Gülen'den Avcı'ya çok ağır cevap
Abone olSohbetlerinin yer aldığı internet sitesi 'herkul.org'da soruları cevaplayan Gülen, iddialarla ilgili bakın ne dedi?
Devrimci Karargah örgütüne yardım ve yataklık
suçlamasıyla tutuklanan Hanefi Avcı'nın kitabında ortaya attığı
iddialar ve referandum sonuçları konusunda Fethullah Gülen
Hocaefendi'den önemli mesajlar geldi.
Sohbetlerinin yer aldığı internet sitesi
'herkul.org'da soruları cevaplayan Gülen,
iddialarla ilgili olarak "Yalancı demiyorum, terbiyem
müsaade etmez; fakat, o mum uzun sürmez, sürse bile yatsıya kadar
sürer ve söner." dedi. "Fethullahçı"
yakıştırmalarından rahatsız olduğunu, 'kadrolaşma'
iddialarını yakışıksız bulduğunu söyleyen Gülen sözlerine
değer verenlerin, emniyette de mülkiyede de olabileceğini
vurguladı. "Bana sempati duyanlar, zinhar duymasınlar' diye
gazeteye ilan mı vermeliyim?" sorusunu yöneltti.
"REFERANDUM SONUCUNA ÇOK SEVİNDİM"
Diyebilirim ki, çocukluğumdan beri kendimi hiç düşünmedim; şimdiye
kadar, şahsımla alâkalı olumlu hadiselerden dolayı çok fazla
sevinmedim. Fakat, milletimizin geleceği, devletler muvazenesinde
yerini alması, en büyük devletleri bile gözünün içine baktırması ve
uluslararası bir karar verileceği zaman “Bakalım bunlar ne
diyorlar?” dedirtecek bir konuma ulaşması benim gaye-i
hayalim oldu. Bu, bazı kimselere bir ütopya, bir kurgu ve ancak bir
roman mevzuu gibi gözükse de, ben sadece bu gaye-i hayalle ilgili
müsbet meselelerden dolayı memnuniyet duydum. Referandumun
neticesine de milletimizin istikbali adına çok sevindiğimi
söyleyebilirim.
"İSMET İNÖNÜ'NÜN KARARINI DA ALKIŞLARDIM"
Bugünkü mantığımla, 1946 seçimlerinde İsmet Paşa tarafından
demokrasiye kapı aralandığı zaman, bu türlü düşüncelerimi ifade
etme imkanım olsaydı, milletimizin dirilişine hizmet
edeceğini düşündüğüm o meseleyi de (çok partili hayata geçme
kararını da) alkışlar ve takdir ederdim. Zira, insan hür
olduğu sürece vardır; onun hürriyetine prangalar vurulmuşsa, artık
o mezar-ı müteharrik bir bedbaht ve talihsizdir. Üzerinde değişik
vesayetler olduğu sürece, o insan gerçek manasıyla insan değildir,
insanlığından çok şeyler kaybetmiştir. Hürriyet çok
önemlidir. Bu açıdan da, o dönemde bulunsaydım, arkasında kim
olursa olsun, ben o hareketi de alkışlardım.
"REFERANDUM SONUCU MİLLETİN BASİRETİNE
VERİLMELİDİR"
Amatörce düşünen halkımız çok defa elit sınıftan daha isabetli
karar vermiştir. Onun için, demokrasiyi de ilk defa onlar
alkışlamış, omuz verip onu biraz daha ileriye onlar götürmüşlerdir.
Çünkü, onlar belli ideolojilere takılmamış, meselelere bakarken
ideolojilerin darlığına mahkum olmamışlardır. Bir tür kast
sistemine bağlı olarak, halkımızı hafife alanlar hafife
aladursunlar, kendi oylarını beş on tane sayıp başkalarını cahil ve
bir şeyden anlamaz görenler öyle göredursunlar, halkımız bu
referandumda bir kere daha isabetli karar vermiştir.
Netice, hiç kimsenin telkinine değil, milletimizin firaset ve
basiretine verilmelidir.
Referandumda “evet” oyu verilmesi yolundaki mülahazalarımı
ifade etmeyi bir vazife saydım. Çünkü, faydalı olacağına inandığım
bir işi yapmazsam, ötede Allah’a hesap verme ve Peygamber Efendimiz
karşısında mahcup olma durumuna düşerim; boynum bükülür ve
ezilirim. Ülkem, milletim ve mefkurem adına yararlı
olduğuna inandığım bir mevzuda sükut durmam, dilsiz şeytanlık
olurdu. Zira, yapılan reformlar çok önemliydi.
