Fethullah Gülen'den Kürtçe eğitim çıkışı
Abone olFethullah Gülen Kürt meselesi konusunda önemli tespitlerde bulundu.
Gülen, 'Neden okullarda Kürtçenin de öğretilmesine
fırsat verilmedi?' diye sordu. Hocaefendi ayrıca terörü en
aza indirecek indirecek formülleri sıraladı.
Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Gazeteciler ve Yazarlar
Vakfı Başkan Yardımcısı Cemal Uşak'ın 'biz dindarlar
Kürtlerin ızdırabını hissedemedik' çıkışından sonra şimdi
de Gülen konuştu.
Herkul.org'ta yayınlanan sohbetinde Çukurca saldırısını ve
arkasından Türkiye'ye hakim olan havayı yorumlayan Hocaefendi,
"Ayıptır bu, ârdır, otuz senedir dağdaki bir avuç şakînin
hakkından gelemiyorsun" diye sitem ederken meselenin
çözümü için yapılması gerekenleri anlattı Ayrıca oynanan oyunlara
dikkat çekti ve vahşet karşısında tepkisini ortaya koyan halkın
provokasyanlara alet olmaması gerektiğinin altını çizdi. Fethullah
Gülen Hocaefendi'nin açıklamaları özetle şöyle:
BİR AVUÇ ŞAKİNİN HAKKINDA GELEMİYORSUN
"Çoklarının dediği gibi, mensup olduğumuz Birleşmiş Milletler ve
NATO içinde önemli güce, kuvvete ve mekanize birliklere sahip
sayılı devletlerden biriyiz. Bir espriye bağlı ifade edersek, o
güç, kuvvet ve mekanize birliklerin neler yapabileceğini görmek
istiyorsanız, 27 Mayıs ihtilaline bakabilirsiniz. O güç,
gelip kendi milletinin başına binmiş ve 25-30 milyon insanı teslim
almıştır. Daha sonra da her on senede bir binlerce insanı ezmiş,
zindanlara atmış, sürgünlere yollamıştır. Şimdi, sen orada
kuvvetini sonuna kadar kullanmışsın, sokağa hükmetmişsin; fakat,
ayıptır bu, ârdır, otuz senedir dağdaki bir avuç şakînin hakkından
gelemiyorsun. Böyle bir dönemde, senelerin ihmalinden dolayı bir
kısım müesseseleri tenkit manasına gelecek sözler sarf etmek ve
onları suçlamak doğru değil. Ne var ki, bu mübarek vatanın
parçalanması tehlikesi karşısında, Gandi'nin Hindistan hakkındaki
sözlerini hatırlıyorum ve gözlerim doluyor. Hindistan'ın bölündüğü,
Pakistan'ın ayrıldığı günlerde Gandi, Muhammed Ali Cinnah'a der ki:
"Beni testere ile ortadan biç, ikiye böl; fakat, Hindistan'ı
bölme!" İşte, o ölçüde bir ızdırap olmayınca, gerekli stratejiler
üretilemez ve o gâilenin hakkından gelinemez.
KAN DÖKEREK BİR HEDEFE VARMAYA ÇALIŞMAYA ANCAK VAHŞET
DENİR
İnsan öldürerek bir yere varmak ve bir hedefe ulaşmak hiçbir
peygamberin, hiçbir Hak dostunun defterinde yoktur. Allah Rasûlü
(sallallahu aleyhi ve sellem) on üç sene Mekke-yi Mükerreme'de
presleniyor gibi bir baskı altında yaşamış ama bir karıncaya bile
ayağını basmamıştır; o mütemerrid, o mütegallip, o mütehakkim
insanlara karşı her zaman insanca davranmıştır. İşte, bu ruhun o
insanlara anlatılması lazımdır ki dağa çıkmanın önü kesilebilsin.
Evet, kim yaparsa yapsın, insan öldürerek ve kan dökerek bir hedefe
varmaya çalışmaya ancak vahşet denir, cinayet denir, zulüm denir ve
bunlarla da insanlık adına hiçbir hayır elde edilemez.
