Gülen'den Gezi eylemcilerine sıcak mesaj
Abone olFethullah Gülen, röportajın üçüncü gününde hükümeti yerden yere vurdu, temel hak ve hürriyetlerin daraltıldığını savundu.
Hükümetin kırıcı ve yıkıcı dilinin her kitleyi ötekileştirdiğini
iddia eden Gülen, Gezi eylemcilerine ve Alevilere sıcak mesajlar
verdi:
Gezi olayları sırasında ‘çapulcular’ demesine acizane itiraz ettim, ‘öyle dememek lazım’ dedim. Aleviler için de aynı şey geçerli. En tabii haklarına demokratik çözümler bulunamıyor. Belki de bulunmak istenmiyor."
Fethullah Gülen'e göre Türkiye dünyadan kopuyor ve hükümet ülkeyi istihbarat devletine dönüştürüyor. Röportajın üçüncü gününde Gülen demokrasi ve temel hak ve hürriyetler konusunda hükümeti eleştirdi, hükümetin kumpas suçlamasına cevap verdi.
İsmini vermediği bir üst düzey istihbarat yetkilisinin "bütün
operasyonlardan Başbakan'ın bilgisi vardı" açıklamasını hatırlatan
Gülen, "bugün ‘kumpas’tan bahsedip insanları zan altında bırakmak
büyük bir vebal almak değil mi? " diye sordu.
Dıştan bakıldığında bir hükümet-Cemaat kavgası var gibi
görünüyor. Öyle yazılar yazıldı, analizler yapıldı. Bazıları da
“Beğenmediğimiz partiyi sandıkta değiştiririz ama Cemaat’i nasıl
değiştireceğiz?” diyorlar, ne dersiniz?
Evvelen şunu ifade etmek isterim ki mesele AK Parti-Cemaat kavgası
değil. Temel hak ve hürriyetler konusunda son birkaç senedir ciddi
bir daralma yaşanıyor. Siyasetin kırıcı ve yıkıcı dili her kitleyi
ayrı ayrı ötekileştiriyor, toplumu kutuplaştırıyor. Gezi olayları
sırasında ‘çapulcular’ demesine acizane itiraz ettim, ‘öyle dememek
lazım’ dedim. Aleviler için de aynı şey geçerli. En tabii haklarına
demokratik çözümler bulunamıyor. Belki de bulunmak istenmiyor.
Cami-cemevi projesine destek verdik, beklenmedik yerlerden mevzua
huşûnetle yaklaşanlar oldu.
Saniyen, biz bir siyasî parti değiliz, olmayacağız da. Binaenaleyh
hiçbir partinin rakibi de değiliz. Herkese eşit yakınlıktayız. Buna
rağmen memleketimizin geleceği adına ümitlerimizi ve kaygılarımızı
kamuoyuyla paylaşıyoruz. Bu da en tabii ve demokratik hakkımız olsa
gerek. Bundan rahatsız olunmasını yadırgıyorum. Ülkeyi idare
edenlere “Şöyle bir fikrim var...” demek neden suç olsun? Gelişmiş
demokrasilerde fertler ve o fertlerden oluşan sivil toplum
kuruluşları fikirlerini, tenkitlerini kamuoyuyla paylaşıyor ve hiç
kimse bundan rahatsız olmuyor.
Şunu da eklemek isterim ki, arkadaşlarımızın kurduğu her müessese
devlet denetimine açık, kanunlara bağlı faaliyet gösteriyor. Yani
tamamen şeffaf bir yapıdan bahsediyoruz. Asıl şeffaf olmayanların
kim olduğu son aylarda ortaya çıkan bir kısım eracif ile daha net
anlaşılmıştır. Hizmet, gönüllülük esasına dayanır. Hayatında
karınca bile incitmemiş insanlar kanunlara bu kadar riayet ederken
gizli kapaklı bir örgütmüş gibi onlardan bahsedilmesi esef
vericidir. Devletin her biriminde her düşünceden insan olur.
Sağcısı solcusu, Alevi’si, Sünni’si, gayrimüslimi, Kürt’ü, Türk’ü
devletin verdiği görevi yerine getirir. Asıl önemli olan da o
insanların kanunlar çerçevesinde işlerini yapmasıdır. Hangi
fikirden olursa olsun insanların devlette çalışırken fişlenmesi,
mesnetsiz bir şekilde suçlanması onların haklarına, hukuklarına bir
tecavüzdür. Hiçbir suç olmadığı halde, bir kere “paralel yapı” var
derseniz o evham, karşınıza bin paralel yapı çıkarır. Ve masum
insanlara zulmetmiş olursunuz.
PARTİZANLIK BAŞKA, DEMOKRATİK İCRAATLARA DESTEK
BAŞKA
Deniliyor ki 12 senedir destek verdiğiniz partiye şimdi
neden karşı çıkıyorsunuz? Bir menfaat birlikteliği mi
vardı?
