Gülen'in bu yazısında her satır bomba!
Abone olSızıntı Dergisi'nin başyazarı olan Fethullah Gülen'in bu ayki sayıda yer alan yazısında çarpıcı tespitler dikkat çekti.
İNTERNETHABER.COM (ÖZEL İÇERİK) Uzun
süredir sessizliğini koruyan Fethullah Gülen Sızıntı Dergisi'nin
son sayısındaki yazısıyla mesajını verdi.
Seçimden sonra ilk kez Sızıntı'da yazısı çıkan Gülen, "Kimin ne
yaptığı, ne yapacağı belli değil; arzular başka, sözler-vaatler
başka; aldatan aldatana" sözleriyle ifade etti. Bu yazı Gülen'in
2003'te yazdığı eski bir yazıydı. Fakat aynı yazıyı yeniden
yayınlayarak bu kez mesajların hedefi hükümet
oldu.
Gülen'in yazısı hem cemaat mensuplarına hem de cemaate karşı savaş
açan çevrelere mesajlarla dolu.
"Allah dünkü zalimleri bugün cezalandırdığı gibi, günümüzün
gaddarlarını da çok yakın bir gelecekte mutlaka tecziye
edecektir" diyen Fethullah Gülen'in son yazısından çarpıcı
kısımlar şöyle:
ALDATAN ALDATANA
Günümüzde hâdiseler, sırf dış yüzleri itibarıyla
değerlendirilmekte; sürekli korku, telâş, endişe ve ürperten bir
belirsizlik var olup biten her işte. Niyetler olabildiğine
karanlık, söz ve davranışlar aldatıcı, emeller hırsların güdümünde
ve şu koca dünya fevkalâde hassas dengeler üzerindeki o iğreti
duruşuyla birkaç macerapereste emanet.
Kimin ne yaptığı, ne yapacağı belli değil; arzular başka,
sözler-vaatler başka; aldatan aldatana. Kimse inanmasa da,
öldürenler ve ezenler bir sürü bahane uydurabiliyor; mazlum ve
mağdurlar ise olup biten şeylerden bütün bütün habersiz. Ölene
şehit diyorlar, kalana da gazi. Aslında bunlarla teselli
olmak için de imana ihtiyaç var. Böyle bir desteği olmayanlar da
ödüllerle, madalyalarla avutuluyor.
KAN KOKUSU ALMIŞ KÖPEKBALIKLARI
GİBİ
Her yanda yürekler tıpkı kamış kalemler gibi cızır cızır.. ve
cızırdayan bu kalemler, kan rengindeki mürekkepleriyle tarihin en
kirli sayfalarından birine ne utandıran notlar düşüyor: Her tarafta
toz-duman, her bucakta kan, irin ve gözyaşı. Gövdeler canlara
kalkan, canlar yaşama heyecanı ve ölüm hafakanıyla tir tir..
ezenler kan kokusu almış köpekbalıkları gibi av peşinde; her
gördüğüne saldırıyor ve herkese diş gösteriyor.
HER YANDA ÇAKAL SESLERİ
Mazlumlar-mağdurlar ise, sürekli şaşkınlık içinde ve beyhude
eforların yorgunu. Her yanda kurt ulumaları, çakal sesleri; bu
seslere açık sinelerde ise çaresizlik iniltileri. Hayattan kâm
almak şöyle dursun, dört bir yandan gelip ruhlara çarpan acı
haberlerle yığınlar sürekli tedirginlik içinde.
İNSANLARIN YÜZÜ GİBİ
SİMSİYAH
Umumî atmosfer bugünkü insanların yüzleri gibi
simsiyah; hâdiseler de tıpkı onların kafaları gibi hep
sisli-dumanlı.. ne yaşamanın hakkı verilebiliyor, ne de hayat kendi
derinlikleriyle duyulabiliyor.. sürekli emel, elem arası gel-gitler
yaşanıyor, insanlar da her ân ayrı bir acı ve ızdırapla ölüp ölüp
diriliyorlar.
