Geçen yazımda da belirtmiştim. Modernite koskoca yalanlar
üzerine kurulmuştur. Dışını şekerle kapladığı zehirli drajeleri
insanlara yutturmakta çok mahirdir modernite.
Modernitenin üzerine kurulu olduğu koskoca yalanlar diyince neyi
mi kastediyorum? Mesela insan hakları aldatmacasını. İnsanların
birbiri ile eşit olduğu, çocukların ve kadınların korunması
gerektiği, savaşların ve özellikle savaşlardaki sivil ölümlerinin
engellenmesi gerektiği muhabbetlerini hep duyarız. Ufak tefek işler
de yapılmamıştır bu hedeflere ulaşmak için. 500’den fazla dile
tercüme edilmiş ve insan hakları tarihi açısından bir kilometre
taşı olarak nitelendirilen 1948 BM İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi, 190 milyon dolar bütçesi olan BM İnsan Hakları Yüksek
Komiserliği, 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 1969 Amerikan
İnsan Hakları Sözleşmesi, 1981 Afrika İnsan ve Hakların Hakları
Sözleşmesi, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü ve
daha bir çok sözleşme, uluslararası örgüt, NGO, kitap, bildiri v.s.
Bütün bunların hepsi az önce belirttiğim hedefleri gerçekleştirmek
için..
Bir de verilere bakalım: İnsanlar o kadar eşit
ki 68 kişinin zenginliği 3,5 milyar insanınkine eşit. Bilinen
tarihte kapital hiç bu kadar az kişinin elinde bölüşülmemişti. Çok
eşitleyici değil mi? Kadın yine bilinen tarihte hiç bu kadar
köleleştirilmemişti. Hem çalışması, hem ev işi yapması, hem anne
olması, hem de kariyerinde sürekli yükselmesi istenen bir kadın
var. 6 aylık çocuğunu sütten kesip çalıştığı kuruma dönmek zorunda
kalan bir kadın. Bu mu kadını korumak? Çocuklar da aynı şekilde.
Afrika’da her 30 saniyede bir çocuk ilaçsızlıktan ölüyor, Suriye’de
geçen senenin rakamlarına göre 15 bin çocuk öldürüldü. Savaşlardaki
sivil ölümlerini hiç sormayın.
Birileri artık haykırarak sormalı. Bu hukuk kimin hukuku, bu
adalet kimin adaleti yahu! Bu çarpık hukuk, faşizmin en sofistike
hali olan kapitalizm lanetini bütün dünyanın başına bela eden
batıya aittir. Kendileri çok gelişmiş devletler olarak az
gelişmişlikle yaftaladıkları bizleri her daim terbiye etme
peşindedirler. Kısacası beyaz adamın doğuyu dönüştürme projesi
bitmemiştir. Bu proje mütemadiyen uyguladığı çifte standartlar
sayesinde hayatta kalmaktadır. İdam tartışmaları açılır Türkiye’de
mesela. Hemen karşınıza Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çıkarılır.
13 nolu protokol imzalanmış ve olay bitmiştir birilerine göre.
Ancak kimse şu soruyu sormaz: Eğer insan hakları olgusu demokratik
devlet olmanın temel şartlarından biri olarak görülüyorsa
demokrasinin en temel ilkesi olan halkın iradesine saygıyı nereye
koyacağız?
Daha da açayım: Gelin bir halk oylaması yapalım.
Özgecan, Münevver Karabulut ya da 4 yaşındaki Irmak bebek
cinayetleri için idam isteyenlerin oranını bir görelim.
Kesinlikle evet çıkar. Bir oylama da 15 Temmuz canileri için
yapalım. Halkını tarayan, meclisini bombalayan ve şu an devam
etmekte olan duruşmalarda şehit yakınlarına mahkemede dil çıkarıp
sırıttığı için perde arkasından savunma veren bu hayasızlar için de
halk iradesi idam ister.
Teknik hukuk tartışmalarına hiç girmiyorum. Bazı hukukçular
etkisi devam eden suçlar için cezanın geriye yürütülebileceğini
söylerken bazıları da buna karşı çıkıyor. Bu tartışma bir tarafa,
birilerinin bize dayattığı çifte standart başka bir tarafa.
Diyorum ki, eğer bir halk 4 yaşındaki bir bebeği ya da hayatının
baharındaki bir genç kızı katleden caniler için idam istiyorsa, bu
sonuna kadar demokratik ve meşru bir taleptir. Bu talebi insan
haklarına aykırı diyerek reddetmek tam anlamı ile yüzlülüktür.
Hele hele FETÖ’ye, PKK’ya, DHKP-C’ye kucak açarken Aylan
bebeği denizde boğan batının bize insan hakları dersi vermesi
pişkinliğin daniskasıdır. Kaldı ki Türk Halkı her şeyden
önce bir daha kimse 15 Temmuz gibi bir caniliğe kalkışamasın diye
idam cezasını istemektedir. Köy, düğün ya da havalimanı katliamı
yaptıktan sonra pişkin pişkin zafer işareti yapan teröristlere ve
bunlara sahip çıkanlara etkili bir önlem olması için idam cezası
istemektedir. Özgecanlar, Münvverler ya da Irmak bebekler
öldürülmesin diye idam istemektedir. Davos’tan BM Genel Kurulu’na
kadar her daim kral çıplak demiş olan Tayyip Erdoğan bir kez daha
çıplaklığa işaret etmiş ve idamla ilgili değişiklik benim önüme
gelirse imzalarım demiştir.
Not: Cemil Meriç insan maruz kalmaz, düşünür diyor. Ya bize
dayatılanlara maruz kalacağız ya da düşünüp sorguladıktan sonra
prangalarımızdan kurtulacağız.