Geçtiğimiz günlerde Sn. Başbakan, eleştirilen bir vali ile
ilgili soru üzerine, “yaptığını/söylediğini tasvip etmiyorum, ancak
provakosyanlarada yedirmem" demişti. Vali de önce dediğini inkar
etmiş, sonra kabul etmiş ama özür dilememişti. O zamanda
Sn. Başbakan'ın neden arka çıktığı üzerine yorumlar yapılmış,
hatta konu İBB Başkanlığı zamanına kadar uzatılmıştı. Oysaki
vali konu dallanmadan gereken özrü dileseydi daha iyi olur, konu
dallanıp budaklanmaz, Sn. Başbakana uzanmazdı.
Siyasetçi olan Sn. Başbakan'ın bir tarzını biliyoruz. Güvenerek
atadığı kişileri korumaya çalışıyor, yanlış yapanları ve basına
düşenleri hemen almıyor, ama bir süre sonra ipini çekiyor. Bunu bir
çok hata yapan bürokratta gördük. Sn. Başbakan; uluslar
arası/ulusal konjonktürü, parti içi dengeleri v.b. korumak
zorunda…Yani, Sn. Başbakan'ın ilk başta belirttiğimiz "yedirmem"
sözü, bizce valiye bir ikazdır. Ancak diğer görevliler için
aynı şey söylenmeyecek/aynı tutum beklenmeyecektir.
Geçtiğimiz yazımda “özür” üzerine düşüncelerimi
belirtmiştim. Bugünde, ülkemizdeki "yedirmem" sözü üzerinde
siyasi değil, "sosyolojik bakımdan" durmak istiyoruz.
Yedirmem edebiyatı, sadece günün konusu değil, yine ülkemizde
yaygın olarak uygulanan bir söz...
Günlük yaşantımızda çok şahit olmaktayız…
On u destekleyen/yakın sözler; sen kimsin?, benim adımı
bir daha ağzına alma, cürmün kadar yeri yakarsın, haddini bil, sen
benim kim olduğumu biliyor musun?, erkeksen aşağıya gel,
v.b.
Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi, bir kişi çeşitli
şekillerde göreve gelebilir.
Önemli olan kişinin;
O görevin hakkını vermesi,
O koltuğu doldurabilmesi,
Kurumu daha ileriye götürebilmesi,
Kurumu iyi temsil edebilmesidir.
Atayanda/görevlendirende, atanandan iyi bir çalışma
beklemektedir.
Çünkü, altın başarısı üstün hazinesine yazılmaktadır.
Ancak, üst makamın, atamasını/görevlendirmesini yaptığı
kişi;
Yaptığı yanlışlıklar,
Etik olmayan davranışlar,
Taciz ve mobbingler,
Kurum içindeki yanlış davranışlar,
İletişim eksikliği,
Çevre ile uyumsuzluk v.b. şikayetlere maruz kalabilmektedir.
İşin doğrusu, üstün, gerekli araştırmayı yaptıktan sonra,
atama/görev yılının dolmasını beklemeden, o kişiyi görevden
alması ve soruşturma gerektirecek bir konu varsa gereğini
yapmasıdır.
Çünkü, eğer görev süresini bekler, bitimden sonra yeni birisini
atarsa, o kişinin yanlış yaptığını kimse anlamayacaktır.
Halkta/kurumdaki personelde, "yanlış yapanın yanına kar
kalmayacağını" görmelidir. Genellikle devlet kurumlarında
"usulsüzlük/yanlış yapanın yanına kar kaldığı" şeklinde bir
olgu vardır. Özel kurumlarda ise, -biraz önce bahsettiklerim
aynen uygulanmakta- başarısız yönetici, -kesinlikle- bir gün bile
tutulmamaktadır.
Özel kurumlarda başarılı CEO ların nasıl, transfer edildiğini,
üst görevlere getirildiğini biliyoruz.
Üstün, atamadan memnun olmadığı dakikadan itibaren “kurumsal
başarı aşağıya doğru” gitmeye başlar ki, bu, son derece
mahzurludur...
(Epiktetos bir köleydi, günün birinde kolunu geriye doğru
kıvırarak eğlenen efendisine kolunu işaret ederek, “Dikkat edin
efendim, kırılacak”, demişti. Az sonra kol kırıldı. Epiktetos
sadece şöyle dedi: “Söylemiştim efendimiz.”)
Ama, ülkemizde üstler, atadığı kişileri görevden almakta
hep zorlanıyor, kendi atadığı için,çekiniyor, konuyu uzatıyor ki,
bu son derece yanlış bir yönetim anlayışıdır….
Yanlış yapanın "istifa etmesi" bizde hiç yaygın olmayan
bir davranış şekli…
Ayrıca, “kurum dışı görevlendirmelerde”, kişinin neden
sözleşmesinin uzatılmadığı, bir yazı ile -artıları ve eksileri
ile-kurumuna mutlaka bildirilmelidir.
Böylece;
Kurumların yıpranmasına engel olunacak,
Yeni gelen genç kadrolara nasıl bir yönetici olunması gerektiği
fikri aşılanmış olacaktır.
Çünkü kurumlar, yanlış kişilerin; "at oynatacağı, keyif süreceği
yerler" olmamalıdır....