Muhafazakar medyanın önemli isimlerinden Fehmi Koru,
yeni adresinde bir röportaj verdi. O "mahcup merhaba"nın ardından
böyle bir röportajın gelmesi şaşırtıcı değil ama benim gibi
şaşırmaktan bıkmayanlar vardır belki aranızda.
Kendi adıma çok "öğretici" bulduğum
röportajın en çok gözüme takılan kısmı, ısrarlı Papermoon
vurgusu oldu.
Meğer bizim muhafazakar aydınlar için Papermoon gibi 'Beyaz
Türkler'in uğrak yeri ne kadar önemliymiş.
Fehmi Koru'nun Papermoon hayranlığına çok şaşırdım. Her
şeyden önce bu tavır bana muhafazakar aydın olgunluğundan uzak,
çocukça geldi.
Fehmi Koru, Ahmet Hakan ve Ertuğrul
Özkök'le kendini Papermoon konusunda yarıştırıyorsa demek
ki gazetecilik açısından önemliydi bu Papermoon
işi!
Papermoon'ın gazeteciliğe
etkileri:
* Gün gelir de ola ki artık kendi
mahallenin sınırlarını aşmak, başka başka mahallelerden insanlara
seslenmek istersen; bu olası isteğin için önceden bol bol
Papermoon anısı biriktir.
Çünkü karşı mahalleli olmak bunu gerektirir.
* Sadece kendin gitme!
Yazan, çizen, biraz gelecek vaad eden arkadaşların falan varsa
onları da götür. Hatta mümkünse içlerinde daha önce hiç
Papermoon yüzü görmemiş olanları seç, giderken de elinden
tut ki ilerde; adı sanı duyulmuş biri olursa "elinden tutup
ilk kez ben götürdüm " diyebilesin.
* Tabi bütün bunları yaparken
"Papermoon'a gitmeyi sizden öğrenecek değiliz!"
edasıyla yap ki konjonktüre uygun olsun.
Mahalleler arası geçiş yapmanın ilk şartı Papermoon'a
gitmek, bunu anladık. İkinci şartı ile ilgili de tüyolar veriyor
Fehmi Koru.
Nedir?
Yeni mahallenin sınırları içerisine adım atar atmaz
hemen çıktığın mahalleye ve karşı mahallelere "tü
kaka" diyeceksin. Diyeceksin ki yeni mahallen de sana
" aslansın, kaplansın, meğer sen bizdenmişsin ya
la" diyebilsin.
Papermoon'da iftar kurtarır
mı?
Gerekli bütün dersleri aldıysak bence muhafazakar
mahallenin yazar-çizer tayfasına Papermoon'da bir iftar
verelim.
Kendi mahallesini bir türlü sindiremeyen, aklından sürekli "kapağı
karşı tarafa atsam" diye geçirenler, içerden sıyrılıp, toplu geçiş
töreniyle uğurlansın. Hem ilk röportajlarında "Biz
Papermoon'da iftar vermiş adamız, bu Beyaz Türkler hiç hava
basmasın" diyebilirler.
Nedir yani...
İyi gazetecilik, fikir adamlığı Papermoon'dan mı
geçiyor?
"Muhafazakar camia aslında, Beyaz Türk'ten daha
Beyaz Türk dostum" demenin yolu mudur bu?
"Siz gitmeden biz gidiyorduk, sizden daha fazla
gidiyoruz, hatta bıraksanız tezgahı Papermoon'a
açacağız" öyle mi?
Aslında hiçbirisi değil...
Mesele Papermoon da değil. Çünkü Fehmi Koru, bütün bu soru
cümlelerindeki özneye hiç bir zaman tam anlamıyla dahil
olmadı.
Muhafazakar camianın duayen gazetecilerinden olsa da
"mahallenin abisi" olmaktan hep kaçındı.
İzmirli olması, Harvard belgesi, yurtdışı deneyimi onu
daha en başından "farklı bir muhafazakar"
yapıyordu. Ama asıl farkı yaratan, Fehmi Koru'nun İslamcı camiaya
olan mesafesinde yatıyordu.
Birileri onu muhafazakar mahallede sandı ama ömrü orada
olmadığını göstermeye çalışmakla geçti.
2012 yılında Akşam gazetesine verdiği pozu
hatırlarsınız.
"Kolonya değil parfüm kullanıyorum" diyerek Joop
şişesiyle verdiği o pozun, bugün Papermoon soslu mesajdan ne farkı
var ki?
Bir mekanın, toplumsal bir sınıfa ya da bir düşünce
biçimine aidiyet göstergesi olarak algılanması da, o aidiyet
hissine öykünmek de bana göre bir özgüven sorunudur.
Bu tür hevesler kuru bir hayranlıktan öte bir kompleks
göstergesinin de işaretidir.
Hem yaşça hem de mesleki olarak büyüğüm olan Fehmi
Koru'ya asla saygısızlık etmek istemem fakat şu soruyu sormadan da
geçemeyeceğim:
"Fehmi abi, seni bugüne kadar muhafazakar mahallede tutan
ne vardı? Verdiğin röportajlarından anlıyoruz ki kendin bu
mahallede, ruhun ve aklın karşı mahallede.
Bedenen bu mahalledeki varlığın mecburi bir kalış
mıydı, yoksa isteyerek yapılmış bir tercih miydi?
Röportajlar bize bir ipucu veriyor ama ben yine de
sormak istedim.