Güllüce'nin diliyle alay ettiler
Abone olTuzla denince akla İdris Güllüce gelir. 24 yıldır tatil yapmıyor. Göztepe Parkı'na cami tartışmalarında ismi anıldı. Güllüce, hayatının ilginç karelerini İrem Barutçu'ya anlattı.
“Yerel yönetimde de, merkezi yönetimde de ülkeme faydalı olurum”
diyen İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis 1. Başkan Vekili İdris
Güllüce: Siyaseti, bu ülkeye minnet borcum olduğu için
yapıyorum.
Onu önce Tuzla Belediye Başkanı olarak tanıdık. Sonra İstanbul
Büyükşehir Belediye Meclis 1. Başkan Vekili olarak... Ve son
olarak, belediyedeki yetkileri üzerine yapılan polemiklerle adını
defalarca andık. Herkes onu konuşuyor, ama o ısrarla susuyordu!
Peki ama niçin susuyordu? Gerçek neydi?.. Gerçek İdris Güllüce
kimdi, nasıl biriydi?.. Nereden koşuyor, hangi düşleri kuruyor,
ufka hangi açıdan bakıyordu? İşte aylardır susan Güllüce, ilk kez
konuştu ve saklı dünyasını Bugün okuyucuları için açık yüreklilikle
anlattı.
- Sohbetimize Tuzla’dan başlayalım.
Seçildiğiniz gün, partinizin başarısı, ‘Refah depremi’
olarak sunulmuştu. Peki o ilk günlerde siz hangi depremleri
yaşıyordunuz?
Başkan olmuştum ama Tuzla Belediyesi’nin binası yoktu. Mazbatamızı
aldık ama nereye gideceğiz?.. Sahilde Büyükşehir Belediyesi’ne ait
bir bina vardı ve bir odasının boş olduğunu biliyorduk. O zamanki
Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Sözen’den bu odayı talep ettik,
“Olmaz” denildi. Yapacak bir şey yoktu, odaya cebren girdik. İlk
demirbaşımız paspastı. Tuzla’nın her tarafı çamurdu ve bir
arkadaşımız ayakkabılarımızın çamurunu silebilmemiz için bu paspası
getirmişti.
- Çok mu güçlük çektiniz?
Mührümü almak istedim, ‘4 ay’ dediler!.. Bu süreyi didinerek 45
güne indirdim.
- Başka?
Tüm kurumlar karşımızdaydı. Düşünün yerel ara seçimde, o gün
olumsuz bakılan bir partinin belediye başkanı olmuşsunuz ve iki
sene sonra seçim olacak!.. Başarılı olmamanız için, bilinç
altındaki direnci birçok yerde kullanıyorlar... Meselâ, belediyenin
telsizini devletin vermesi lâzımdır. Başbakan Demirel dönemi...
“Telsizimiz yok, haberleşemiyoruz” diye 22 kere Ankara’ya
gitmişimdir!.. Ama iki sene içerisinde yine de güzel şeyler yaptık.
Tuzla’nın kanalizasyonu yoktu. Her hafta, 3 mahallesini sel
basıyordu. Asfaltı yoktu. İçme suyu, kanalizasyonu problemdi.
Kaynağı da yoktu...
- Tuzla’da 3 kez seçim kazandınız. Selamlaşma kampanyası,
ağaçlandırma kampanyası ile karşımıza çıktınız... Nasıl oldu da
Tuzla’dan ayrıldınız?
Ayrılmadım, kopmadım.... Tuzla’da bir ömür geçirdim. 4 saat uykuyla
başkanlık yaptım. “O performansı nasıl gösterdim!” diye kendi
kendime şaşıyorum. Oradaki her caddede, ağaçta emeğim vardır!
- Yarın siyasî kariyerinizi yerel yönetimde mi, yoksa
merkezi yönetimde mi sürdürmeyi tercih edersiniz?
Donanımlı bir insan olduğumu biliyorum. Bunu ‘megaloman’ hali
takınmadan söylüyorum. İnsanın kendinin ne olduğunu bilmesi lâzım.
Okudum, eğitimliyim, yerel yönetimler konusunda kitap sahibiyim.
Her ikisinde de bu ülkeye faydalı olurum. Ancak ben, “Belediye
başkanı ya da milletvekili olmak için siyaset yapılmamalı!” diye
düşünüyorum. Siyasetin ulvî yapılması gerektiğine ve bu ülkede
herkesin siyasetin içinde olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü
siyaset, ülkenizin kaderini belirleyen yoldur.
- Bu amaçla mı siyaset yapıyorsunuz?