Kimseyle hiçbir menfaat birlikteliğimiz olmadı. Hep müstağni
kaldık. Zira Kur’an ve sünnetten aldığımız ders öyle iktiza
ediyordu. Makama talip olmayı, kendi değerlerimize ihanet gibi
gördüm hep. Başkalarının içtihadına, hissiyatına bir şey demem.
Ancak dünyaya talip olmayı alkışlanma arzusu altında kalmayı
ahiretim için daima hatarlı gördüm. Arkadaşlarım da öyledir. Biz
hiçbir zaman ne genel müdürlük, ne kaymakamlık, ne valilik, ne
bakanlık talep ettik. Öyle bir talebi olan çıktıysa -ki ben öyle
bir şey hatırlamıyorum- bizimle alakası yoktur. Var idiyse de
kalmamıştır. Bu hissiyatımı bilvesile devlet erkânına
iletmiştim.
Biz demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi gibi
mevzularda samimi bir destek vermeye çalıştık. Antidemokratik
dönemlerin sona ermesi, çoğulcu demokrasi kültürünün kalıcı hale
gelmesi için hangi parti adım atsa onu destekleriz. Körü körüne
partizanlık başka bir şey, demokratik icraatlara destek vermek
başka bir şey.
Biz dün nerede duruyorsak, bugün de orada duruyoruz. Uzaklaşan kim,
ona bakmak lazım. Daha birkaç sene öncesine kadar temel hak ve
hürriyetler konusunda adımlar atan bir siyasî parti bugün interneti
yasak etmeyi, “istihbarat devleti” dedirtecek şekilde kanunlar
çıkarmayı göze alıyor. Kullandığı keskin ve yaralayıcı dil ile
sosyal ahengin ayarını bozma ve demokratik teamülleri rafa kaldırma
teşebbüslerine destek vermemiz düşünülebilir mi? Mesele sadece
Cemaat ile sınırlı olsa buna bir şekilde katlanmayı
deneyebilirsiniz. Ancak gelinen noktanın daha geniş bir
perspektiften değerlendirilmesi gerekiyor. Türkiye maalesef
dünyadan kopuyor, yalnızlaşıyor. İçine kapanan ve demokratik
zenginliğini kaybeden bir Türkiye, sadece bu ülke insanına değil;
şuuraltı müktesebatına dayanarak Türkiye’ye itimat eden, onu
kendine hüsnü misal kabul eden herkese zarar verir.
12 YILDIR BERABER OLDUĞUNUZ İNSANLAR YOLSUZLUK
SORUŞTURMASINDAN SONRA MI KÖTÜ OLDU?
Hizmet hakkında örgüt ve çete suçlaması yapılıyor. Hatta
seçim sonrası bir soruşturma yapılacağı iddia
ediliyor…
Maalesef öfke ile çok şeyler söyleniyor. Sanırım, hakaret sadedinde
söylenmedik laf kalmadı. Pek çok şeyi tükettiler. Bu arada insafa
sığmayacak ithamlar da dile getirildi. Örgüt, çete gibi lafların
ardından yargıyı etkilemeye yönelik yönlendirmeler de yapılıyor. Bu
o kadar tavazzuh etti ki, bir dava açılacağı artık meydanlarda
söyleniyor. Ortada hiçbir suç yoksa, onca yola başvurulmasına
rağmen bir suç bulunamıyorsa, kanun gücünü zorlamak adalet duygusu
ile telif edilebilir mi? “Paralel yapı” denen mevhum ve muğlak
suçlama toplumun hemen her katmanı, her kesimi için söylenebilir.
Yani devlette çalışan kişilerin inancı, ideolojisi, cemaati,
tarikatı, partisi üzerinden suç çıkarmaya çalışmanın sonu
yoktur. Bir gün bir cemaati ‘paralel’ ilan eder onlara ‘çete’
derseniz, bir başka gün biri de çıkar başka topluluklar için aynı
iddiaları gündeme getirir. Devlette vazife alan ama bu arada bir
sosyal, siyasî veya dinî bir topluluğa sempati besleyen herkesin
başına bir gün ‘paralel devlet’ suçlaması bela kesilebilir. Hatta
bugün bu mevzuyu sıkça diline dolayanların bir gün benzer bir
suçlamayla karşı karşıya gelmeyeceğini kimse garanti edemez. Öyle
ithamlarla insanlar zan altında bırakılırsa ne nizam kalır ortada,
ne adalet.
Bir devlet memuru dairedeki amirini dinlemiyorsa, hukukta bunun
tecziye usulü bellidir. Kanunlar çerçevesinde bu itaatsizliğin
hesabı sorulur. Ancak meseleyi hukukî mecrasından çıkararak
binlerce insanı yaftalayıp oradan buraya sürmenin insanlar hakkında
davalar açıp zulmetmenin tarih önünde hesabı verilemeyeceği gibi
ötede de hesabı verilemez.
