derhal ‘İnönü köşesi’ne
çevireceğinden kuşkunuz olmasın. Üç: Orada oğullarının iki yanında
Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım’ın resimleri yerine Reşit Efendi
ile Cevriye Hanım’ın resimlerini görüyor olacaktık.
Cumhuriyeti kuran büyüklerimizin, Atatürk ve İnönü’nün hayatları
hakkında çok sayıda yayın yapıldı gerçi ama eşlerine sıra gelince,
bir iki derleme dışında yayın yoktur neredeyse. Hele anneler? Bir
Zübeyde Hanım biyografisi neden yoktur? Ya Cevriye Hanım neden
gözlerden saklanır ısrarla? Başı örtülü olduğu için olmasın
sakın!
Kimdir Cevriye Hanım? Torunu Gülsün Bilgehan’ın yazdığı “” isimli
kitaptan öğrendiğimize göre Rumelili bir aileye mensup. Babası,
bugünkü Bulgaristan’ın Razgrad şehrinde medrese hocası. Bitlis’te
Kürümoğulları diye bilinen bir aileden Hacı Reşit Efendi’yle
1880’de evlenmişler. İsmet ailenin ikinci evladı. Kocası Reşit
Efendi 1920’de ölünce Cevriye Hanım dul kalıyor.
Bilgehan, ninesini şöyle takdim ediyor: “Hepsini [yani bütün
aileyi], akıllı, otoriter bir Osmanlı kadını olan Cevriye Hanım
yönetirdi.” Bunu bir kenara not edin, zira Cevriye Hanım öyle kolay
pes edecek bir kadın değildir; oğlu üzerindeki nüfuzunu da son
yıllarına kadar sürdürecektir. Tabii gelini Mevhibe Hanım’ı
huysuzlukları ve hükmetme tutkusuyla nasıl çileden çıkardığını da
öğreniyoruz kitaptan.
İşte bu Cevriye Hanım, 1949 yılında öyle bir olayın altına imza
atmıştı ki, kelimenin tam manasıyla ortalığı ‘duman etti’. Bunun
nasıl olduğunu görmek için 13 Ekim 1949 tarihli “Hürriyet”
gazetesine uzanmamız gerekecek.
Türkiye CHP iktidarının ellerinden hızla kaymakta, Batı Bloku’nun
de zorlamasıyla ilk kez tek dereceli ve hür seçimlere doğru
gitmektedir. Bu sırada CHP’lilerin nasıl dini bütün Müslüman
kesildiğini imam-hatipleri açmaktan türbelerin kapısına vurulmuş
olan paslı kilitleri sökmeye kadar pek çok olayda gözlemlemek
mümkün. Müslümanlığı Demokratlara kaptırma telaşı bacayı sarmış
durumdadır anlayacağınız.
İslamî konulardaki serbestleşmeye basın da ucundan kıyısından ayak
uydurmuş, eskiden geçiştirilen Ramazanlara, hacca geniş yer
ayırmaya başlamıştır. İşte “Hürriyet” gazetesinden Hikmet Feridun
Es, o yıl özel olarak hacca gönderilmiş ve “Hürriyet” reklama
asılmış, okurlarına yılın yazı dizisi olarak duyurmuştur hac
hatıralarını.
Yayın başlamıştır ama daha ilk günden bomba da patlamıştır. Hikmet
Feridun Es Kabe’nin anahtarcıbaşısı Şeyh Şeybî ile görüştükten
sonra onun şu sözlerini aktarmıştır:
“Cumhur Reisiniz İsmet Paşa’nın validesinden bir mektup aldım.
Kâbe örtüsünden bir parça istemiş!.. Güzel bir parça hazırlatıp
gönderdik.”
Kâbe örtüsü eskiden beri halk arasında her derde deva olarak
bilinir. İnanışa göre görmeyen gözleri açıyor, tutmayan ellere
ayaklara hareket getiriyormuş.
Bunu yapan halktan biri olsaydı CHP’lilerin tavrı malumdu.
Basardınız batıl inançlı, hurafeci, üfürükçü… damgasını, olur
biterdi. Ama iş, kendi genel başkanlarının annesine gelip dayanınca
fena halde sıkışmışlardı.
Fakat bu hava içinde hiç yapılmaması gereken bir şey yapıldı ve
hükümet Cevriye Hanım’ın Kâbe örtüsünü istediği ve örtünün geldiği
haberini resmen yalanladı. 6 Aralık tarihinde Başbakanlık’ın
yayınladığı resmi tebliğ, aslında CHP’nin nasıl büyük bir panik
içinde olduğunun en güzel belgesiydi.
İşin garip tarafı, bu haberin hükümeti ilgilendirmiş olmasıydı.
Hadi Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği bir açıklama yapıp
yalanlasa anlaşılabilirdi ama hükümetin, cumhurbaşkanının annesiyle
ilgili konularda resmi tebliğ yayınlamaması da ne demek
oluyordu?
Nitekim konu TBMM’ye intikal etmiş ve Afyon Milletvekili Hasan
Dinçer, “Bir gazete ile bir vatandaşı alakadar eden bu işe bir
devlet olayı mahiyeti verilerek resmi tebliğ neşredilmesinin sebebi
nedir?” diye sözlü bir soru önergesi vermiştir. Hikmet Feridun Es
ise cevap olarak aynı yazı dizisinde haberinin arkasında olduğunu
duyurmuştur.
Bu arada olay şaşırtıcı bir mahiyet almıştır. Cevriye Hanım’ın Kâbe
örtüsü istediğini okuyan dertli insanlar yazara mektup yağdırarak
ondan kendilerinin nasıl edineceklerini sorarlar. Bunun üzerine
Hikmet Feridun Es şu muzip cümleleri döktürür gazeteye:
“Acaba İnönü’nün pek sayın anneleri -ki hakikaten hayırsever bir
hanımefendi olduğunu daima işitiriz- bu dertlilere, getirttikleri
örtüyü taksim edemezler mi? Benim aldığım mektupları bu sayın
hanımefendi okumuş olsa, eminim ki tereddüt dahi etmez; ve bunu
yaparsa Kâbe’ye gitmiş kadar sevaba gireceğine ve hudutsuz dua
kazanacağına eminim. Nihayet kendisi için bir kere daha örtü
isteyebilir. Zaten Şeyh Şeybî ile gıyabî ahbaplık tesis etmiş
sayılır.”
Bitmedi. Bu defa yeni bir skandala açılır bu kapı. Aylar sonra, 16
Ocak 1950’de Fevzi Çakmak’ın not defterine yazdığı bir cümleye
dayanarak seçim sath-ı mailine girilen Türkiye’de CHP’lilerin
Cevriye Hanım’ın Kâbe örtüsünden yararlanmak istediklerini ve dine
ne kadar bağlı olduklarını cumhurbaşkanının annesini örnek
göstererek seçim propagandası yaptıklarını öğreniyoruz.
Ah iktidar, sen nelere kadirsin. Yıllar yılı
ninelerimizi, analarımızı hurafeci diye diye aşağıla, sonra kendi
devlet başkanının annesi aynısını yapınca bunu üstelik kullanmaya
kalk.
Pes, değil mi?
(Mustafa Armağan)