BUNLARI ANLATMAK ÇOK
ZOR
Evet, karın-kışın, bağırlarında baharları beslemeleri,
rüzgârların çok geniş alanlı aşılama fonksiyonları, yeryüzündeki
değişik tebeddül ve tagayyürlerle yeni yeni güzel manzaraların
oluşması ve bize vahşice görünen pek çok hâdisenin,
ekosistem açısından getirdikleri o kadar güzeldir ki, duyup
sezenler için bunlara hayran olmamak mümkün değildir; değildir ve
bunların hemen hepsi de mükemmel, yerinde ve fevkalâde
güzeldirler; ama her şeyin kendi heva ve heveslerine göre
cereyan etmesini isteyenlere bunları anlatmak çok zor olsa
gerek...
IZDIRIPLAR DOĞUM SANCISINA
DÖNÜŞÜR
Gökte ve yerde ne varsa hepsinin ilmî bir programa göre
Yaratan'ın meşîetine bağlı cereyan ettiğini sezip anlayanlar, her
şeyi daha farklı görür ve daha farklı değerlendirirler.
Onların ufkunda guruplar tulû televvünlü, felâketler saadet
renkli, elemler muvaffakiyet edalı, elde olmayan mazlumiyet ve
mağduriyetler de müstakbel mutlulukların vesilesidir.
Onlar, hâdiselerin o ekşi çehrelerinden daha çok, gülen yüzüne
bakar ve olayların acı yanları yanında tatlı taraflarını da görmeye
çalışırlar. Dolayısıyla da, onların o aydınlık dimağlarında,
yerinde toprak altın kesilir; zehir, şeker-şerbet olur; tipi-boran,
rahmet rengine bürünür; elemler, emellerin koridorları hâline gelir
ve ızdıraplar da birer doğum sancısına dönüşür.
ZALİMLERİN ZULMÜ
Şerler, böylelerinin atmosferinde hayır rengini alır; ızdırap ve
acılar da onların saflaşıp özlerine ermelerini netice verir.
Havaların kararması, ortamın yaşanmaz hâle gelmesi onların
gerilimlerini artırarak daha bir teyakkuza sevk eder.
Zalimlerin zulmü, müstebitlerin ardı arkası kesilmeyen dayatmaları,
aleyhlerinde komploları komploların takip etmesi ve bir ölçüde
sebeplerin sukutuyla çarelerin bütün bütün bitmesi onları daha bir
yürekten Çaresizler Çaresi'ne yönlendirir ve kendi
kendilerine: "Nâçâr kaldığın yerde / Nâgâh açar ol perde /
Derman olur her derde" (İ. Hakkı) der; her şeyi daha iyi okur, daha
iyi değerlendirir ve kaybetmeler kuşağında iç içe kazançlar
yaşarlar.
BİR KERECİK ALLAH ONLARI KAHRETSİN
DEMEDİK!
Yıllar var bizler, hep bu anlayışa sadık kalmaya çalıştık:
Fitne ve fesada karşı koymak şiarımız oldu. Milletin
selâmeti adına, tecavüzlere, tasallutlara ses çıkarmadan,
fenalıkları sürekli iyiliklerle savmaya uğraştık. Bize
zulmedenlere, akla-hayale gelmedik komplolar kuranlara tek bir
sözle olsun mukabelede bulunmadık. İftira ve tezvire kilitlenmiş
olanlara dahi bir kerecik olsun "Allah onları
kahretsin." demedik.