“Bu ülkenin 19 milyona yakın işsiz insanının problemiyle
ilgilenmeyeceğim” ya da “Anadolu’da sırtında ot taşıyan kadınların
derdi derdim değildir!” veya “İstanbul’da binlerce kadın dayak
yiyor, taciz ediliyor ama bunlarla ilgilenmiyorum” diyebilir
misiniz?.. Hepsinin çözümleri siyasetten geçiyor! Bir yere gelme
iddiası taşımıyorum ama ben, bu ülkeye minnet borçlu olduğuma
inanıyorum.
- Milliyetçi misiniz?
Bu ülke bize sokakta verilmemiş... Bakın, benim dedem gazidir ve
yaşadıklarını bize de anlatırdı. Askermiş... Köprüköy’den Kars
istikametine gidiyorlarmış... Yiyecekleri yok ve açlar!.. Kaçan
düşman askerlerinin hayvanlarına ait pisliklerin içindeki arpaları
toplar, Aras Nehri’nde yıkar, ateşte kavurup yerlermiş!.. Bizim
askerimiz bu!.. Şimdi biz ise, arabalarımız, açık büfe
davetlerimiz, şık elbise ve kravatlarımızla, “Siyasetle
ilgilenmiyorum” deme hakkına sahip değiliz. Askerlik nasıl vatan
borcu ise, ben de bunu kendi adıma vatan borcu olarak addediyorum.
Tabiî, “Ben hayatım boyunca hiç siyasete bulaşmayacağım” diyen
kişiye de saygı duyuyorum.
Çocukken dilimle alay ettiler!..
- Geçmişinizi bugün nasıl anlatırsınız?
İmkânları olmayan bir ailenin çocuğuyum. Zor şartlarda okudum.
İlkokulu Erzurum’da bitirdim, ortaokulda İstanbul’a geldim. O zaman
İstanbul’un nüfusu azdı ve Anadolu’dan gelenlere hoş bakılmazdı.
Bunun bir hayli sıkıntısını çektim.
- Meselâ?..
Dilimle alay edilirdi. Biz, Türkçe’nin kendisini konuşur,
“Gelirem... Gidirem” derdik. İstanbul ise, “Geliyorum... Gidiyorum”
diyerek, bozulmuşu konuşulur. Tabiî bu ayrı bir tartışma konusudur
ama biz öyle konuşuyorduk ve bugün Doğu’da hâlâ öyle konuşuruz.
Bundan dolayı üstüme gelir, “Gelirem, gidirem’ dedikçe bana
gülerlerdi. Bu konuda çok kötü bir hatıram vardır: Birinci sınıfı
Erzurum’da okudum. İngilizce, birinci karnemde 9, ikinci karnemde
10’du. Dersimize bir Albay geliyor, başarımdan dolayı, bana
hediyeler alıyordu.
- Sonra?..
İstanbul’a geldik... Orta ikinci sınıftayım... İngilizce dersi...
Ne var ki biz Erzurum’da, dokuzuncu derse kadar okuyabilmişiz.
İstanbul’daki arkadaşlar ise, birinci sınıfta on altıncı derse
kadar okumuşlar. Hocamız, öğrencilerine, İngilizce olarak, “Tahtaya
kalk”, “Kitabını aç” gibi bilgileri öğretmiş. Ben bunları
bilmiyordum. Bana, “Tahtaya kalk!” demiş öyle bakıyorum!.. Dediler
ki, “Sana, ‘Tahtaya kalk’ diyor”. Kalktım... Sonra, “Filanca dersi
aç” demiş... Tabiî onu da anlamadım... Arkadaşların uyarısıyla, o
dersi de açtım ama anladım ki, onlar benden hayli ileri... Dedim
ki: “Öğretmenim biz bu derse kadar gelmemiştik. Onun için burayı
iyi okuyamirem!” Bana, “Otur” dedi. “Sen daha Türkçe bilmiyorsun
kardeşim! Bir de ben sana İngilizce öğreteceğim!..”
- Sonuç olarak?
Ve ben o sene İngilizce’den kaldım. Bu, çok kötü bir hatıradır. Bu
tavır onuruma dokunmuştu..
Yıllarca düğünlere bile gitmedim!
- Peki siyasete nasıl ilgi duydunuz?
MSP Kartal Gençlik Kolu Başkanı idim. Tayyip Bey’le de o günlerden
tanışırız. Tayyip Bey, İl Gençlik Kolu Başkanı, benim il başkanım
idi...
- Daima sağ tandanslıydınız, öyle mi?
Evet...Lisedeyken, Tohum dergisi gibi dergiler okurdum. Necip
Fazıl’ı çok beğenirdim ve vatanı kurtaracak düşünceler peşinde
koşardım. Bir anekdot aktarayım: 4-5 arkadaş, lise son sınıftayız.
