Internet Haber Mobil Uygulama
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
Internet Haber mobil uygulamasını denediniz mi?
GÜNÜN TÜRKÜSÜ,
Zara’dan…Asker yolu beklerim/Yozgat (Kaynak:Nedim
Akdağ, Derleyen,notaya alan: Nida Tüfekçi) Afrin Harekatına
katılan ve terörle mücadele eden TSK Mensuplarımıza ve
ailelerine gönderiyoruz…
GÜNCEL/ETİKLİK: “Etiklik” sadece
üniversitelere has değil, “tüm makam sahiplerinin” de “etik olması”
gerekiyor. Çankırı Valisi Hamdi B. Aktaş'ın, eşini İl Milli Eğitim
Müdür Yardımcılığı ataması etik olmamıştı. İlgili haber basına
düşünce, eşi görevinden istifa etti... Ve, önce düşünemediği
gerçekler ve idealler eşinin açıklamalarıyla ortaya çıktı!;
"Devletimiz için canımızı ortaya koymuş insanlarız" , " yeterki
hükümetimize bir zarar gelmesin", "Okulda huzursuzluk olmaması için
bir okulun huzurunu düşünürken tüm milletimizin huzurunu kaçıracak
değilim”, “Ülkemin çıkarları varken ben en
son haber olması gereken kişiyim.”
Atama basına düşmeseydi;
“devlet,hükümet,huzur,itibar” söylemleri ne olacaktı?... Bu
tür atamalar sık sık karşımıza çıkıyor. Bir iş yaparken öngörüde
bulunmak/sonunu düşünmek lazım. Devlete güveni, zaafa
uğratmayalım… Lütfen!...
Gençlik…
MEB ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, eğitim amaçlı diyerek, 20-25 yıllığına bazı dernek/vakıflarla protokol imzalıyor ve kaynak aktarılıyor, görev alanlara ücretleri ödeniyor. Hiçbir STK, babasının hayrına bu işleri yapmıyor. İsmi açıklanan ve toplumca bilinmeyen bu STK’lar toplumda eleştiri de alıyor. Oysa; dernek ve vakıflara gerek yok, ülkemizde üniversiteler varken, o gücü kullanmayıp, farklı cemaatlere bağlı şekilde yapılana kuruluşlara yer açmak yanlış olsa gerek. Kanunlarımıza göre; genel eğitim MEB’in ve YÖK’ün, dini eğitim DİB’in asli görevi. MEB okullardaki eğitimcileriyle, YÖK 55 İlahiyat Fak./İslami İlimler Fak. ile, DİB 100.00 camideki görevlileriyle her projeyi yürütecek güçtedir.
İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz’da, Pendik Haseki Dini Yüksek İhtisas Merkezi'ndeki 'Yol Ahlakı' konulu konferanstaki konuşmasında konuya değinmiş; "Denetlenebilir olmak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en büyük avantajıdır. Bugün Türkiye’de İslam adına faaliyet gösteren pek çok cemaat ve tarikatın şeffaf ve denetlenebilir olmaması gerçekten bir problemdir. Osmanlı döneminde devlet bu tip tarikat yapılarını denetlemeyi gündemine almıştır. Çünkü onlardan çok çekmiştir. 1402 yılında Ankara Savaşı'ndan sonra Şeyh Bedreddin vakası Osmanlı’nın başına 10-15 yıllık bir sıkıntı meydana getirmiştir. Şeyhliği şahlığa çevirmek isteyen bu zat, Osmanlı’ya bir fetret dönemi yaşatmıştır. Osmanlı, bunun farkındadır. Bu yüzden meşihat makamının içerisinde birimler kurarak, tarikatları kontrol etmek istemiştir. Diyanet’in algısı da budur."
Unutulmamalı ki; "kontrolsüz güç, güç değildir!é ve gençleri korumak, standart bilgilerle donatmak gereklidir. Sonradan ah- vah dememek için; olaylara kurumsal bakan bir kişi olarak, yöneticilere hatırlatmak istedik.
