“İnsan hayvanilikle ilahilik arasında bir
varlıktır.”
“İnsan, adı anılan, kendisinden söz edilen bir şey
değildi” bu, sözü edilen çok uzun süre içinde insanın hiçbir
şekilde var olmadığı demek değildir.
Zamanın ve mekânın yaratılmaya başladığı andan insanın
yeryüzünde ortaya çıktığı ana kadar geçen sürede insan
adıyla anılan bir varlık yoktu.
İnsan, varlık ağacının çekirdeği olduğu gibi, aynı zamanda onun
meyvesidir. Yani varlık ağacı, bir manada bu çekirdekten çıkmıştır.
Bir ağaç, mana, muhteva, öz açısından çekirdekte kodlandığı gibi,
kâinat da insan hakikatinde kodlanmıştır
denebilir.
Bu itibarladır ki insan, bir fihrist ölçüsünde kâinatta bulunan
her şeyi muhtevî bir varlık olarak kabul edilegelmiştir.
Allah Kuran’da insanın yaratılışının mucizevî bir biçimde
olduğunu haber verir. İnsan İlahi özüyle evrenin hem
çekirdeği hem meyvesidir. İnsan maddesiyle topraktan,
ruhuyla yaratıcı Ruh'tan gelmektedir.
Bir bilgenin deyimiyle; “Ten, sana topraktan emanettir. Ben,
(öz) sana kimden emanettir.”
Bir başka bilgenin şu sözleri de düşünülmeye
değer: “Sen sende olmak istersin. Sende olan nerede olmak
ister, bilir misin?”
Dünyaya bakış ve dünyayı algılamada insanlar farklı farklı,
çeşit çeşit, tabaka tabaka. Dünyada yaşayan insanları genel
hatlarıyla iki tabaka başlığı altında tasnif edebiliriz:
Birinci tabaka: Kâmil kalpler, münevver idrakler, safi
fıtratlar, hasbi ve samimi gönüllerdir.
İkinci tabaka: Düzensiz kalpler, habis ruhlar, dar kafalar,
sefih, serseri, lakayt ve laubali fıtratlardır.
Tarih boyunca birinciler, dünyayı bir tarla, bir kışla, bir
misafirhane olarak gördüler. Onların ikliminde dünya bir
han, insan da o handa kalan bir yolcu. Bütün ikili
iletişim ve ilişkilerini yolcu olduklarının bilinç zemininde inşa
ettiler.
İkinciler ise, ya ahirete inanmaz, ya da ahireti unuturlar.
Onlar, ömürlerini, dünyaya gömerler.
Onlar, gafil yaşarlar, nefislerini
sorgulamazlar.
Onlar, kâinat kitabını okumazlar.
Okumalarımın neticesinde insana dair
söylemlerin kalem ile zikredilmesinin sebebine gelince;
Bayram tatili boyunca insan denen varlığın ikili iletişim ve
ilişkilerinde tavır ve davranışlarını gözlemleme gereği duymama
vesile olacak enstantaneler yaşadım.
İnsanların çıkarlar doğrultusunda birbirleri ile olan iletişim
şekilleri beni bir kez daha düşündürdü ve bu kelamlar kaleme
dökülmüş oldu.
Bu yüzden de; “İnsan hayvanilikle ilahilik arasında bir
varlıktır.” cümlesini giriş için serlevha olarak
yazdım.
İnsan olmanın bedeli olduğu gibi Müslüman hatta şahsiyetli
Müslüman olmanın da bedeli vardır.
Birkaç sene önceki yazılarımda dile getirmiştim; 40 yaşına
yaklaştıktan sonra daha yeni yeni İslam'ı anlamaya aday olduğumu
müşahede etmeye başlamıştım. Dünyevi manada ki müflisliği tecrübe
etmiş biri olarak Rabbimin beni ağır imtihanlardan geçirmesi
gerekiyordu belki de…
Farkında olmadan kulluk ettiğimiz onca “İlâh ve Rabb” arasından
gerçek anlamda bizi terbiye eden ve tek olan İlahı bulabilmek için
kendimizi Müslüman kelimesinin anlamı içerisinde gezintiye
çıkarmayı öneriyorum.
Çevremde, özelde kendimden yola çıkarak dini değerlerin dar bir
alana hapsedildiğini görmekteyim.
Din özel anlarda yaşanılası, özel durumlarda geçerliliği
olan bir olgu haline gelmiş durumda.
Günümüz fotoğrafında çok net bir şekilde
görülen; namaz kılan, dini değerler hassasiyetine sahip
olduğunu söyleyen ve kendisini inançlı bireyler olarak atfedenler,
bu söylemlerin tam tersi bir eylem içerisine girebiliyorlar!
Toplum olarak dünya ve içindeki güzellikler bizim için esas gaye
halini almış durumda.
İnsan varlık olarak mucizevi biçimdedir lakin bunu münferit
planda değerlendirmemek lazım gelir.
Unutmayalım ki! Allah’ın özel kulu yoktur.
Kendimizi bir takım apoletlerimizden ve özgüvenimizden dolayı özel
kul olarak görüyorsak Peygamberlerin dahi özel lütuf görmediğini
bilmiş olalım.
SOSYAL MEDYA TAKİP
İÇİN!