Gülen'den çok ilginç 17 Aralık açıklaması
Abone olFethullah Gülen, 17 Aralık soruşturmasının arkasında cemaatin olduğu iddiasını doğrular nitelikte mi konuştu?
"Eğer bu soruşturmaları yürütenler arasında
hizmetleri takdir eden birileri var idiyse, ben de bu insanlara
“Yolsuzluk iddialarını görmezden gelin” mi demeliydim?"
diyen Gülen, bu yönde beklenti içinde olanlara "Ahiretimi
mahvedecek böyle bir şeyi nasıl söylerim? Başka türlü nasıl
davranabilirim?" diye cevap verdi.
Fethullah Gülen, Türkiye'nin aylardır konuştuğu 17 Aralık operasyonu için "Burada milletimizin zararına, rüşvetler, irtikâplar, adam kayırmalar, ihalelere fesat karıştırmalar varsa, örtbas ediliyorsa Allah sorar bunu." ifadelerini kullandı.
O DUAYA AMİN DEMELERİNİ
İSTEDİ
Beddua meselesi hakkında “Doğrudan hiçbir kişinin, hiçbir partinin adını vermedim. Her kim şunu şunu yapıyorsa dedim. O sıfatı taşımıyorlarsa, o fiilleri işlememişlerse neden bu kadar rahatsız oluyorlar?” diyen Gülen, kendisine iftira edenlerden duasına amin diyebilmelerini beklediğini vurguladı.
Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı sordu, Gülen
cevap verdi. Röportajın ikinci gününde yolsuzluk iddiaları, telefon
dinlemleri, MİT'in İran raporu ve dershaneler vardı.
Özellikle bir kısım medyada 17 Aralık yolsuzluk ve
rüşvet operasyonlarının Camia tarafından yapıldığı iddiaları yer
aldı. Sürecin şu an vardığı nokta ile ilgili değerlendirmelerinizi
alabilir miyim?
Defalarca tekzip, tavzih, tashih göndermemize rağmen birileri
ısrarla Camia’yı suçluyor. Daha önce de dediğim gibi bazı savcılar
ve ona bağlı vazife yapan kolluk kuvvetleri kanunun onlara
emrettiği görevi yapmış ve bilememiş ki, suçluların peşine düşmek
meğer suç sayılıyormuş! Yani insanlar, vazifelerini yaptıkları için
mağdur edileceklerini tahmin edememiş. Geçenlerde bir köşe yazarı
zannediyorum Yavuz Semerci Bey “Bu insanlara bir gün madalya
takılacak.” diyordu. Ne var ki 17 Aralık soruşturmasını yürüten;
hatta o soruşturma ile hiç alakası olmayan binlerce insan sürüldü,
kıyıma tabi tutuldu. O mağdur insanlar ve ailelerinin haklarına
riayet edilmedi. Sanki ortada hiçbir şey yokmuşçasına Camia’yı
suçlayanlar oldu. Ve yalan üstüne yalan söylendi. Hâlâ da
söyleniyor.
Evvela bu yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları yeni değil. Ülkenin
istihbarat teşkilatı, belki de İran ajanı olabilecek birilerinin
devletin bakanlarına, bakan çocuklarına hatta bir kısım işler için
kabineye nüfuz ettiğini 8-9 ay önce rapor etmiş. Görmezden
gelinmiş. Sonra medyada hususan hükümete yakın diyeceğim
gazetelerde sayfa sayfa haberler çıkmış. Önemsenmemiş.
Yolsuzlukları önlemeyi düşünmemişler. Sonra 17 Aralık’ta bu
operasyonlar başlayınca sığınacak yer bulunamayınca atf-ı cürümle
bu işten sıyrılma yolu düşünülmüş.
Ben daha önce de arz etmiştim. Bu operasyonları yapanlar organize
edenler her kimse, hiçbiriyle bir irtibatım olmadı. “Binde birini
bile tanımıyorum...” dedim defalarca; ama yine de mâl etmeye devam
ettiler.