MAKAM BEKLENTİSİNDEN UZAK
DURDUK
Dünya peşinde koşmayı, sâfiyane Allah yolunda bulunma ile telif
edemediğimizden, O'nun rızasına bağlılık içinde îlâ-yı hak mecburi
seçeneğimiz oldu. Yürüdüğümüz yolda hep başkaları için yürüdük ve
her zaman onları yaşatma mülâhazaları, yaşama arzularımızın önünde
bulundu. İnanmış ve sevgiyle atan sinelere refakatin dışında
dünyevî zevk, lezzet adına bir şey duyup tatmadık. Dünyaya ait
büyük-küçük herhangi bir talebimiz olmadığı gibi, dünyevî sayılan
yanları itibarıyla –siyaset dâhil– her şeye karşı bilerek mesafeli
durmaya fevkalâde gayret gösterdik. Saf Allah hoşnutluğunu
bulandırır ve Rabbimizle kulluk münasebetlerimizi zedeler
mülâhazasıyla makam, mansıp düşüncelerini kalbî ve ruhî hayatımız
adına birer kirlenme sayarak bu tür arzu ve beklentilerden hep uzak
durduk.
İFTİRA VE HAKARETLERLE ONURUMUZU KIRMAYA
ÇALIŞTILAR
Evet biz, tâ baştan itibaren hep böyle davrandık; ama insanları
kendilerine medyun edip bu medyuniyeti de bir koz gibi kullanmak
isteyen bazı çevreler, ayrıca her güzel şeyi kendilerine mal etme
peşinde koşup duran ve müspet hiçbir hizmetleri olmadığı hâlde her
olumlu işin önünde görünmek isteyen hasta bir kısım mütegallip
zorbalar, aslında meziyet sayılan bazı millî faaliyetlere ve
onların temsilcilerine karşı –ma'şerî vicdan "evet" dese de–
iftira, isnat ve her türlü tezvire başvurmadan geri kalmadılar.
Bu tür hareket etmekle onurumuzu kırmak, ma'şerî vicdan
nezdinde bizi ademe mahkûm etmek istediler.
YAPILALARIN KEYFİYETİ
ÜRPERTİCİ
Böyle davrananların sayısı belki azdı; ama, yapılanların
keyfiyet ve temâdîsi oldukça ürperticiydi. Bunların hemen hepsi de
onur kırıcı şeylerdi ve iffetli yaşamış insanları fevkalâde rencide
edecek mahiyetteydi. Ne var ki, kendini milletine adamış
bir mü'min için bunlar mutlaka ve mutlaka katlanılması gerekli olan
şeylerdendi. Bu itibarla da bana göre, gönül erleri, geçmişte
olduğu gibi gelecekte de olması muhtemel bu kabîl densizlikleri
gülerek karşılamalı; "Hoştur bana Sen'den gelen / Ya hil'at ü yahut
kefen / Ya taze gül yahut diken / Lütfun da hoş, kahrın da hoş."
demeli ve her zaman dimdik durmalıdırlar.
MİLLET HARAMİLİĞE PRİM VERİYORSA BİZE
AĞLAMAK DÜŞER
Bizim için önemli olan, milletimiz ve onun onurudur. Eğer
millet derbeder, kitleler fakr u zaruret içinde inliyor, toplum
tefrikaya yenik, yığınlar birbirini yiyor ve haramiliğe prim
verilip şekavet de alkışlanıyorsa, işte o zaman bize oturup ağlamak
düşer.. evet, kendini milletine adamış hasbî bir ruh,
şahsı veya yakınlarının maruz kaldığı tecavüzler, tahkirler
karşısında değil, dinine, diyanetine, mukaddes değerlerine
dokunulduğu zaman hafakanlara girer; bir itfaiyeci edasıyla "çare"
der, sağa-sola koşar ve gözü başka bir şey görmeyen sevdalılar gibi
gerekirse her şeyini feda eder; feda eder de, kat'iyen millî ve
dinî değerlerine toz kondurmaz.
