Bu memleket sayısız garabet olaya şahit oldu. Bunlardan en yakın
örneği Diyarbakır’da yaşanan olaylardan verebiliriz.
Barikatlar kuruldu, hendekler açıldı, araç trafiği kapatıldı,
dışarıdan akış durdu, silah sesleri susmadı... Bir ilde hayat savaş
halini aldı. Kim nedir, kim kimdendir karmaşası içinde olanlar
oldu…
Sonunda bir şehrimiz teyakkuz haline girdi. Ölende öldürende bu
toprağın bir parçasıydı. Kazılan hendeklerin iki yakasındakiler
birbirleri ile savaşırken dünya yine keyifle bu manzarayı
seyretti.
Olayların yaşandığı mekânlarda değiliz. Basından öğrendiğimiz ne
ise ona göre bakıyoruz olaylara… Basında yazılmayanları ise satır
aralarından okuma gayretimiz var elbette…
Şimdi; bu hendeklere bakıldığında bundan daha dehşetli kazılmış
hendekler olduğunu görüyoruz bu toplumda. İnsanların kafalarına
kazılan ve bir türlü üzerinden aşıp atlayamadıkları hendekler hem
de… Her hamlede ayaklarımızın birbirine dolandığı yere çakılıp
kaldığımız hendekler…
Yıllardır siyasilerin toplum zihnine kazdıkları hendekler
aşılamazken, yeni bir siyasi hareket az da olsa insanımızın
kafasındaki hendekleri aşmasına yardımcı oldu. Millet kendi iradesi
ile bir şeyler yapmaya başladı. Bu, malum ve olası güçlerin
birleşmesine neden oldu.
Sonuç ortada…
Gezi olaylarıyla hendek kazmaları daha da derin vurulmaya
başladı. Arkasından 17 Aralık, Suriye’den göç gelmesi… Rusya ile
yaşanan kargaşa… 3. Havalimanı… Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin
açılışında yaşananlar… vb… Bu liste böyle uzar gider.
Küresel güçlerin hendek kazma şeklini de hendeklerin hep
elle kazılmadığını da öğrendik bu süreçte…
Bu hendeklerin en büyüğünü de kendi sokağımızda “yolu tamir
ediyorum” diyen bizim mahallemizin adamına yaptırdılar. İşin en
üzücü yanıysa bu adamlar gerçekten samimiydi ve doğru bir iş
yaptıklarına inanmışlardı.
Yıllar yılı uyuduk. Adam bizdendi ya, yol da bizimdi
yaptığı hizmet de bizim içindi…
Uzaktan seyrettiğimiz bu sözde yol yapım işlerinin birer hendek
olduğuna hükmetmedik. Yolu yapanların kendisi de buna hükmetmedi.
Mahalleye hizmetti. Konu komşuya hizmetti. Bunu böyle bildik.
Köşe başlarına yerleştirilen ağabeylerimizin yerleştikleri
koltukların bizim yararımıza kullanacağını düşündüğümüz için bayram
ettik. Aramızda konuştuk “… Kardeşimiz başsavcı olmuş, oh şükür
vatana-millete-adaletle hizmet edecek biri doğru yere terfi etti”
dedik.
Sonuçta köşe başına komşumuzun oğlu, birlikte büyüdüğümüz
mahalle arkadaşımız gelmişti. Bundan ala iş olur muydu? Oradaki
“bizden”di… Köşe başındaki de bizden olduğunu düşünüyordu…
İşte bu bizlik yanılgısı tam da istenilen algı şekliydi.
Zihnimize kazılan ilk hendek de buydu zaten.
Bizden olandan bize zarar gelmez mantığında olduğumuz için
kimseden de şüphe etmedik. Hatta bizim yararımıza hendek kazan
ağabeylerimiz bile şüphe etmediler yaptıkları işten…
Ta ki o hendeğe hep beraber düşüp kafamızı çarpana
kadar…
Sandılar ki kafamızı çarptığımızda hareketsiz kalacağız.
İçimizden gibi görünenler de, küresel güçlerinde aslında iyi
bildiği ve ecdadımızın mirası “Osmanlı” tabiri bile
tedirgin olmalarına kâfi geliyor.
Her bir yanımızı hendek ile kuşatsalar da, sadece doğuda değil
karış karış bütün camilerimizi yıkıp yaksalar da, inanç
değerlerimizi ayaklar altına almaya çalışsalar da onların gözünde
ve zihinlerinde biz Osmanlıyız. Yani İslam’ın
bütün dünyaya hükmettiği gücün torunlarıyız.
Onlar için tabi ki en tehlikeli ve etrafına hendek
kazılması gereken düşman biziz!
Onlar için tabi ki en tehlikeli ve etrafına hendek
kazılması gereken düşman biziz!
Kimliğinde Türkiye vatandaşı ibaresini taşıyan ama karşımızda
duran düşmanı zihninde devleştirip kendi ülkesine karşı bu
dev’in papağanı olan zavallılar.
Batının üst akılları ile beraber aslında siz kendi
çemberinize hendek kazıyorsunuz.