Tanzimat sonrasında siyasi tarihimiz zemin aksamaları olsa da
Cumhuriyete kadar mevcut kimliği ile hayatını idame ettirmiş
oldu.
Cumhuriyet sonrası ülkemizin siyasi zemini çok farklı bir
kimliğe bürünmüş durumda.
Satranç oyunu, rakibinin hamlelerini ve kendi yapmayı
planladığın hamlelerin 5-6 adım sonrasını düşünerek oynanır.
Rakibin yapmayı planladığı hamleleri ince ve tafsilatlı tespit
etmeye çalışarak savunma ve taarruz hamlesi belirlenir.
Birkaç adım sonra gözden kaçırdığın bir hamle olması durumunda
ya risk almak zorunda kalırsın ya da taviz vermek zorunda
kalırsın.
Cumhuriyet sonrası siyasi tarihimizi satranç oyununa
benzetiyorum. Üst aklın, derin güçlerin ve siyasilerin her
davranışı satranç hamlesi gibi.
Ya risk alınmak zorunda kalınıyor ya da taviz verilmek zorunda
kalınıyor.
Sanki teamül gereği bu hamle oyunları Cumhuriyet tarihinin
çoğunluk zamanını kapsar hale dönüşmüş.
Satranç iki kişilik oynanır lakin karelerin başında
karşılıklı oturan taraflardan birinin yanında yancıları da
oturuyor.
“Ben yancı istemiyorum kendi kararlarımı ve hamlelerimi ülke
stratejime göre belirlerim” diyen bir Türkiye karşısında ki rakibin
yancıları (aslında kontrol edicileri) gayr-i ahlaki ve kural dışı
hamleler yaparak huzur bozmaya çalışırlar.
Cumhuriyetin siyasi tarih ve zemini darbeler ve
suikastlar tarihi olarak önümüze çıkıyor.
Türkiye’nin siyasi tarihi açısından bu zemin
değerlendirildiğinde darbelerin ve suikastların bu kadar çok sık
yaşanıyor olmasının argümanlarını ve nedenlerini iyi okumak
gerekir.
Türkiye’nin Cumhuriyet sonrası siyasi tarihinde bakmaya
çalıştığımız suikastlar ve darbeler başlığı
altında alınan tarihi kayda uçak ve helikopter
kazaları başlıklı kaydında düşülmesi gerekiyor sanki.
Bu kazaları sadece darbe ya da sınırlı etkiye sahip suikast
değil 5-10 adım sonrasına yapılan hamle olarak okumalı gibi geliyor
bana.
Şırnak’ta yaşanan Helikopter kazası sonrası 13 şehidimiz var.
Anaların, eşlerin, çocukların yürekleri dağlanmaya devam
ediyor.
Kalktıktan üç dakika sonra hemen gerilim hattına takılarak
düşüyor ve 1 tümgeneral, 2 albay, 1 yarbay, 1 binbaşı, 3
yüzbaşı, 1 üsteğmen, 2 başçavuş, 2 uzman çavuş şehit
oluyor!
Dikkat çekmeye çalıştığım hamle ise “Asker
Aydoğan” lakabıyla bilinen General Aydoğan Aydın.
Şimdi burada duralım ve zihnimizi biraz geri
saralım.
Tarih, 17 Şubat 1993. Orgeneral Eşref Bitlis'i Diyarbakır'a
götürmek üzere kalkan uçak, kısa bir süre sonra düşüyor.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, olayın uçak motorundaki
buzlanmadan dolayı meydana geldiğini söylüyor.
Ancak daha sonra İTÜ öğretim üyeleri tarafından hazırlanan
bilirkişi raporunda, uçağın "buzlanma" sonucu
düşmüş olamayacağı vurgulanıyor. İTÜ raporu
"sabotaj" ihtimaline dikkat çekiyor!
Resmi açıklamalarda buzlanma sonucu meydana gelen bir kaza
olduğu açıklanmış olsa da oğul Bitlis; "Kamuoyu
suikast olduğunu düşünüyor. Neden araştırması tam olarak
yapılmadı?” diyor.
Bitlis suikastının sebebinin, kuvvetle muhtemel görünen Genel
Kurmay Başkanlığı ihtimalinden dolayı olabilir mi sorusu zihne
geliyor.
Yukarıda dedik ya; tek başına şahsiyetli bir duruş sergileyerek
kararlarımızı vermeye başladığımızda ve bu duruma engel
olamadıklarında yancıları devreye giriyor.
Aydoğan Aydın’ın şehit olduğu helikopter kazasının
araştırmaları, soruşturmaları elbet yapılıyor.
Asker Aydoğan’ın karakterine, askeri
disiplinine, dünya görüşüne ve vatan sevdasına yönelik kısa bir
araştırma yapılması durumunda havalandıktan üç dakika sonra gerilim
hattına takılarak düşen helikopter kazası acaba mı dedirtiyor?
Acaba Eşref Bitlis’in ve Aydoğan Aydın’ın Genelkurmay Başkanı
olma ihtimalleri mi vardı?
Bahçelinin temennisine yürekten katılıyoruz; "Bu feci kazanın en
ufak ayrıntısına kadar incelenerek adli ve idari tahkikatla
genişletilip bütün yönleriyle aydınlatılması en acil tavsiye ve
temennimdir."
Asker Aydoğan ve diğer şehitlerimizin ailelerine ve milletimize
sabır ve başsağlığı niyaz ediyorum.
Hepimizin başı sağ olsun.