Beni asıl inkisar-ı hayale uğratan, onurlu ve dürüst tanıdığım bazı
siyasiler oldu. Beklerdim ki kendilerini kadimden bu yana bildiğim,
salahatlerine ve vicdanlarına muhalefet etmeyeceklerine inandığım,
itimat ettiğim bu isimler yolsuzluklara, rüşvet münasebetlerine
sessiz kalmazlar. Öyle zannediyordum. Onlardan, mekânı cennet
olsun, merhum Özal’ın bu tür kirli işlere karşı gösterdiği
reaksiyonu beklerdim. Olmadı. Onlar sessiz kalınca ‘bir’i yapanlar
‘bin’i yapmaktan kaçınmadı. Cumhuriyet tarihi boyunca denenmemiş
bir yol icat edildi. Yolsuzlukların üstüne gitmek yerine
yolsuzlukları soruşturanların üstüne gittiler.
İslam’ın bu mevzuda müeyyideleri var. Ahlaki prensipleriyle bu
meseleye karşı çıkmış. Hatta bazı meselelerde cezalar var. Hiçbir
yolsuzluk tasvip edilemez. Hiçbir yolsuzluk, yapanın yanına kâr
kalmaz. Ahlakî olarak şu husus da vardır. Günah, hata, yanlışlık
fert planında kalır, zararları topluma raci olmazsa, o mevzuda
İslam, o insanın affedilmesini ister. Onların şahsî haysiyetleriyle
ve şerefleriyle oynamaya izin vermez. Bu iki hususun birbiriyle
karıştırılmaması lazımdır. Yani bir tarafta başkalarının hakkı
mevzubahis olduğu yerde, şunun bunun hakkı yendiği yerde,
yolsuzluklara yer verildiği yerde, İslam hassasiyet gösterir,
tecziye eder. Mesela Hz. Ömer, Iyaz ibn-ü Ganem’i azletmiştir.
Valiyi, bölge valisini, Afrika valisini azletmiştir, Amr
ibnü’l-As’ı azletmiştir.
AHİRETİMİ MAHVEDECEK BİR ŞEYİ NASIL
SÖYLERİM?
Yine meşhur valilerden aynı zamanda Kadisiye Meydan Muharebesi’nin
de, İranlılara karşı, fatihidir, onu da azletmiş Medine’ye
çağırmıştır. Aslında hiçbir suçu yoktu, hakkında dedikodular vardı.
Hakkında dedikodu olan bir insan vali olamaz, millet onu dinlemez,
böyle itibar kaybına uğramış bir insan orda vali olamaz diye
Medine’ye çağırmıştır. Yine yolsuzluk yaptığı mülahazasıyla Halid
bin Velid’i Yermuk gibi çok önemli bir muharebenin cereyan ettiği,
hatta şiddetli bir şekilde devam ettiği sırada azletmiştir; sarığı
boynunda Medine’ye çağırmıştır. Aklınıza Halid bin Velid hakkında
da bir şey gelmesin. Bu muhteşem komutan vefat ettiğinde atından ve
kılıcından başka bir şeyi yoktu. Öyle dev bir komutan... âbid,
zâhid... Evet yani yolsuzluk iddialarına Hz. Ömer alakasız
kalmamıştır. Yakın takibe almıştır.
Burada milletimizin zararına, rüşvetler, irtikâplar, adam
kayırmalar, ihalelere fesat karıştırmalar varsa, örtbas ediliyorsa
Allah sorar bunu. Ama nasıl bir beklenti vardı bilemiyorum… Eğer bu
soruşturmaları yürütenler arasında hizmetleri takdir eden birileri
var idiyse, ben de bu insanlara “Yolsuzluk iddialarını görmezden
gelin” mi demeliydim? Bilemiyorum, sanki bazılarının beklentisi bu
gibi geliyor bana. Beklentileri bu muydu? Ahiretimi mahvedecek
böyle bir şeyi nasıl söylerim? Başka türlü nasıl
davranabilirim?
Daha önce de arz ettim. ‘Paralel’ falan diyerek yaftalanan bu
insanlar kanun ve yönetmeliklere muhalif bir fiilin içinde olduysa
bugüne kadar niçin bunlar tecziye edilmedi? Bilmiyorum on binlere
baliğ görevden alma ve sürgün duydum ama o müesseselerde görevi
suistimal, kanun ve disiplinlere riayet etmeme iddiasıyla bir
soruşturma duymadım. Siz duydunuz mu bilmiyorum.