Yürüdüğü yol mazlumların, mağdurların yolu olmuş; ömür boyu hep
çile çekmiş ve dünya zevki namına hiçbir şey tatmamış; sürgün
yaşamış, zindanlarda çürümeye terk edilmiş; değişik baskılarla
sürekli preslenmiş; her zaman bir haydut ve şaki muamelesi
görmüş... önemsemez bunların hiçbirini; önemsemek bir yana, böyle
şeyleri düşünmeyi bile düşünce adına israf kabul eder ve oturur
kalkar milletin problemlerine çözüm bulmaya çalışır.
Zulme maruz kalır, haksızlığa uğrar; ama o, ne zalimi görür ne
de gadredenler üzerinde durur; hâlini, her şeyi bilen
"Allâmü'l-Guyûb"a havale eder ve yürür Hak rızası hedefli yoluna.
Yürüdüğü yolda musibetlerin biri gider, diğeri gelir ve belâlar da
sağanak sağanaktır tepesinde. Ne var ki o, bütün bunları, Hak'la
münasebetleri açısından kendi kusur ve eksikliklerine verir; maruz
kaldığı bu şeylerin, günahlarına kefaret olacağını düşünür; kısmen
de olsa hatalarından arındığı/arınacağı ümidiyle acı çekerken dahi
sevinir; dahası, olup biten bu şeylerin bir kısım sürpriz sonuçları
olabileceği mülâhazasıyla da içinde bulunduğu o ızdırap karelerini
ve bunların bütününden hâsıl olan gâile ve bâdireler silsilesini
Cennet yolunun yokuşları gibi algılar; başkalarının âh u vâh ettiği
en canhıraş durumlarda bile sürekli şükranla gürler ve "Bırak
bîçâre feryadı belâdan, kıl tevekkül; zîrâ feryat, belâ-ender,
hata-ender belâdır bil / Belâ vereni buldunsa eğer, safâ-ender,
vefa-ender, atâ-ender belâdır bil / ...Cihan dolusu belâ başında
varken ne bağırırsın küçük bir belâdan, gel tevekkül kıl / Tevekkül
ile belâ yüzüne gül, tâ o da gülsün; o güldükçe küçülür, eder
tebeddül."1 der, kendini sorgular. Zulümden zulme koşanlar,
hayatlarını kin, nefret, iğbirar ve intikam hisleriyle karartanlar
kararta dursunlar; o, kendi gibi hareket eder; gayzları mülâyemetle
savmaya çalışır; en insafsızca tecavüzleri gülücüklerle tesirsiz
hâle getirir; yılmadan, usanmadan hep insanca tavırlar sergiler;
her şeye rağmen başına gelenleri de, istihkakına binaen rahmetin
yol verdiği kaderin adaletine bağlayarak rıza ile karşılar;
karşılar ve hemen toparlanır, kendine gelir, yanlışlarını görmeye
çalışır ve bir kere daha yaşama düzenini hüsn ü âkıbete göre
plânlayarak yürür Hak hoşnutluğuna.
BAŞA GELENİN GERÇEK SEBEBİNİ
KEŞFEDEMEYENLER
Başa gelenlerin gerçek sebeplerini keşfedemeyenlere gelince; onlar, yer yer çevrelerinde suçlu arar, zaman zaman kadere taşlar atar; varsa Hak'la bir parçacık münasebetleri onu da zedeler ve yanlışla oturur, yanlışla kalkarlar.. derken yeni yeni hatalarla daha değişik zulümlere de davetiyeler çıkarırlar.
Fertler için söz konusu olan bütün bu hususlar, aynıyla toplumlar için de vâki ve vârittir: Bugün yeryüzünde zulümleri zulümler takip ediyor; güçlüler güçsüzleri eziyor; kuvveti elinde bulunduranlar, kimsenin gözünün yaşına bakmadan önüne gelen herkese saldırıyor. Bu kabîl saldırı ve tecavüzler esnasında bir sürü masum gadre uğruyor; bir sürü insan ölüyor veya esarete dûçâr oluyor ve bütün bu hâdiseler, dış yüzleri itibarıyla yürekleri kanatacak mahiyette cereyan ediyor. Ne var ki, kader açısından bakınca mesele hiç de öyle değil; biz, bazen şöyle-böyle üzülebiliriz, ama her şeyde kaderin adaletinin olduğu da bir gerçek: Bir kere her şeyden evvel, dünkü zalimler bugün zulümlerinin cezasını çekiyor, mazlumlar ve onların yakınları da ebedî saadet inancıyla serinliyor ve teselli oluyorlar.