Öncelikle, milletimizin bazı vesayetlerden sıyrılması söz
konusuydu. Vesayetlerden sıyrılması, insanımızın kendi gibi
düşünmesi ve kendi olmasına da yolun açılması demekti. Diğer
taraftan da, halk sandık sayesinde çok önemli değişiklikler
yapabileceğini gördü. Bazı kimseler yurt dışından gelip oy
kullanmak için biraz zahmete ve masrafa katlanmak zorunda kalmış
olsalar da, insanımız bir yönüyle ucuz, zahmetsiz ve meşakkatsiz
bir mücahede ile bundan sonra da çok büyük inkılaplara vesile
olabileceğine inandı. Halkta, yaptığı işin kıymet ifade
ettiği psikolojisinin uyarılması, -bence- bu reformlardaki
kazanımdan çok daha büyük oldu.
"YİNE REFERANDUM YAPILSA AYNI ŞEYLERİ
SÖYLERİM"
Daha önce de ifade ettiğim gibi, referandumla alâkalı sözlerimin
siyasî mülahazalarla irtibatlandırılması doğru değildir. Bundan
sonra da bir referandum yapılacak olsa, ben yine makul bulduğum
istikamette aynı şeyleri söylerim. Bunu falan filan parti, hatta
azınlık olan ya da grup bile kuramayan bir parti dahi yapsa,
milletimizin ikbal ve istikbali adına bir şeyler vaad eden
bazı maddelerle alâkalı bir reform paketiyle halkın karşısına çıkan
kim olursa olsun, ben yine “evet” der ve “evet”in dellalı
olurum.
Referandumda “evet” diyenler çoğunlukta olsa bile, “hayır” oyu
kullananlar, kararsız olanlar ve sandık başına gitmeyenler de
vardı; bundan sonra da böyle farklı düşünenler olacaktır.
Herkesin hissiyatına saygılı olmak, bizim genel ahlakımız,
ruhi enginliğimiz ve vicdan genişlğimizin bir ifadesidir. Kimseye
bir şey demiyoruz ama biz böyle davranıyoruz; böyle
davrandığımızdan dolayı kimsenin de bize bir şey demeye hakkı
yoktur.
"HERKES ÜSLUBUNU GÖZDEN GEÇİRMELİ"
Herkes üslubunu bir kere daha gözden geçirmeli.
Bağırıp çağırmaktan, yırtınıp dövünmekten ve gırtlak ağalığı
yapmaktan daha ziyade insanların hissiyatını da hesaba katarak
hitap etmeye gayret göstermeli. Daha yumuşak ve sevgi
alaşımlı bir üslup ve konuşma tarzı oluşturmalı. Unutulmamalı ki,
yırtınıp dövünmeler insandaki sevgi ruhunu değil nefret hislerini
harekete geçirir.
Vifak ve ittifak, tevfik-i İlahî’nin vesilesi, ihtilaf ve iftirak
da başarısızlığın ve maksada ulaşamamanın sebebidir. Birlik ve
beraberliği zedeleyecek her mülahaza, söz ve davranış, hayırlı
faaliyetlerin bereketini de alır götürür. O halde, Allah’ın sizi
muvaffak kılmasını istiyorsanız, hem kendiniz uyuşmazlık,
kırgınlık, kavga ve ayrılık sebebi olabilecek kötü düşünce, çirkin
laf ve kaba tavırlardan uzak durmalı ve böylece fiili bir dua
yapmış olmalı; hem de Kalblerin Sahibi’ne teveccüh etmeli ve ondan
gönülleri yumuşatmasını dilemelisiniz. Zira Kur’an-ı Kerim –mealen–
şöyle buyuruyor: Allah Teâlâ müminlerin kalblerini birbirine
ısındırıp bir araya getirdi. Şayet sen dünyada bulunan her şeyi
sarf etseydin, yine de onların kalblerini birleştiremezdin, fakat
Allah onları birleştirdi. Çünkü O azizdir, hakîmdir (üstün kudret,
tam hüküm ve hikmet sahibidir). (Enfâl, 8/63)
İdeolojiler neyi emrederse etsin, keşke bir de kinin, nefretin,
muhalefetin ve söylenen her söze bir laf yetiştirmenin yerine,
insanlara sevgi ve mürüvvetle, “Dövene elsiz, sövene
dilsiz, derviş gönülsüz gerek” diyen Yunus edasıyla kucak
açmaya çalışsak. Şimdilerde en çok böyle bir ruha ihtiyacımız
var.
