Gen mühendisinden iyi gazeteci olur mu?
Abone olTürkiye'nin son 5 yılının özeti niteliğindeki 'İthal Edilmiş Korkular Ülkesi' adlı kitabı ile dikkat çeken Candaş Tolga Işık Radikal'a konuştu...
GAZETECİLER.COM
Son 5 yıl boyunca Posta gazetesinde yayınlanan
köşe yazılarını kitaplaştıran Candaş Tolga Işık
Radikal'den İpek İzci'ye gazetesine konuştu.
'İthal Edilmiş Korkular Ülkesi' adlı kitabın ülke
gündeminin son 5 yılını içeren bir almanak niteliğinde olduğunu
vurgulayan Candaş Tolga hem ülke gündemi hem de kişisel dünyası
hakkında çarpıcı açıklamalar yaptı. Candaş Tolga, kitabını
anlatırken usta gazeteci Rıdvan Akar'ın yaptığı yorumdan alıntı
yaptı: Köşe yazarları Türkiye’nin geçirdiği değişimin zabıt
kâtipleridir... Candaş Tolga nisyanla malul bir toplumsal
coğrafyaya ‘Unuttunuz ama...’ diyor.
Köşe yazılarınızı neden toplu halde kayda geçirmek
istediniz?
Çok uzun bir süre böyle bir kitap yapmamı istediler ama ben
istemedim. Yazılardan kitap yapmak çok ayıp, para kazanmak için
yapılmış bir şey gibi geliyor bana. Okuyucuların bu konuda talebi
tabii vardı ama “İnternette var hepsi, oradan okuyun” diyordum.
Türkiye’de internet kültürü oturmamış ciddi bir kitle var; biz buna
inanamıyoruz şehirde yaşadığımız için ama öyle... Ve kitabın da
sonuç olarak bir değeri var. Bütün yazıların bir kitapta olması bir
değer ifade ediyor. Ben uzun süre böyle düşünmedim ama; kitap
yapmak istemedim.
Fikrinizi ne değiştirdi?
Postiga Yayınevi’nden dediler ki: “Sadece yazılarınızdan ibaret
değil de; bu yazıların yazılma nedeni olan olayların objektif bir
haber diliyle yazıldığı, altında da sizin şahsi görüşlerinizin
olduğu, köşe yazısı formatında bir kitap yapalım.” Düşündüm:
Böylece, yazıma katılmayabilirsin ama o kitap elinde beş yılın
almanağı gibi olur. Bu fikir bana çok cazip geldi. Ben kendim yazı
yazarken bulamıyorum mesela böyle bir almanak. Geçen senenin
almanaklarından birinde Roboski katliamı yok... Yılın en önemli 2-3
olayından biri, 34 insan öldü ve yok! Olur mu öyle şey?
Peki, bu kitap Türkiye’nin nasıl bir özeti
sizce?
560 sayfalık kitaba ‘özet’ demek doğru olmayabilir ama Rıdvan Akar
kitaba şöyle yazdı: “Köşe yazarları Türkiye’nin geçirdiği değişimin
zabıt kâtipleridir... Candaş Tolga nisyanla malul bir toplumsal
coğrafyaya ‘Unuttunuz ama...’ diyor.”
Kitaba ‘İthal Edilmiş Korkular Ülkesi’ yazınızın adını
vermişsiniz. Neden?
Yayınevinin önerisiydi, çok da Türkiye’yi anlatan bir kelime gibi
geldi bana. Türkiye’de yıllardır korkularla büyüdük. Ben 78
doğumluyum, benden önce de benden sonra da hep bakıyorum insanlar
korkularla büyüyor. Ve bu korkular çoğu zaman bu ülkenin kendi
topraklarında yetişmiş değil, birilerinin dışarıda, bir yerlerde
üretip buraya pohpohladığı korkular oluyor. Ve biz, maalesef, o
korkuların ülkesi haline geliyoruz.
Kim bu korku tüccarları?
500 bin sayfa iddianame yazıp derin devleti deşifre ettik diyen
savcıların bile bulamadığı cevabı bana mı soruyorsunuz? Hâşa... Ne
haddime?!
Ergenekon’dan mı bahsediyorsunuz?
Evet, Ergenekon davasına “Türkiye geçmişindeki pisliklerle
yüzleşecek” diye hepimiz destek verdik. Dava bitti. Hangi faili
meçhul aydınlatıldı? Hangi darbenin arka planında kimlerin olduğunu
öğrenebildik? Hrant’ı (Dink) kim öldürttü biliyor musunuz?
(Mustafa) Balbay mı? Türkan Hoca (Saylan) mı?
Memnun musunuz mesleğinizden?
Çok. Allah’a şükür ki en sevdiğim işi yapıyorum.