Genç çocuklarız... Kadıköy Kız Meslek Lisesi’nin yakınlarında bir
parkta oturuyor ve sol görüşlü bir arkadaşla tartışıyor, ülkeyi
kurtarıyoruz. O anda bir arkadaş, “Baksana, kızlar bize bakıp kıkır
kıkır gülüyorlar” dedi. Baktım, hakikaten gülüyorlar!.. “Kardeşim
şimdi kız zamanı mı? Vatan ne oluyor, ülkenin fakiri ne oluyor!”
dedim ve ülkeyi kurtarmaya devam ettim.( Kahkahalar)
- Başka?..
Başkan oluncaya dek düğüne gitmedim! “Ülkenin yoksulunu düşünmemiz
lâzım” diyor, lüks olarak görüyordum.
- Siz nasıl evlendiniz? Düğün yaptınız mı?
Yaptık tabiî!.. Ancak şu anda öyle düşünmediğimi söylemek
istiyorum. İnsanlar, gençliklerinde daha radikal oluyor... Bugün
düğünlere gidiyor, gidilmesi gerektiğini düşünüyorum. İnsan
gelişiyor ve değişiyor. Değişmeyi kınayan insanları ben kınarım!
Çünkü insan değişmiyor ve gelişmiyorsa, onda bir problem var
demektir. Olur mu hiç öyle? Hem gelişmeli, hem de değişmeli.
Hazreti Mevlana, “Bizim bir ayağımız merkezde, diğeri dünyayı
pergeller.” diyor.
İmam Hatip’te okuduğum yanlış
- Nasıl bir aileden geliyordunuz?
Babam memur, ailem, alt gelir grubundandı.
- Tayinle mi İstanbul’a geldiniz?
Evet. Haydarpaşa Meslek Lisesi’nin ortaokulunu okudum... Bu konuda
çok yanlış bilgiler de yazılır, “Tayyip Bey ile imam hatipte
birlikte okudular” denilir... Doğru değildir. Lise 1’de elektrik
bölümünde okudum. Birinci sınıfı çok başarılı geçtiğim için,
dönemin Başbakanı olan Sayın Süleyman Demirel’in bursunu aldım ve
lise iki ve üçüncü sınıfı bu bursla okudum. O günlerde bu para,
bizim ailemiz için hayli yüklü bir meblağ idi. Mercedes araba çıkan
bir adamın sevincini düşünün! Bu burs, bizim için öyle olmuştu. Bu
arada, okurken de çalışıyordum.
- Ne iş yapıyordunuz?
Yapmadığım iş kalmamıştır. Meselâ bayramlarda işportacılık yapıyor,
balon, çorap satıyordum.
- Başka?
Lise 2’deyken motor sarmayı öğrenmiştim. Evde, elektrik motoru
sarıyor, bayanların dikiş makinelerini tamir ediyordum.
Üniversitede, İnşaat mühendisliğinde okurken de geceleri
çalışıyordum.
- Kendinizi çalışkan bir insan olarak değerlendirir
misiniz?
Ben 1981 yılının 27 Ağustos tarihine kadar hiç tatil yapmadım.
- Nasıl?..
Hiç hafta tatili yapmadım. 1981 yılının Ağustos’unda çalışmak üzere
Libya’ya gittim. O gün Cuma, o gün çalışılmıyor. Ne var ki benim o
güne dek hiç cumam, cumartesim, pazarım olmamış... O gün, Allah’ım
akşam olmak bilmedi!..
Göztepe Parkı’nı Meclis’e sorun!
- “Bu tür konular ülkeye patinaj yaptırır” diyorsunuz ama
sizce Göztepe Parkı’na camii gerekli midir?
Onu meclise soracaksınız, bana değil!.. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin 348 tane Meclis Üyesi var ve bu, Meclis’in onayıyla
yapılabiliyor. Demokrasi Türkiye’de nasıl uygulanıyor? Seçtiğiniz
insanların, temsilcilerinizin kararlarıyla... Herkesin tek başına
düşüncelerini alma şansımız yok. Zaten 70 milyon insanın her
birisinin düşünceleriyle Türkiye’yi yönetemezsiniz. Sizin
temsilcileriniz var ve İstanbul halkı da 348 meclis üyesi
göndererek planlamada bunlara yetki vermiş. Bakın, belediye
başkanları plan yetkisi olmayan insanlardır. Plan yetkisi
Meclis’indir. Meclis’in böyle bir kararı var. Dolayısıyla, bu
soruların muhatabı Meclis’tir.
Röportaj: İrem Barutçu
Kaynak: