Ak Parti hükümeti ile HDP heyeti, Dolmabahçe Başbakanlık
Ofisin'deki görüşme sonrası çözüm sürecine ilişkin tarihi
ortak bir açıklama yaptılar.
Ki içerisinden geçtiğimiz dönem itibariyle, bu aralar “tarihi”
olmadığını iddia edebileceğimiz gün sayısı neredeyse yok gibi…
Çünkü şöyle dikkatli baktığınızda;
şu aralar her güne tarihe altı kırmızı kalemle çizilecek
olaylar, enstantaneler eklediğimizi göreceksiniz.
***
Yazımın konusunda, yine şüphesiz yukarıda bahsettiğim gelişmeye
paralel bir mevzu anlatmaya çalışacağım. Ama özellikle müzakere
sürecinin ağır aksak ama bir şekilde devam ettiği bu süreçte, HDP
yetkililerinin baraja rağmen seçime girme stratejilerine değinmek
istiyorum.
Ve bir soru sormak istiyorum;
Barış süreci devam ederken,
Öcalan’ın PKK’ya silah bırakma çağrısı yapması planlanırken (Ki
yapıldı…),
Ortak mutabakat metninde ve genel müzakere çerçevesinde
anlaşılmış görünüyorken,
HDP yetkilileri Ak Parti’ye rağmen baraj riskini göze alarak
seçime gider mi?
HDP’nin barajı geçmesi ya da geçememesi durumlarında,
oluşabilecek siyasal ortamın ve meclis görüntüsünün barış sürecini
nasıl etkileyeceği hesaba katılmadan bu karar alınır mı?
Amaç sadece salt demokrasi standartlarını yükseltmek midir?
İlgili karar alındığından beri özneleri ve olayları denkleme
oturttuğumda kafamı kurcalayan bir mesele bu…
Yalnız bu soru, ilgili kararın Türkiye demokrasisine katkısını,
artısını eksisisini irdelemekten çok kararın çözüm sürecinin
gidişatıyla bağını irdeliyor. Onu söylemeliyim.
Yoksa;
Ben kendi adıma, nesnel şartlarda HDP’nin bu
kararını son derece cesaretli buluyorum.
Erdoğan nasıl “Dünya 5’ten büyüktür diyerek”
uluslararası sisteme baş kaldırıyorsa,
HDP yetkilileri de “Azınlığın sesi, çoğunluğun ki kadar
yüksektir” iddiasıyla bu yola çıkıyor. Ve sisteme baş
kaldırıyor. Ki birinin ne olursa olsun çıkıp bu meydan okumayı
yapması gerekiyordu. Bu açıdan destekliyorum. Tıpkı meclise
giremeyen siyasal partilerin yüzdelik oy oranlarına göre
devlet desteğinden mahrum kalmaması gerektiğini düşündüğüm gibi. Ya
da eşit ve adaletli bir seçim kampanyası yapma imkanına kavuşmaları
gerektiğini düşündüğüm gibi...
Çünkü neresinden bakarsanız bakın belli bir demokrasi eşiğini
aşmış Türkiye’nin bu engelleri geride bırakması gerekiyor. Ve Ak
Partinin belirli toplum kesimlerinin Kürt Sorunu söz konusu
olduğunda dillendirdiği “Bölüneceğiz” paranoyasına
itiraz ederken, onun bir boy küçüğü olan
“İstikrarsızlaşacağız” endişesine kendisinin
sığınmaması gerekiyor.
Fakat konuya geri dönersem, bana kalırsa reel siyaset maalesef
dışarıdan göründüğü kadar idealist bir rüya değil. Onu en çok günün
koşullarındaki kısa vadeli hedefler ilgilendiriyor.
Bu nedenle;
Barış sürecinin gidişatını belirsiz bir
akıntıya sürükleyebilecek her gelişmenin (tıpkı baraja rağmen
seçimlere girilmesi kararında olduğu gibi) hesaba katıldığını
düşünüyorum.
Öcalan’la ve diğer Kürt siyasi hareketi
aktörleriyle müzakere edilirken,
Ve ağır aksak, gecikmeli de olsa yola devam edilirken,
Hele kamuoyuna böylesi önemli ve ortak bir açıklama
yapılmışken,
mutlaka seçim barajı mevsunun da sürece etki edici bir faktör
olarak görüşülen-görüşülmüş meselelerden biri olduğunu düşünüyorum.
Böylesi bir formülasyonda ortaya çıkabilecek sonuçların hesabının
müzakereleri yürüten aktörler tarafından yapıldığı kanaatini
taşıyorum.
Fakat bunları söylerken de asla ve asla gizli bir HDP ve AK
Parti ittifakından bahsetmiyorum.
Çünkü böylesi bir iddianın HDP ve onun seçmen iradesine ciddi
bir hakaret olacağı düşüncesini taşıyorum.
Benimkisi sadece, tüm öğeleri yan yana koyunca
denklemin oturmadığına ilişkin bir soru işareti.