"FETHULLAHÇI DENİLMESİNDEN RAHATSIZIM"
“Fethullahçı” yakıştırmalarından çok rahatsız oluyorum.
Şayet milletimizin bu harekete sahip çıkması illa bir şekilde tarif
edilecekse, “Muhammedî ruhun toplumun sinesinde yeniden canlanması”
denilebilir.
Ya da yapılan hizmetler, sonraki dönemler itibariyle,
Ahmed Yesevî, Hazreti Mevlana, Yunus Emre veya Hasan Şazilî,
Abdulkadir Geylânî, Şah-ı Nakşibendî ve Ahmed Rifâî hazeratı gibi
büyüklerle temsil edilen sevgi ve şefkat ruhunun bu asra uygun bir
makamla yeniden seslendirilmesi ve evrensel insanî ruhun çağa göre
tercümanlığı olarak görülebilir.
Öteden beri herkes bilir ki, heyecanlarımın dorukta olduğu
dönemde bile ben “-cı”ya, “-cu”ya karşı savaş ilan ettim. Elimden
gelse o “cı”, “cu”yu alfabeden çıkararak gömer, üzerine kayalar
yerleştirir ve bir daha dirilmemeleri için elimden gelen her şeyi
yaparım. Hatta biraz büyük de söylemiş olabilirim; fakat,
bu “cı” ve “cu” benim başımın tacı, başımı kaldırım taşı misillü
ayağının altına koymaya âmâde bulunduğum Abdülkadir Geylanî ya da
Muhammed Bahauddin Nakşibendî hazretleri gibi büyüklerin icadı bile
olsa ben yine onu gömerim.
Belli bir dönemde konjonktürel olarak bazıları o ifadeleri
kullanmış olabilir; fakat, bunu onların kendi zamanlarının gereği
olarak gördüklerine inanıyorum. Dolayısıyla, “Fethullahçı”
gibi yakıştırmalar yapılmasını ve o türlü mülahazalara sapılmasını
lanetliyorum. Eğer öyle bir meseleye sahip çıkıyorsak, Allah bizi
yerin dibine batırsın; yoksa, -benim şefkat, mülayemet ve
merhametim, bizi öyle bir isnad altında bırakanlar hakkında “Allah
onları yerin dibine batırsın” dememe cevaz vermiyor- onları Allah’a
havale ediyorum.
BU HAREKETİN SIRRI NEREDE ARANMALI?
Bu harekete gönül veren insanlar, şucu bucu oldukları için değil,
gördükleri Kuranî mantığa ve yapılan işlerin makuliyetine
inandıklarından dolayı her türlü fedakarlığa katlanarak vatana,
millete ve insanlığa hizmet ediyorlar. Bu hareketin sırrı,
-cami cemaatinin namaz için biraraya gelmesindeki tabiilik gibi-
işin mantıkîliğinde ve makuliyetinde aranmalıdır. Kalbi
aynı his ve heyecanlarla çarpan ve insanlığın imdadına koşmaya
amade bulunan insanların, cehalet, fakirlik ve ihtilaf gibi
hastalıklarla mücadele konusunda yapılan çağrılara topyekün icabet
etmesinde aranmalıdır.
Bugün 120 küsur ülkeden Türkçe Olimpiyatları’na iştirak
ediliyor; fakat, en azından bir ya da birkaç kültür lokali ve lisan
kursuyla hizmet edilen yerler de sayılacak olursa, belki 180 ülkede
adanmış ruhlar ülkemizi temsil ediyorlar.
Merhum Bülent Ecevit, “Devlet-i Aliyye çok
güçlü olduğu dönemde bile bu ölçüde açılmaya muvaffak
olamadı” demişti. Dahası dünyanın dört bir yanında açılan
o müesseseler ve yapılan onca hizmetler, Anadolu insanının çok
sınırlı imkanlarıyla gerçekleştirildi. Şayet bu insanlar,
işin makuliyetine inanmasalar ve bu makuliyet etrafında
toplanmasalardı, büyük devletlerin bile üstesinden gelemeyecekleri
bu işlerin altına girerler miydi? Bu açıdan, makuliyette
benimsenmiş bir iş, falana filana nisbet edilemez.
