İngilizler‘in AB’den çıkma kararıyla birlikte gündemimize giren
meseleyi güncelden genele giderek irdeleyelim.
İngiltere’de AB karşıtı gruplar itirazlarını üç ana konuya
bağlıyor:
Egemenlik: İngiltere’nin kendi işleyişinde ve
yasal düzenlemelerinde daha fazla kontrole sahip olması özellikle
muhafazakârların benimsediği bir tutum…
Göç: Avrupa karşıtları yeni göçmenlerin
(özellikle Türklerin) devlete yük olacağını ve kendi sınırları
üzerinde daha fazla söz sahibi olması gerektiğini düşünüyorlar.
Ekonomi: AB’ye her yıl yaptığı 19 milyar
sterlinin ödenmesinin durması AB karşıtlarının en büyük tezi ancak
iş dünyası, İngiltere’nin AB’de kalması gerektiğini düşünüyor.
Zira AB içinde olmak şirketlerin sermaye, emek ve malları dünya
çapında hareket ettirmelerini kolaylaştırıyor.
İngiltere AB’den ayrılsa da ayrılmasa da kanaatimce
Avrupa Birliği’nde gedik açılmıştır.
Bu bağlamda çok büyük ihtimalle 10-20 yıl içerisinde birliğin
dağılacağını öngörüyorum.
Bu dağılmanın beraberinde Avrupa’nın sömürge yaptığı Afrika
ülkelerine muhtaç olacağını ve Türkiye’nin etkin güç olacağını
öngörüyorum.
ABD’li yatırımcı Soros; “İngiltere’de yapılan referandumdan
AB’den ayrılma kararının çıkmasının birliğin parçalanmasını
kaçınılmaz hale getirdiğini” söyledi.
Hemen ardından ürkmüşçesine “yeniden yapılanmanın şart olduğunu”
dile getirmesi çaresizliklerinin tezahürü değil mi?
Uzun yıllar boyunca farklı hükümetler aracılığı ile bu birliğe
katılmaya çalıştık.
Birliğin istediği onulmaz talepleri bile yerine getirmeye
çalıştık!
Sosyal medya üzerinde bir paylaşım ilgimi çekti.
“Seksen yaşını geçmiş emekli bir Etiyopyalı öğretmenin
paylaşımı yapan Türk’e sorusu:
- Siz Türkiye olarak AB'ye girmek istiyorsunuz, size bir
zararı dokunmaz değil mi?”
Tarih bizden yana işlemeye başlıyor kanaatindeyim.
SSCB’nin çöküşünden sonra dillendirilen tarihin sona erdiği
iddiasında yanılmanın olduğunu şimdi hep birlikte görebiliyor
muyuz?
Marx; “burjuva ekonomi politiği, kapitalist düzeni tarihsel
gelişimin geçici bir aşaması olarak değil; tam tersine
toplumsal üretimin mutlak ve son aşaması olarak
görmektedir.” derken bunu kastediyordu.
Kapitalistler ne zaman bir kutuplaşmada denge bozulsa
“tarihin sonu geldi” diye ortaya çıkarlar…
İş adamı Soros’un feveranı da bu yüzden!
Huntington; “21. Yüzyılın din ağırlıklı bir uygarlıklar
çatışması ile belirleneceğini söylüyor.”
“Batı”’nın karşısına “İslam”’ı
düşman olarak koyuyor.
Batı, mevzilenmenin yolunu ararken kendisini “İslam
düşmanlığı” ve “büyük öteki” üzerinden
inşa sürecine giriyor.
Artık uygarlık ve medeniyet temeline dayalı bir dünya
düzeni kurulmaktadır.
Burada asıl çatışma “Batı” ve
“İslam” arasında olacaktır.
Batı’nın kendisi açısından “evrensel” olarak tanımladığı
değerler, öteki uygarlıklar için “emperyalizm”dir.
1500’lü yıllardan itibaren Osmanlı’nın merhametinden istifade
eden Batı, sömürgesini neredeyse bütün Afrika ve sair ülkeler
üzerinde hayata geçirmedi mi?
En nihayetinde gizlilikle Osmanlı’nın içerisine nüfuz edip
şeytana gerek duyulmadan nifak tohumlarını serpiştirdi.
Ve utanmadan karşısına geçip “Hasta Adam
Osmanlı”’ya müdahale edilmeli demeye başladı.
Evet 19. ve 20. Yüzyıla bakıldığında hastaydık ama Batınında
dediği gibi biz “Adamdık”.
Yeni yüz yıla gelindiğinde küresel dünyada; ekonomik, fikri ve
siyasi kimliğini güçlendirmiş bir medeniyet olarak kendimize
geliyoruz.
Etiyopyalı öğretmen üzülmesin sahne Afrika’nın ve
Türkiye’nin.
Tarih öyle bir sahne alıyor ki “Hasta Madam
Avrupa”’nın karşısında hastalık emareleri yok olmaya
başlamış Türkiye var.
Türkiye’nin ve bir çok uygarlığın “Emperyalizm” olarak
adlandırdığı Avrupa önümüzdeki tarih zemininde hepimize muhtaç.
Böyle bir meseleyi bir köşe yazısında toparlamak oldukça zor ama
bu şekilde “yazmasam ölecektim, tuttum kalemi öptüm” cinsinden
durumumu belirteyim.
Anlayışınıza sığınıyorum.