Bir 28 Şubat daha geride kaldı. 19 sene geçti üzerinden 1000 yıl
sürer diye övülen göklere çıkarılan post modern darbenin.
Ben Türkiye'de ki Müslümanların ahvalini 28 Şubat öncesi ve
sonrası diye değerlendirmeyi doğru bulanlardanım.
28 Şubat öncesinde, Müslümanlar diye genel hatlarıyla
nitelendireceğim mütedeyyin insanların, ezildikleri,
sömürüldükleri, ikinci hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi
gördükleri dönemlerdi.
İş yerinde namaz kılan birisinin, namaz kılmasını
bırakın sadece orucunu tutan birisinin oruç da tutmasını bırakın,
annesi örtülü olan birisinin ikinci sınıf vatandaş olarak muamele
görmesi horlanması çok alışılagelen durumlardı.
Keskin bir öfke hali ile Müslümanlar horlanıyor, dini
yaşamlarına şedit bir baskı uygulanıyor.
Evin içerisine ve kalplere hapsedilmiş bir dinin
haricinde hayata temas eden sosyal yaşamda görünür olan hükümler
kabul edilmiyordu.
Hatta cezaî işlemlerle hayat hakkı bile tanınmıyordu bu
hükümlere.
İslâm ve dini değerler öyle bir algı ile akıllara
yerleştirilmişti ki Müslüman olmaktan utanılan günlere
gelmiştik.
28 Şubatla birlikte ve hükümlülükleri devam eden samimî ve
gayretli olmaktan başka bir suçları olmayan yüzlerce masum hala
ceza evlerinde tutuklu.
Akşamları dini sohbet yapıyor olmak ve bu alanda
çalışmalar içerisinde olmak yeterli idi ve cezası
ağırdı.
Bilen biliyor…
Sonrasında o ağır günlerin ardına Allah hükümet etme yetkisini
Anadolulu bir vatandaşın eline verdi. Müslümanlar birçok alanda
nefes almaya başladılar.
Rahatladılar…
Gevşediler…
Ama ters giden bir şeyler olmuştu bu süreçte. Bu rahatlık ortamı
ile gevşeyen Müslümanların sayısı hızla artarken karşı cenah diye
nitelendirdikleri kimselerden de farksız bir hayatı yaşamamaya ve
düşünmemeye başladılar.
Mutasyona uğramış bir canlıya dönüştüler, dönüştük,
dönüşüyoruz.
Sadece görünürde kimlikler farklı. Münafık bir nesil türedi.
Münafık temayülünde zihinler.
Öyle bir zamana ulaştık ki Müslüman gibi görünen ama
yaşamı, tarzı, kimliği ile Müslüman demeye bin şahit isteyen
kitleler var artık.
Fazlasıyla zengin, fazlasıyla gösterişli, fazlasıyla israf eden,
fazlasıyla öteki…
Mümin olmanın zor olduğu günlerde elimizde olan bir
samimiyetimiz vardı. Zor günlerdi belki ama yokluk günlerinde
yüreğimiz dipdiri, omurgamız daha bir sağlamdı…
Ne oldu da bu hale gelindi?
Maddî güç müdür bizi bu hale koyan bilemiyorum. Bildiğim bir şey
var ki o da zamanla Müslümanların ciddî anlamda savruldukları…
Ne kaldı elimizde kalan dönüp bir bakalım.
Merhamet, tevazu, fedakârlık, vefa…
Salt gençlik günlerine, o heyecana duyulan bir özlem değil bu.
Elimizdeki kayıpların bakiyesi aslında…
Hiç mi iyi şeyler olmuyor diye de düşünebilirsiniz lâkin
bozulmanın şiddeti o kadar fazla ki bunlara odaklanıp kendimizi
kandırmaktan korkuyorum.
En azından aslımıza, özümüze bizi biz yapan değerlerimize vefalı
olmak gerektiğini düşünüyorum.
Elimizde kalanları iyi savunamaz isek öyle sanıyorum savunmamız
gereken hiç bir şeyimiz kalmayacak.