GÜLEN KADROLAŞMA İÇİN NE DEDİ?
Son günlerde emniyet teşkilatından birisinin “falan
yerde kadrolaşma” gibi çok yakışıksız iddiaları oldu. Allah
taksirâtını affetsin, Allah insanları cehenneme gitme yoluna
düşürmesin, sukut ettirmesin. Hiç kimse için öyle bir akıbeti
dilemem.
Elli senedir aleyhimde yazı yazan birisi için bile Cehhennemle
cezalandırılması aklımdan geçince odama girip ağlamış ve “Hayır ya
Rabbi, öyle yapma; hidayet et, Cennet’e gitsin” demişimdir. Kimse
hakkında olumsuz konuşmam. Nalına mıhına gitmiş insan,
aslında kendi değerine mıh çakıyor, kendi kıymetine bir nal vuruyor
demektir. O mum uzun sürmez; yalancı demiyorum, terbiyem müsaade
etmez; fakat, o mum uzun sürmez, sürse bile yatsıya kadar sürer ve
söner.
Hürriyet Gazetesini okuyan insanlar oradaki köşe yazarlarına saygı
duyabilirler; Milliyet’i okuyanlar da oradaki köşe yazarlarına
saygı duyabilirler. İşin arkasındaki patrona saygı duyabilirler.
Onların “evet deyin” ya da “hayır deyin” şeklindeki
yönlendirmelerine gelebilirler. Şimdi o gazete patronlarının ya da
yazarlarının duygu ve düşüncelerini paylaşan, onların ortaya
attıkları nazariyeleri, felsefi ve dünyevi görüşleri benimseyen
insanlara a’cı, b’ci, c’ci mi diyeceğiz.
Ben sadece belli insanlara ve gizli kapaklı değil, herkese ve
herkesin duyacağı şekilde, “Elinizdeki imkanları sonuna
kadar kullanın ve dünyanın dört bir yanına açılın, okullar açın;
dört okulun olduğu yerde dört tane daha açın, hendesî genişleyin.
Ruhunuzun ilhamlarını muhtaç gönüllere boşaltın.” diyorum.
Bu çağrıyı makul bulan kimseler, ellerindeki imkanlarla insanlığa
faydalı olmaya çalışıyorlar. Sözlerime değer verenler, emniyet
teşkilatı içinde de, mülkiyede de olabilir. Ben bilemem ki
onları.
"GAZETEYE İLAN MI VERMELİYİM?"
Ben burada (Pensilvanya’da) yaşıyorum ve söylediğim şeyleri de
herkesin duyup bileceği şekilde söylüyorum. Gazeteye ilan mı
vermeliyim; “Bana sempati duyanlar, zinhar sempati duymasınlar;
yoksa iki elim Allah’ın huzurunda onların yakasında olsun” mu
demeliyim?!. Bu açıdan, meselenin -cı, -cu ile hiç alâkası
yok. Bazı kimseler size sempati duyabilirler; bu emniyette de
olabilir, mülkiyede de olabilir, adliyede de olabilir, dünyanın
başka yerlerinde de olabilir. İnsanlar işin makuliyetine gönül
veriyorlarsa, meseleyi başka yerde aramamak, cı’ya cu’ya bağlamamak
lazım.
Ben öz be öz Anadolu çocuğuyum. Bir insanın, kendi millet
fertlerini yine kendi memleketindeki bazı müesseselere girmeleri
için teşvik etmesine sızma denmez. Teşvik edilen insanlar da o
müesseseler de bu ülkeye ait. Kastedilen manadaki sızmayı belli bir
dönemde bu milletten olmayanlar yaptılar.
Evet, bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan
müesseselere sızmaz; hakkıdır, girer oraya; mülkiyeye de girer
adliyeye de, istihbarata da girer hariciyeye de. Unutulmamalıdır
ki, kadrolaşma, sızma, çoğalma türünden iddiaları ortaya atanlar ve
bunlarla vazifeperver insanları sindirmeye çalışanlar, hemen her
devirde bu iftiralarının arkasına saklanarak ve hedef şaşırtarak
kendi felsefeleri adına belli yerlere sızmış, kadrolaşmış ve
çoğalmış kimselerdir.