Hilal Öztürk’ün (Karar/22.12.2017) haberine göre; TÜBİTAK desteğiyle “İstanbul Bilgi Üniversitesi Bilgi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi” tarafından, “Diğeri ile Karşılaşmada Ötekileştirme/meyi Anlamak: Türkiye’de Gençlerle Empati ve Eşitliği Tartışmak” adlı proje (2015-2017) yapılmış. 2.5 yıllık araştırma kitap haline de getirilmiş. Sonuçlara bakalım;
1/ Gençlere bir dizi kimlik sayılıp bu kimliklerden ne sıklıkla ‘biz’ diye bahsettikleri soruldu. Birinci sırayı aileleri (yüzde 94), ikinci sırayı Türkler (yüzde 76) aldı. Hemşehriler yüzde 57 oranında belirtilmişken, diğer oranlara sahip kimlikler eğitimli insanlar (yüzde 69), Atatürkçüler/Kemalistler (yüzde 52), laikler ve modern insanlar (yüzde 49) olarak sıralandı. Dindarlar (yüzde 45) ve muhafazakârlar (yüzde 36) oranlarında ortaya çıktı.
2/ Gençlerin yüzde 90’ı “kızlarının diğer gruptan birisiyle evlenmesini” kabul etmeyeceğini söylerken, yüzde 84’ü çocuklarının karşı tarafın çocuklarıyla da arkadaşlık etmesini istemiyor. Yine yüzde 84’lük bir kesim diğer grup üyeleriyle iş yapmayacağını belirtiyor. Bu rakamlar gençler arasında ‘sosyal mesafe’nin çok yüksek olduğunu gösterdi.
3/ Gençlerin yüzde 22’si mahallede bu grubun mensuplarıyla karşılaştığını söylerken, okulda karşılaşanların oranı yüzde 19 oldu. Yüzde 11’lik bir kesim, diğer grup mensuplarıyla çarşıda/pazarda karşılaşıp sohbet ettiğini belirtirken, yakın arkadaş olduğunu söyleyenlerin oranı da yüzde 11’de kaldı. Bu gruptan birisine misafirliğe gidenlerin oranıysa yüzde 10.
Araştırma ekibinden Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci Karar’a yaptığı değerlendirmede; gençlerin diğer gruba dair sahip oldukları ötekileştirme algılarının, sosyalizasyon süreçlerinden etkileniyor. Büyüme süreçlerinde dindar bir sosyalizasyondan geçen gençlerin ötekileştirme algılarının daha düşük, başka bir deyişle diğer grup hakkında daha olumlu algılara sahip. Dini değerler beraber yaşama açısından olumlu bir katkı sunuyor. Ayrıca sanat da ötekileştirme algıları azaltıyor. Temas da ötekileştirme tutumları azaltıyor. Bu noktalar üzerinde düşünmeli ve bu farklı boyutları tartışmalıyız” dedi.
Bu araştırmayla aynı tarihlerde, 3-10 Aralık 2016’da Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği, Infacto RW araştırma şirketine benzer bir çalışma yaptırmıştı. Bin 24 kişiyle 16 ilde yüz yüze görüşmeyle gerçekleştirilen çalışmada, katılımcıların yüzde 83’ü, kızının uzak hissettiği parti taraftarlarından biriyle evlenmesini, yüzde 78’i o partinin taraftarlarından biriyle iş yapmayı, yüzde 76’sı komşu olmayı, yüzde 73’ü çocuklarının arkadaşlık etmesini istemiyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin araştırması ise gençler arasındaki ötekileşme oranlarının toplumdaki genel kutuplaşmaya göre daha yüksek olduğunu ortaya koydu.
Gençlerin doğru bilinçlenmesinde, iletişim araçlarına da önemli görevler düşüyor. Mankenlerin, yorumcuların, popüler isimlerin; erotik resimleri, kaçamakları, restoranlardaki resimleri, yurt dışı kaçamakları, gezileri, bilinçli frikik vermeleri v.b. basında –maalesef- birinci haber olarak yer alıyor ve gençlere kötü örnek oluyor. Ve, bu kişilerin “büyük aşk” yaşadıkları belirtilerek, adeta “sevgiyle/aşkla” alay ediliyor. Bilinen bir kuraldır; “bir kere aldatan, her zaman aldatır.” Popülerlerin; günlük, haftalık aşkları! artık usandırıyor. Her yeni/genç isim de, bu yolda yürümeye çalışıyor. Merak ediliyor, bu isimleri taşıyan/gezdiren ve iş insanları olduğu söylenenler; nereden para kazanıyor ve ne vergi veriyorlar? Bu değirmenin suyu nereden geliyor? Vergi kanunlarından mı yararlanılıyor? Kurumlarına harcama gösterip vergiden mi düşülüyor? Memleket bu kadar sıkıntıdayken, taşeron işçiler kadro peşinde koştururken, çalışanlar vergi dilimlerinden sızlanırken, bankalar şubelerini ve personelini azaltırken…%99’u Müslüman denilen ülkemizde, bu nasıl oluyor???