Yaklaşık 60 yıldır vaaz u nasihat ediyorum. Hep aynı şeyleri
söyledim. Vasiyetim olsun. Fakiri, hak etmesem de, seven sempati
duyan kardeşlerim ne böyle işlerin kıyısından köşesinden geçsinler
ne de vâkıf oldukları bu cins suistimalleri görmezden gelsinler.
Hak, hukuk ve adalet neyi gerektiriyorsa onu yapsınlar. Kur’an-ı
Kerim bu tür yolsuzluklara “gulûl” diyor. Yani hakkı olmayan bir
şeyi almak, ondan yararlanmak, kamu malından bir şey aşırmak,
emanete hıyanet etmek gibi manaları var. Devlet malından suistimal
bu türden bir günahtır. Bu, bazen birkaç kuruş bazen 3-5 dolar
bazen de devlet hazinesine ait bir çuval para... Kimi zaman
liyakatsizlik ve yetersizliğe rağmen iltimasla elde edilen bir
makam. İnsanın hakkı olmadığı halde sahiplendiği, gayri meşru
yollarla elde ettiği her imkan gulûldür.
UMUMA AİT ŞEYLER ÇALINIP ÇIRPILIYORSA BUNU NE MECELLE
KAİDELERİ NE DE DEMAGOJİ İLE İZAH EDEBİLİRSİNİZ
En feci olansa bu hallerimizle esasen farkına varmadan dinimizin
sinesinde yara açmış oluruz. Şahsî hayatımız itibarıyla
sadâkati/doğruluğu deldiğimiz takdirde hiç farkına varmadan karşı
tarafın düşüncesinde, anlayışında, bakışında, dinde bir delik açmış
oluruz. Zannediyorum siyasi makam ve mevkiler böyle bir kısım
ganimet ve komisyonlara dâyelik edince bu makamlara rağbet artıyor.
Neticede aldığı ihalenin bedelini bu şekilde ödeyen müteahhit veya
işadamı, bunu devlet kesesinden bir yol bulup çıkarmaya kalkıyor.
Âmme hakkı aynı zamanda Allah hakkıdır. İster İslam’ın hukuk
sistemi, isterse modern hukuk sistemi bu meselelere müsamaha
göstermez. Umuma ait şeyler çalınıp çırpılıyorsa bunu ne Mecelle
kaideleri ne de demagoji yaparak izah edebilirsiniz. Siz
kadrolarınızla dünyaya, Müslümanlığın dürüstlük ve doğruluk
mesajlarıyla yola çıkmışken kendinizi karanlık patikalara savrulmuş
bulabilirsiniz. Ümitlerini size bağlayanlar da bir inkisar daha
yaşar.
Şunu da müsaadenizle arz edeyim: İnsanlara merhamet etmek gerekir.
Efendimiz, “Zalim de olsa, mazlum da olsa, kardeşine yardım et!”
buyurur. “Ya Rasulallah! Mazlumu anladık, fakat zalime nasıl yardım
edeceğiz?” diye sorulunca, “Onu zulmünden vazgeçirmekle...”
cevabını verir. Hadisteki tavsiye; zulme, tecavüze, cinayete karşı
çıkmaktır. Bu sıfatların kötülüğü anlatılarak, insanlar bunlardan
vazgeçirilmeli. Bu davranış biçimiyle ayrışma ve kavga değil,
bütünleşme ve karşılıklı sevgi doğar.
DUAMA ÂMİN DİYEBİLMELERİNİ BEKLERDİM
Efendim bir kısım medya çok serrişte etti, çarpıttı. ‘Bize
beddua edildi...’ diye meydanlarda insanlar yanıltıldı. Bu gerçekte
bir beddua mıydı?
Israrla yanlış anlamayı devam ettirdiler. Bir misalle arz edeyim.