ÜMİTSİZLİĞE KAPILMAMALI AMA BUGÜNE KADAR İHMAL EDİLMİŞ
TEDBİRLER VAR
Keşke, o bölgeye gönderilen muallimler, bugün dünyanın dört
bir tarafına ciddi fedakârlıklarla hicret eden gönüllüler gibi,
dönmemek, orada ölmek ve oraya gömülmek üzere gitselerdi. Keşke o
halkın karakterini çok iyi bilen, çok ciddi bir empati
mülahazasıyla onları doğru okuyan ve ona göre muamelede bulunan
vaizler gönderebilseydik. Keşke her köye olmasa bile birkaç
tanesine bir sağlık memuru, pratisyen hekim gönderebilseydik de
okullardaki sağlık derslerini onlar verseler; hem mesleklerini icra
etme yoluyla hem de okuttukları çocuklar vesilesiyle ailelerin
içine girseler ve kendilerini ifade etselerdi. Keşke halkı öyle
kucaklayabilecek adliyeden insanlar ve mülkiye memurları
gönderebilseydik. Keşke evleri teker teker gezip toplumun
dertlerini dinleyen ve güvenin teminatı olan emniyet memurları
gönderebilseydik. Böylece başkalarının halkı idlal etmesine fırsat
vermeyecek şekilde bütün sızma kanallarını kapatsaydık. Otuz sene
değil, on sene evvel bile ülkeyi idare edenlerin aklı bu işe
erseydi ve bunlar bugüne kadar gerektiği ölçüde yapılabilseydi,
bugün o problemler kökünden kurutulamasa da en aza indirilmiş
olacaktı.
DİN BİZİ BİR ARADA TUTAN TUTKALDIR
Bizim en büyük problemimiz, bizi birbirimize bağlayacak
tutkal mahiyetindeki çok önemli bir dinamik olan dini
değerlendiremeyişimiz olmuştur. Hazreti Bediüzzaman ta Meşrutiyet
yıllarında Medresetü'z-Zehra adıyla Van'da bir üniversite
kurulmasını teklif ederken orada Arapçanın farz, Türkçenin vacip ve
Kürtçenin caiz gibi kabul edilerek hepsinin beraberce okutulması
gerektiğini söylemiştir. Neden okullarda Kürtçenin de öğretilmesine
fırsat verilmedi? Yurtdışındaki okullarımızda, hatta Amerika'da
bile Türkçe seçmeli ders olarak okutuluyor ve kimse buna mani
olmuyor. Büyük devlet olmanın hususiyeti budur.
ÇOK FIRSAT KAÇIRILDI AMA HER ŞEY BİTMİŞ DEĞİL
Bugüne kadar pek çok fırsat kaçırılmıştır ama bu, her şey bitmiş
demek değildir. Belki bir kısım mütemerridleri kuvvetle sindirme ve
baskı altına alma da düşünülebilir; fakat, esas o toplumun ruhuna
girme yolları açılmalı, kardeşlik ruhu yeniden canlandırılmalı,
vifak ve ittifak stratejileri oluşturulmalı ve onlarla tevfik-i
ilahiye davetiyede bulunulmalıdır.
TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASI SENARYOSU
Dünden bugüne şer güçler, bir tarafta bazılarını tahrik edip
sokaklara salarken beri tarafta da onlara karşı çıkarılabilecek
başkalarını kışkırtmış, diğerlerine saldırtmış ve insanları karşı
karşıya getirip vuruşturmuş; böylece kendi menfaatlerini elde
etmeye çalışmışlardır. Nitekim, 27 Mayıs öncesinden başlayıp 80
darbesi ve hatta sonrasına kadar devam eden benzer provokasyonlarda
aynı eller, insanları sağ sol gibi sınıflarla ikiye bölmüş, onların
damarlarına basmış ve vatan evladını birbirine kırdırtmış; sonra da
akan kanın üzerine kendi saltanatlarını kurmaya çalışmışlardır.
İçinde bulunduğumuz şartlarda da aynı senaryoların sahneye konması,
bir Kürt-Türk çatışması çıkarılması ve hatta sonunda meselenin
Birleşmiş Milletler'in hakemliğine kadar vardırılması
muhtemeldir.
BAĞIRIP ÇAĞIRMAKLA PROBLEM ÇÖZÜLMEZ
Her köşesi, rengi, deseni, çeşidi ve şivesiyle ülkemizi ve insanımızı seven herkesin çok dikkatli ve temkinli olması, kışkırtmalara gelmemesi ve hele "mukabele-i bilmisil" kaide-i zalimânesine girmemesi lazımdır. Bağırıp çağırmalarla, "Şehitler ölmez, vatan bölünmez" sloganlarıyla problem çözülmez. O fitne ve fesadın önüne geçilmesini isteyenler, tenkit ve tekliflerini başkalarına yol göstermek üzere, yetkililere verecekleri sağlam metinler halindeki raporlarla ve bildirilerle masumca ifade edebilirler. Meselenin üzerine bağırıp çağırarak, yakıp yıkarak ve öldürerek değil, akıl, firaset ve şefkatle gidilmelidir. 'Hakkı, kötek olanlar' istisna edilirse, o toplumun yüzde doksan beşi şefkatle ve re'fetle kucaklanmalı, onlara karşı mülayemetle hareket edilmelidir.