“YALOVA'da hizmete giren 'hapishane' konseptli kafeye gençler yoğun ilgi gösteriyor. Kafede garsonlar gardiyan ve mahkûm kıyafetleriyle hizmet veriyor. İçerisinde hücrenin de olduğu kafeye gelen müşteriler, mahkûm kıyafetleri giyerek istediği bölümde fotoğraf da çektirebiliyor. Rüstempaşa Mahallesi Barış Sokak'ta yaklaşık 1 ay önce hizmet vermeye başlayan 4 katlı, 'hapishane' konseptli Haft Coffee'ye, gençler ilgi gösteriyor. Kafede garsonlar gardiyan ve mahkûm kıyafetleriyle hizmet veriyor. İçerisinde hücrenin de olduğu kafeye gelen müşteriler, 'mahkûm' kıyafetleri giyerek istediği bölümde fotoğraf da çektirebiliyor.”(Basından)
SONUÇ: Gençleri daha ciddiye almak, her kademede “sosyolojik araştırmalar” yapmak, onları suçlamak yerine “çözüm odaklı yaklaşarak” kazanma yoluna gitmek, ötekileşmeye giden yolu kapatmak, millet olma vasfının olmazı; bayrak, vatan,demokrasi,hukuk, din, birlik-beraberlik v.b. ortak değerlerin özümsenmesi için çalışmak, her büyüğün görevi olmalıdır.
MEVLEVİLİK, NEDİR?..
Hz. Mevlana’nın 22. Kuşak torunu
olan, Esin Çelebi Bayru, Başkan vekilliğini yaptığı
Uluslararası Mevlana Vakfı’nda 6.01.2018’de Mevlevilik
üzerine bir söyleşi gerçekleştirmiş ve şunları söylemiş;
“Mevlevihaneler Hz. Mevlana’nın düşüncelerinin
anlatıldığı, dini ve edebi bilgiler yanında Arapça, Farsça, Osmanlı
Türkçesi öğreten birer filoloji, müzik eğitimi veren birer
konservatuar ve güzel sanatların çeşitli dallarında birer akademi
gibi sanat eğitimi veren okullar olmuşlardır. 1001 günlük ilk
eğitim süresini düşünürsek yaklaşık 3 yıl sürmektedir. Bu okullarda
on sekiz görev olurdu ve nefsi terbiye etmek mühimdi. Mesela
talebe, alışverişe gönderildiğinde, zaman kullanımı, para kullanımı
ve benzeri becerilerin takibi yapılırdı. Mevlevihaneler edep
öğretilen yerlerdi. Giyecekleri biz hanımlar hazırlardık, Hizmet
tennuresi, nefti, kahve veya bordo olurdu ve tennurenin etekliği
sahan kapağı kadar açılırdı ve yerden en az iki karış kısa olurdu.
Mevlevilik’te kadınların da yeri vardır. Hanımlar, meydan-ı şerife
çıkmamışlardır. Bu kısım, erkek yatılı okulunun yani
Mevlevihane’nin tören alanıdır dolayısıyla hanımlar mahfilinde
kadınlar sema ederlerdi. Kadınların, Arakiye giydiklerinin ve bilgi
paylaşımında bulunduklarının bilindiğini ancak meydan-ı şerife
çıktıklarına dair bir kayıt yok. Şu an yapılan semanın örfe uygun
değil, şimdiki semazenleri beğenmiyorum, çünkü semazenler sıkı bir
eğitimden geçmiyor. Ben, kardeşim Faruk Hemdem Çelebi ile birlikte,
ortasında “kabara” isimli küt başlı çivinin çakılı olduğu bir
tahtada eğitim gördüm. Çivili tahtaya okunmuş tuz serpiştirilerek
ve çiviye sol ayak konulan bu ders çıplak ayakla yapılırdı. Sema,
abdestli bir derstir. Şimdikilerde bu yok, mest ile öğrendikleri
için zıplayarak dönüyorlar. Din adamları kendi dinlerini ve
diğerlerini iyi bilmelidirler. Bütün dinlerin amaçların, tek
Allah’a yönelmektir. Benzerlikler, bizi bir olmaya götürür.
Ne yazık ki bugünkü İslamiyet; Arapların âdeti-örfü ile
karışmıştır. Biz dinimizi daha çok öğrenip sahip
çıkmalıyız.”