Birisi size defaatle aynı yalan ve şenaatle hücum etse, bir noktaya
gelir sabrınız taşar ve şunu dersiniz: Eğer ben senin dediğin gibi
öyleysem Allah benim belamı versin, yok değilsem bu yalan ve
iftirayı atan senin belanı versin. O gün de duam o oldu. Doğrudan
hiçbir kişinin, hiçbir partinin, hiçbir topluluğun adını vermedim.
Bazı sıfatlar ve fiiller sıraladım. Her kim şunu şunu şunu
yapıyorsa dedim... O sıfatı taşımıyorlarsa, o fiilleri
işlememişlerse neden bu kadar rahatsız oluyorlar, üzerlerine
alıyorlar? Komplolara vehimlere dayalı bu iftiraları
seslendirenlerin, gazetelerine sayfa sayfa taşıyanların bu duama
“amin” diyebilmelerini beklerdim. Diyemediler. Bilakis istismar
ettiler. Yine aynı noktadayım. Eğer biz çeteysek örgütsek Allah
bizim belamızı versin, eğer ‘paralel’ devletsek bizim belamızı
versin, değilse bunları bu masum cemaate isnad edenlerin belasını
versin! Bu duaya “amin” diyecek vicdanî rahatlığı olmayanlar
akıbetinden endişe etmeli.
BARİ DİĞER DERSHANELERE GADRETMESELERDİ
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, dershaneler konusunda
birilerinin Başbakan’ı “Ya bu dershane işinden vazgeçersiniz
veya biz sizi yıkarız” diye tehdit ettiğini, Başbakan’ın da
“Elinizde ne varsa çıkarın, ne yapacaksanız yapın, ben sözümden
dönmem.” şeklinde karşılık verdiğini nakletti. Bu konuda neler
dersiniz?
Başta ifade edeyim bunu kim söylüyorsa delillendirmeli ve yargıya
intikal ettirmeli. Kamuoyuna da duyurulması gerekir. Falan falan
şahıslar geldi bizi tehdit etti diye. Hükümete şantaj büyük bir
suçtur. Yok bir kısım vehimler bu vesile ile dile getiriliyorsa
cevap verme ihtiyacı duymuyorum.
Sizin de bileceğiniz gibi dershanelerin kapatılma teşebbüsü son 2-3
ayın meselesi değil. Zaten o günlerde eski maarif bakanlarının adı
verilerek “o yapamadı, bu yapamadı, o da yapamadı; şimdi naspedilen
bakan bunu yapacak” gibi sözler söylendi. Demek ki çok uzun
zamandan beri planlanan, belki de söz verilen bir mesele. Bu tür
bir sözün verildiği hatta bunun kayıtlarının Kozmik Oda’larda
mahfuz bulunduğu yolunda iddialar medyada yer aldı. Dershane
kapatmanın okullarda eğitimi daha iyi bir seviyeye getirme gibi
mülahazalarla yapılmadığı iyice tebeyyün etti. Niyetin “camia”nın
eğitim faaliyetlerine mani olmak olduğu net görülüyor. İşte
meydanlarda telaffuz ediliyor ‘okullarına, dershanelerine
göndermeyin’ diye. Yani niyet dershanelerden başlamak, okullarla
devam etmek. Ardından yurtdışı okulları kapattırma girişimleri… Bu
hususta Nazlı (Ilıcak) Hanım’ın mülahazası makul açıklamalardan
biri gibi. Hükümetin soruşturmaları haber almış olabileceğini bizim
bunları önleyebileceğimiz ön kabulüyle, dershane üzerinden bir
şantaj, psikolojik bir harekât unsuru, bir dalgakıran gibi kullanma
niyetleri olmuş olabilir, diyordu.
Küçük hesaplar uğruna ülkenin birlik ve bütünlüğünü bu
kadar rahat riske atmalarını anlamakta zorlanıyorum
Bu arada şu hususu da arz edeyim keşke niyetlerini açıktan ifade
etseler, “Sizin dershane işiyle uğraşmanızı istemiyoruz.” deseler.
Camia’yla ilgisi olmayan dershanelere bari gadretmeselerdi.
