Hükümetin 2015 seçimlerinden sonra ilk hedefi
Abone olBaşbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, hükümetin 2015 genel seçimlerinden sonra gerçekleştirmeyi planladığı ilk hedefini açıkladı.
Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Numan
Kurtulmuş, hükümetin Haziran 2015'te yapılacak seçimlerden sonraki
ilk hedefini açıkladı.
Kurtulmuş, Al Jazeera'ya verdiği röportajda seçim
sonrası ilk hedefin Başkanlık Sistemi esaslı yeni
bir anayasa hazırlamak olduğunu söyledi.
YÜCE DİVANLA İLGİLİ AÇIKLAMA DA YAPTI
Ayrıca, Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, hakkında yolsuzluk iddiaları
bulunan dört bakanla ilgili bugün verilecek kararın ne olursa
olsun, AK Parti'yi seçimlerde etkilemeyeceğini ifade etti.
İşte o röportajdan çarpıcı satırlar:
"YENİ TÜRKİYE'NİN İNŞASI"
Türkiye’de uzunca bir süredir devam eden bir restorasyon süreci
var. 'Yeni Türkiye’nin inşası' dediğimiz bu süreç önce eski
Türkiye’nin antidemokratik bütün yapılarından kurtulmayı
gerektiriyordu. Geçtiğimiz 12 yıllık süre içinde Türkiye
vesayetlerin, görünür vesayetlerin önemli bir kısmını ortadan
kaldırdı. Şimdi ise birtakım görünmez vesayetlerin kaldırılması ve
Türkiye’de yeni bir demokratik sistemin inşası için çok hızlı bir
reform sürecine ihtiyaç var. Dolayısıyla Türkiye siyasetinin temel
sorumluluğu yeni bir anayasa yapmaktır. Sadece anayasanın
maddelerini değiştirmek değil, ruhunu da, anayasanın sistematiğini
de sivil bir bakışla / anlayışla özgürlükçü, demokratik, katılımcı
ve çoğulcu yeni bir anayasa yapmaktır, anayasa yazmak değil.
Şimdiye kadar Türkiye’de hep anayasa yazıldı. Asıl olan “anayasa
yapmak”tır. Yani Türkiye’de devletin zihniyetinin değişmesine
yönelik, bunu esas alan yeni bir anayasanın yapılması zorunludur.
Ümit ediyorum ki 2015 seçimleri bu yeni anayasayı yapabilecek
çoğunluğu, en azından referanduma götürecek bir çoğunluğu AK
Parti’ye verecektir. AK Parti temelinde başkanlık sistemi olan bir
anayasa; reformcu, dinamik yeni bir anayasa yapmak amacıyla
sistemin geri kalan bütün antidemokratik unsurlarını da temizlemeyi
bir hedef olarak görüyor.
Siyasi Partiler Yasası'nı, seçim sistemini, Meclis İçtüzüğü'nü,
kamu personel yönetimini, yerel yönetimleri, kısacası 12 Eylül
rejimiyle ve daha önceki darbelerle gelmiş bütün antidemokratik
yasaları, hatta tüzükleri, yönetmelikleri vs. bunların hepsini
Türkiye’nin temizlemesi lazım. Ama temel adım “öncelikle yeni bir
anayasa yapmaktır.” Yeni bir anayasa yapmak sadece AK Parti’nin
değil, Türkiye siyasetinin önündeki en önemli reformcu, dönüşümcü
hedef olarak durmaktadır.
ERDOĞAN'IN 19 OCAK'TA KABİNEYE BAŞKANLIK
ETMESİ
10 Ağustos’ta Sayın Cumhurbaşkanımızın halkın oyuyla seçilmesiyle
birlikte Türkiye bir yeni döneme doğru adım attı. Tabii ki
Cumhurbaşkanımızın hakları ve sorumlulukları anayasal olarak
bellidir, dolayısıyla bu hak ve sorumluluklar çerçevesinde
Cumhurbaşkanımız istediği zaman Bakanlar Kurulu'na başkanlık
edebilir, Bakanlar Kurulu’nu toplantıya çağırabilir. Dolayısıyla ne
zaman Bakanlar Kurulu’na katılmak ister, ne şekilde katılmak ister,
bu tamamen kendisinin tercihidir. Başbakanımız ile Cumhurbaşkanımız
bu konuyu konuşarak 19 Ocak tarihi konusunda mutabık
kalmışlardır.