Mühendislikten gazeteciliğe geçişiniz sorulduğunda, “Allah
istedi” şeklinde yanıtlar vermişsiniz hep. Kaderci
misiniz?
“Yat aşağı, nasıl olsa kader neyse o olacak” şeklinde bir
kadercilik değil ama inancım gereği kadere inanan biriyim.
Peki, neden gen mühendisi olmuştunuz?
Önce biyoloji okudum; okuduktan sonra son sınıfta genetikle
ilgilendim. Yurtdışına gittim, o işlere biraz daha merak
sardım.
O dönem aklınızda gazetecilik hiç yoktu ama değil
mi?
Yoktu ve o dönem taze bir konuydu genetik. İçine girdikçe merakım
artıyordu. O sürecin sonunda sınıf arkadaşlarım ya ilaç firmalarına
girmişti ya da laboratuvarda idrar tahlili yapıyordu. Akademik
kariyer alternatifi de vardı ama o bana göre bir iş değildi...
Dedim ki: “Askere gideyim, geleyim, tekrar Kanada’ya döneyim.” O
sırada 2001 krizi patladı. O ekonomik durum itibariyle geri dönemez
hale geldim.
Sonra?
Bir ilaç firmasında çalışmaya başladım, keyifli de gidiyordu.
Yurtdışında okurken de radyoculuk yapıyordum hafta sonları. Dedim
ki “Türkiye’de de yapayım, hem keyifli hem hobi olur.” O radyoculuk
başladı ve bir ayaktan uzadı. Çalıştığım radyonun genel müdürü
İlhan Uzundurukan, Posta’nın Yayın Yönetmeni Rıfat Ababay’la
tanıştırdı beni ve zaten kovuldum çalıştığım ilaç firmasından.
Çünkü artık işe gitmemeye filan başladım; “Röportaja gideyim,
gazeteye gideyim” diye. Sonra da gazeteciliğe başladım. Önce
röportaj yapıyordum, sonra bir TV programı yapmaya başladım. Bir
gün Rıfat Ağabey’e dedim ki: “Ben bir köşe yazısı yazayım.” Yazdım
ve o da iyi dönüş aldığımız bir iş oldu; köşe yazarı oldum.
Hrant Dink Vakfı’nın ‘Medyada nefret söylemi ve ayrımcı
dil, Ocak-Nisan 2013’ raporuna göre nefret söylemini en çok köşe
yazarları üretiyor. Bu sonuca göre nasıl bir değerlendirme
yaparsınız?
Demek ki hiç televizyon seyretmiyorlar!
Nasıl yani?
Televizyonun en çok izlendiği saatlerde yayımlanan öyle programlar
var ki ‘nefret söylemi’nin babasını üretiyorlar! Köşe yazısının
ulaştığı kitleyle televizyonun ulaştığını mukayese edip ‘en çok
köşe yazarları yapıyor’ demek komik bence...
O zaman Ertuğrul Özkök’ün kitabınızın önsözünde yazdığını
sorayım: “Kâğıt gazeteler yaşlanıyor, okurları da yaşlanıyor. Onlar
yaşlandıkça yazarları da yaşlanıyor. Bazen okur, yazarını
yaşlandırıyor, çoğunlukla da hep aynı şeyleri yazan yazar
okurunu...” Katılır mısınız?
Bence sürekli aynı şeyi yazmanın yazdığınız platformla bir alakası
yok. Yazarın tembelliği ve egosuyla var.
Egosuyla derken?
Kendi yazısına Magna Carta muamelesi yapan bir köşe yazarı modeli
var Türkiye’de... Adam, “Bu benim mevzum” diye bir giriyor konuya,
durdurabilene aşk olsun... 7 gün yazıyor, dönüp bir bakıyorsun ne
yazmış diye, hepi topu 1 cümlede söylenecek lafı baba kitap haline
getirmiş. Şimdi bunun adı köşe yazısı değil, zulüm. Bu zulme maruz
kalan okuyucu bırak yaşlanmayı, dua et ölmesin!
“40 tane polisle geziyorum. Devlet beni koruyor, başım
belada benim tabii” demişsiniz. Sizi neden, kimden koruyor
devlet?
Emin değilim ama sanırım Hrant’ı koruyamadıklarından koruyorlar! Bu
ülkede gazeteci kellesine göz dikenler bellidir. Şimdi
“Şunlardan...” deyip reklamını yaparsam devlete ayıp etmiş
olurum...
Gazeteciliğin en zor yanı ne sizce?
“Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Metin Göktepe, Hrant Dink...”
desem yeterli mi?
Zamanında bir yazı yazmıştınız ve size bedeli ağır oldu. O
günden sonra yazım tarzınızda ne değişti?
O yazıyla ilgili defalarca konuştum, yazdım... Hem de her
platformda... Merak eden açıp okuyabilir. Benim daha fazla
söyleyecek lafım yok.