Evet, bugüne kadar o zalimler, önlerine gelen herkesi eziyor, kendileri gibi düşünmeyenlere kan kusturuyor ve ettiklerinin bir gün gayretullaha dokunacağını hiç mi hiç düşünmüyorlardı. Ezilip horlananlarsa, hiçbir şey yapamama hafakanlarını, sadece onları Allah'a havale etmekle yatıştırmaya çalışıyorlardı. Yıllar hep böyle Muharrem gibi geçti; gözyaşları da Revan Nehri gibi çağlayıp durdu.. derken, yapılanlar ilâhî izzete dokundu ve Allah zulmedeni de, zulmü alkışlayıp zalimi seveni de, haksızlıklar karşısında sessiz kalanı da toptan tedip etti/ediyor ve edecektir de. Atalarımız "Zulüm ile âbâd olanın âhiri berbat olur." demişlerdir ki, tarih bunun yüzlerce misaliyle mâlemâldir. Dahası, iğneden ipliğe her şeyin hesabının sorulacağı bir gün var ki, o gün vay hâline o zalimlerin..!
Biz, şimdi her şeyi Sahibine havale ederek bir kere daha:
"Zalimin zulmü varsa, mazlumun da Allah'ı var,
Bugün halka cevretmek kolay, yarın Hakk'ın divanı var."
deyip geçelim. Allah dünkü zalimleri bugün cezalandırdığı gibi, günümüzün gaddarlarını da çok yakın bir gelecekte mutlaka tecziye edecektir. Bugün, şahlar, şehinşahlar gibi yaşayanlar, günü gelince sürekli ızdırapla kıvranacak ve sefalet içinde yutkunup duracaklardır. Bu dünya, var olduğu günden beri her zaman yarısı ışık, yarısı da karanlık olagelmiştir. Bugün karanlık yaşayanlar, yakın bir gelecekte –eğer iradelerine emanet edilen dinamikleri iyi kullanırlarsa– aydınlıklara yürüyecek, içinde bulundukları zamanı günahlarıyla kirletenler de karanlıklara yuvarlanacaklardır.
Şimdilerde bize, geceleri hep seher kuşları gibi inleyip durmak ve âh u enînlerle gök kapılarını zorlamak düşüyor. Kim bilir belki de, toplarla, tüfeklerle çözülemeyen problemler, hiç umulmadık şekilde bir gün gözyaşlarıyla ve Hakk'a yakarışlarla çözülecektir. Aksine eğer bir an evvel kendimize dönüp, kendi değerlerimizi, kendi dinamiklerimizi harekete geçirmezsek, daha uzun süre mahrumiyetler içinde kıvranıp durmamız kaçınılmaz olacaktır. Evet, bugün kendini rahata salanlar, şimdilerin miskinleri, yarınların da zelilleri olmaya mahkûmdurlar. Ömürlerini hissiz ve hareketsiz geçirenler, çevrelerinde ölüm sûrları ötmeye başlayınca çaresizlikle hep şaşkınlık yaşayacaklardır; yaşayacaklardır ama, yaz ve bahardaki fırsatları fevt edenler, kışta âh u vâh etmiş ve nedamet duymuşlar neye yarar ki..! İnsan, bugününü, gelecekte "keşke keşke" demeyecek şekilde değerlendirmeli ve yarınlarını karartmamaya çalışmalıdır.