Birincisi, Cumhurbaşkanımız anayasal hakkını kullanıyor. Bu
anayasal hakkını kullanacağını, yani alışılmışın dışında bir
cumhurbaşkanı olacağını çok açık bir şekilde seçim öncesinde de,
seçim sırasında da ifade etmişti. Dolayısıyla çok rutin, son derece
doğal bir süreçle karşı karşıyayız. İkincisi hiç kimse hükümet ve
Cumhurbaşkanı arasında bir ayrışma olur mu şeklinde bir arayışın
içerisine girmesin. Hükümetle Cumhurbaşkanı bundan sonraki
süreçlerde de son derece uyumlu bir şekilde çalışacaktır. Çünkü
Cumhurbaşkanımız siyasetin dışından gelen birisi değil,
Cumhurbaşkanımız AK Parti’nin kurucu lideri, bu büyük siyasi
hareketin lideri olmak dolayısıyla zaten AK Parti kadrolarıyla, AK
Parti’nin içinden çıkan hükümetle, AK Parti’nin Meclis grubuyla,
tabanıyla, seçmeniyle son derece canlı, son derece aktif bir gönül
ilişkisine sahip, onlarla arasında çok büyük bir bağ olan
birisi…
Sayın Cumhurbaşkanımızın 19 Ocak'ta ve daha sonra, hangi sıklıkla
ve ne şekilde tercih ederse bu tür toplantılar yapması işinin
doğası gereğidir. Anayasanın verdiği bir hak ve sorumluluktur,
bunları istediği şekilde kullanabilir. Buradan ne bir kriz çıkar ne
de bir olağanüstü anlayış ortaya çıkar. Son derece doğal, tabii
seyrinde akan bir süreçle karşı karşıya olacağız.
"CUMHURBAŞKANIMIZ, BAŞBAKANIMIZIN SORUMLULUKLARINI ALIYOR
DEĞİL"
Sayın Cumhurbaşkanımız 19 Ocak’taki toplantıya katılmakla ya da
bundan sonraki toplantılara katılmakla başbakanlık görevini, Sayın
Davutoğlu’nun üzerindeki sorumlulukları alıyor değil. Tam tersine
birbirlerine karşılıklı saygı içerisinde Sayın Başbakanımızın
sorumluluklarını kolaylaştırmak, yükünü hafifletmek ve tavsiyelerde
bulunmak amacında olduğunu biliyoruz. İcrayı Başbakanımız ve
Bakanlar Kurulu yapacaktır, Cumhurbaşkanımız da sadece Başbakan,
Bakanlar Kurulu değil, aynı zamanda Meclis ile, yargıyla diğer
kurumların hepsiyle birlikte bir orkestra şefi gibi devleti
yönetecektir.
Herkesin anayasal sorumlukları bellidir, yapacağı işler bellidir.
Bir sorumluluk alanı müdahalesi asla söz konusu değildir. Tam
tersine omuz omuza, yan yana, Türkiye’yi daha başarılı yürütmek,
ileriye götürmek için yapılacak olan bir çalışmadır.
17-25 ARALIK OPERASYONU
Türkiye geçen sene bütün yıl boyunca süren, temelinde de
yolsuzlukla mücadele iddiası olan bir operasyona tabi tutuldu. 17
Aralık ve 25 Aralık operasyonu… Aslında operasyon 7 Şubat 2012’de,
yani MİT Başkanı’nı sorgulamaya çağırmakla başlamıştı. Gezi Parkı
olayları, 17 ve 25 Aralık olayları ve arkasından gelişen diğer
olaylarla; MİT tırlarının durdurulması, Dışişleri Bakanlığı’nın
dinlenmesiyle devam eden bir süreç oldu. Bu sürecin çok açık bir
darbe teşebbüsü olduğuna da milletimiz kani oldu. Eğer bu teşebbüsü
yapanlar, bu planlamanın içerisinde olanlar sadece yolsuzluk
iddialarından ibaret bir süreci yürütmüş olsaydı, belki Türkiye
başka bir sonuçla karşı karşıya kalırdı.
Ama madem yolsuzluklarla ilgileniyorsunuz, niye MİT’in
tırlarını durduruyorsunuz? Niye MİT Başkanı’nı
sorguya çağırıyorsunuz ki bu operasyonun hedefinde aslında dönemin
başbakanı Sayın Erdoğan’ın olduğu da son derece açık. Ne işiniz var
da Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan gizli bir toplantıyı dinliyor ve
bunları deşifre ediyorsunuz? Hatta bunları kim bilir nerelere
servis ediyorsunuz. 30 Mart seçimine ve arkasından 10 Ağustos
cumhurbaşkanlığı seçimine bu halet-i ruhiye içerisinde girdik.
Milletimiz şunu gördü: Demek ki bu olayların arkasındaki esas
mesele yolsuzluk değilmiş. Demek ki bu mesele hükümete karşı
kurulan bir kumpasmış; hükümetin bir an evvel. anti demokratik bir
yöntemle alaşağı edilmesi ve Türkiye’nin bir türbülansın içine
sokulması imiş amaçlanan…
"MİLLET BU MESELEYİ YOLSUZLUKLA MÜCADELE MESELESİ OLARAK
GÖRMEDİ"
Milletimiz bunu çok önceden, 30 Mart’ta gördü. 30 Mart’ta gördüğü
için de AK Parti’ye büyük bir destek verdi. Ve 10 Ağustos’ta da
Sayın Cumhurbaşkanımızı birinci turda yüzde 52 oyla seçti.
Dolayısıyla eğer yolsuzluk operasyonu yapıldığına inanan bir
kamuoyundan bahsediyor isek, zaten bu operasyonların, yolsuzluk
söylentilerinin en yüksek noktaya çıkmış olduğu noktalarda yani, 30
Mart ve 10 Ağustos seçim sürecinde milletin buna inanması ve tersi
bir oy vermesi gerekirdi. Ama böyle olmadı. Demek ki millet bu
meseleyi bir yolsuzlukla mücadele meselesi olarak değil, hükümetin
düşürülmesi ya da yeni bir darbe teşebbüsü olarak gördü. Eğer bir
kamuoyu tepkisinden bahsedeceksek kamuoyunun ortaya koymuş olduğu
asıl irade budur.
Bununla beraber şunu da ifade ediyoruz ki; biz hükümet olarak,
Türkiye’de yolsuzluklarla sonuna kadar mücadele edilmesinden
yanayız. Bu çerçevede bir şekilde haksızlıkla, yolsuzlukla, kamu
gücünü kullanarak, milletin bir kuruş parasını, bir kuruş imkânını
zayi eden kim varsa bunun üstüne gideriz, hem de korkmadan,
çekinmeden sonuna kadar üstüne gideriz. Zaten meclisteki araştırma
komisyonu kurulması talebi de biliyorsunuz AK Parti tarafından
gündeme getirilmiştir.
Şu an soruşturma komisyonunda devam eden bir süreç var.
Komisyondaki arkadaşlarımızın her biri kendi bireysel kanaatleriyle
vicdanları çerçevesinde karar verecek. Oradan da parlamentoya
gelecek, 550 milletvekili, milletin temsilcileri tek tek elini
vicdanına koyacak ve bir kanaat oluşacak. Bu sürecin sonunda sonuç
nasıl çıkarsa onu hep beraber göreceğiz. Eğer Yüce Divan’a
gönderilme kararı çıkarsa bu zaten AK Parti’nin başlattığı bir
sürecin sonucu olacak. Bu anlamda da eğer tersi çıkarsa da Yüce
Divan’a gönderilmeye gerek olmadığı kararı çıkacak. Hep beraber
sonucunu göreceğiz.
(Kamuoyu aslında 17 ve 25 Aralık’ta başlayan soruşturmaları hem
darbe hem yolsuzluk olarak gördü, fakat darbeyi daha büyük tehlike
olarak gördüğü için yolsuzlukla yüzleşmeyi öteledi”
değerlendirmesi) Bu tür değerlendirmeler de yapılıyor.
Ama sonuçta değerlendirme başka bir şey suçlama başka bir şey. Yani
ortada somut bir suçlama varsa, bu suçlama hukuki bir süreci
gerektiriyor ve şu anda devam eden bir hukuki süreç var. Kamuoyunun
algısı, tekraren söylüyorum, “Türkiye bir türbülansın içine
sokulabilir, siyasi istikrarsızlık içine sokulabilir” gibi
olabilir, ya da “Hayır, ben bu yolsuzluk iddialarını çok
ciddiye almıyorum” şeklinde de olabilir. Bunu ölçecek
imkânımız yok.
Dolayısıyla işin bu kısmı birtakım analizler sonucu yaptığımız
yorumlardır. Ama öte taraftan da somut olarak devam eden bir hukuki
süreç var. Hukuki süreç sonucunda ortaya bir kanaat, bir karar
çıkacak. Bu karar mecliste verilen bir karar olduğu için,
bir nevi jüri kararı gibi olacak. Mahkeme
jürisi bilindiği üzre halkı temsil eder; 550 milletvekilinden
oluşan ve millet adına karar verme yetkisi olan, milleti temsil
eden insanlardan oluşan bir jüri yani TBMM karar verecek. Tabii
eğer komisyondan bu yönde bir karar çıkarsa; kararı TBMM
verecek.
"PIRIL PIRIL BİR TÜRKİYE..."
Ama Türkiye’de yolsuzlukların üzerine gidilmesi, bir daha hiçbir
şekilde yolsuzluk söylentilerinin dahi ortaya çıkmayacağı tertemiz,
pırıl pırıl bir Türkiye’nin kurulması zorunlu… Bunun için de
şeffaflıkla ilgili bir yasa çalışmamız var. Bu yasa çalışması
inşallah seçimden önce parlamentoya gelecek. Ümit ederim ki
şeffaflıkla ilgili bu yasa seçimden evvel meclisten geçer ve
yasalaşır.
PARTİ İÇİNDEKİ AĞIRLIKLI 'YÜCE DİVAN' GÖRÜŞÜ
Söylentilere çok itibar etmemek lazım. Herkesin kendisine göre bir
kanaati var. Bu arkadaşlarımız bir araya gelip komisyon olarak bunu
tartıştılar mı bilmiyorum. Ama sonuçta bunlar kulislerde ya da grup
kararı alınamadığına göre gruplarda konuşularak alınacak bir karar
değil. Dosyalar var, bu dosyalar okunacak, bu dosyalar üzerinde
tartışmalar olacak. Herkes kanaati doğrultusunda bir karar verecek.
Bunu bu şekilde görmek lazım. Yolunda, rotasında yürüyen bir süreç.
Bu sürece dışarıdan müdahalelerle etki edilmesini de asla tasvip
etmiyoruz. Ve dikkat ederseniz parti olarak da, hükümet olarak da
bu sürece etki etmemeye, bu süreci rahat bırakmaya gayret ediyoruz.
Doğrusu budur, doğal olan budur. Sonuçta kararı verecek olan
parlamentodur.
KOMİSYON KARARI AK PARTİ'Yİ SEÇİMLERDE ETKİLER
Mİ?
Şimdi ilk olarak bir varsayım üzerinden konuşuyoruz. İkincisi,
kaldı ki böyle olsa bile mesele tekrar muhalefet tarafından meclis
gündemine başka bir şekilde de getirilebilir ve genel kurula
götürülebilir. Gerek milletvekili arkadaşlarımız, gerek se
komisyondaki arkadaşlarımız, hiçbirisi halktan kopuk insanlar
değil. Kendi gözlemleri, kendi etkileşim alanları içerisinde bir
karar verecekler. Sizin dediğinizi varsayalım, seçime bu şekilde
gidildi, Yüce Divan’a gönderilmeden gidildi, ben eğer parlamentodan
böyle bir karar çıkarsa bu kararın kamuoyunun siyasal yönelimini
çok etkilemeyeceği kanaatindeyim.
Kaynak: Al Jazeera