Yargıya baskı yaparak zorla dava açmak katmerli bir zulüm olur ve
maşeri vicdan bunun hesabını sorar. Ayrıca uydurma davalardan
hukukî bir netice alınamayacağı da aşikârdır. Kaldı ki kanunlara
riayeti bir tarz-ı hayat haline getiren bu ülkenin insanlarına
örgüt derseniz size de sorarlar: 12 yıldır bu insanlarla beraber
çalıştınız onlar bunca senedir emrinizde görev yaparken iyi idi de
yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasından sonra birden kötü mü oldular?
Her cuma hutbelerde kıraat edilen o ayeti hatırdan dûr etmemek
lazım: “Allah adaletle emrediyor…” Yani kul hakkı yememekle,
insanların hukukuna tecavüz etmemekle emrediyor.
TARAFTARLARINA “ASKERE DİZ ÇÖKTÜRDÜK” DİYENLER, TUTUKLU
SUBAYLARA “BİZ DEĞİL CEMAAT YAPTI” DEDİLER
Uzun bir zamandan beri hükümet kaynakları yurtiçinde ve
yurtdışında bütün olumsuz gördükleri şeyleri Cemaat’e, demokratik
ve olumlu gördükleri her şeyi kendilerine mal etmekteydi. Şimdi
Ergenekon sanıkları serbest bırakılırken yine benzer bir metotla
faturayı “Cemaat”e kesiyorlar. Bu propaganda zaman zaman etkili de
oluyor… Ne dersiniz?
Bu iftiralarla toplumun önemli kesimlerini iğfal etmeyi denediler.
Mesela bazı medya gruplarına, “Bizim sizinle bir problemimiz yok
ama Cemaat sizinle uğraşıyor.” dediler. Şimdi internetlere düşen o
kayıtlar gösteriyor ki ülkeyi yöneten insanlar işi gücü bırakıp bu
insanların mahkûm olması için uğraşmış. İş dünyasından ihalelere
girip hakkıyla kazanan insanları bile doğrudan müdahale ederek saf
dışı bırakmışlar. Burada en üzücü şey, bu tür yanlışları masum bir
kitlenin üzerine yıkarak korkunç bir vebale girmeleridir. Bu konuda
yapılan gıybetler, atılan iftiralar o kadar çok ki, mahzun olmamak
elde değil.
En üzücü kısmı da ordu ile ilgili. Kapalı kapılar ardında “Askere
diz çöktürdük, karşımızda topuk selamı verdirdik, askerî vesayeti
sona erdirdik...” gibi cümleler kuranlar, askerî yetkililere de,
“Bu işi biz çözeriz ama cemaat mani oluyor.” dediler. Halbuki
birkaç günde MİT Müsteşarı Sayın Hakan Fidan için yasa çıkardılar.
İsteselerdi ve samimi olsalardı eski Genelkurmay Başkanı Sayın
İlker Başbuğ ve diğerleri için, bir gecede kanun çıkarırlardı.
Kaldı ki ben size bir hissiyatımı söyleyeyim. Arkadaşlarım
defalarca şahittir ki o emekli askerlerin derdest edilmesi
karşısında yüreğim burkulmuş, gözlerim dolmuştur. “Ah keşke bu
şerefli üniformayı üzerinde taşıyan insanlar, bu durumla hiç karşı
karşıya gelmeseydi...” demişimdir. Ne var ki benim mer’i hukuka
müdahale etmem ya da bu konuda herhangi bir telkinde bulunmam
mümkün değil. Darbe, ağır bir suçlamadır ve hukuk kendi kuralları
içinde bunun hesabını sormak zorundadır. Ona bir şey demem. Ancak
keşke yaşını başını almış, uzun yıllar hep saygı görmüş insanların
yaşları, sağlık durumları dikkate alınarak hukuk içinde bir yol
bulunsaydı...
Hissiyatımız budur. Hep de böyleydi. Şimdi sanki onları zor duruma
düşüren “Cemaat”miş gibi davranılması gerçeklere münafidir.
Geçenlerde üst düzey emekli bir emniyet istihbarat görevlisi, bir
gazeteciye konuşmuş. Arkadaşlar bana internetten okudu. Diyor ki:
“Hangi operasyonu yaptıysak operasyon öncesinde Sayın Başbakan’ın
bilgisi vardı.” Sanırım bir köşe yazısına konu edilen bu beyanat
hiçbir makam tarafından yalanlanmadı. Şunu sormaya hakkımız yok mu:
Madem bütün operasyonları biliyor ve bu icraatlar sizin bilginiz
dahilinde yapılıyorsa bugün ‘kumpas’tan bahsedip insanları zan
altında bırakmak büyük bir vebal almak değil mi? Öyle bir kumpas
varsa neden o zaman müdahale etmediniz? Şayet biliyor ve müdahale
etmediyseniz ‘kumpas’a ortak olmuş sayılmaz mısınız?