Dişinden tırnağından artırarak dershane kuran insanlara ayrıca
üzülüyor insan. Yazık! 3800 dershanenin 3000’inin Camia’yla hiçbir
münasebetinin olmadığı söyleniyor. Açıktan söyleselerdi biz de
derdik; “Tamam mademki bu mesele sizin için hayat memat meselesi,
öyleyse rica edelim bizim arkadaşlarımız belli bir süreçte
kapatsınlar.” Kurunun yanında yaşı yakmasalardı.
Ayrıca istidradî olarak… Millî Eğitim’in, hatta hükümetin çok daha
ciddi konulara teksif-i nazar etmesi gerekiyor. İçtimai
bunalımların, kültürel erozyonların, fertleri, aileleri esir aldığı
bir zaman dilimindeyiz. Geçenlerde bir akademisyen arkadaşımızın
makalesinde okumuştum. Yanlış hatırlamıyorsam intihar vakaları 12
yılda yüzde 36 artmış. Liselerde hakeza ciddi uyuşturucu hap
salgını var, yüzde 32 alkol kullanımı var. Yine bir psikiyatrist
hanımefendinin ifadesine göre uyuşturucu tedavisi görenler 10 yılda
17 kat artmış. Bunlar toplumun ahlak ve değerlerini tehdit eden
korkutucu veriler. Şimdi böyle dev gibi problemler milli eğitimi,
hatta ülkenin geleceğini kıskaca almışken kalkıp dershane kapatarak
eğitimi kurtarmaya kalkışmayı nasıl izah edeceksiniz? Dershane
kapatarak bu tefessühü mü önlemiş oldular? Bilebildiğim kadarıyla
Camia’ya atfettikleri bu okul ve dershaneler, eğitim vermenin
yanında bu çürümeye karşı mücadele veren eğitim yuvaları.
Güneydoğu’da meydana gelecek boşluğu düşününce yüreğim ağzıma
geliyor. Bu ülkeyi yönetenlerin küçük hesaplar uğruna bu ülkenin
birlik ve bütünlüğünü bu kadar rahat riske atmalarını anlamakta
zorlanıyorum.
BEN DE MAĞDURUM, KİM YASA DIŞI DİNLEME YAPIYORSA HUKUK
KARŞISINDA HESAP VERSİN
Ortaya çok sayıda ses kayıtları çıktı. Özellikle bazı
kesimler, kayıtlardan dolayı “Cemaat”i suçluyor.
Geçmişten beri bu tür suçlamalar yapılıyor; ne var ki o ithamları
yapanların ortaya koyduğu bir delil yok. Sürekli istismar edilen
böyle bir konuda müdellel bir hususun zikredilmemesi, burada başka
bir maksadın gözetildiği gerçeğini işaret ediyor.
Bu konuda herkes bir şey söylüyor. Biraz da karmaşık bir konu.
Mahkeme kararıyla yapılan dinlemeler var, kanunsuz yollarla elde
edilen dinlemeler de var. Her ne surette olursa olsun, hukukun
dışına çıkarak dinleme yapan her kimse bulunup cezalandırılmalı. Bu
kim olursa olsun, kime karşı sempati duyarsa duysun. Ben de,
arkadaşlarım da dinleme mağduruyuz. Öteden beri bir kara propaganda
ile hakkımızda imaj çalışması yapılıyor, güft-u gû’da bulunuluyor,
alenen medyada suçlanıyoruz. Bununla ancak hukuk ile baş
edebiliriz. Usulsüz, kanunsuz; hatta kanunun tanıdığı yetkiyi
aşarak dinleme yapan varsa hukuk karşısında hesap vermeli. Buna
mümasil şunu da söylemek lazım ki elde hiçbir ispat yokken, “Onlar
dinledi.” diyerek koca bir kitleyi hedef gösterenler de hukuk
karşısında hesap vermeli. Hukuk onları da “Nereden biliyorsun?”
deyip sigaya çekmeli. Hukuksuzluğu hukuksuzlukla ortadan kaldırmak
imkânsız. İşine gelmeyince bu konuda mağdur olduğunu beyan edip
işine gelince o kayıtları tepe tepe kullanmak, sanırım, hukukî
açıdan da ahlakî açıdan da tasvip edilir bir durum olmasa
gerek…