Fatih Altaylı neden kırgın?
Abone olKanal D'deki görevinden alındığını nasıl öğrendi. Aydın Doğan'la ilgili düşünceleri değişti mi? Bundan sonra Doğan Grubu ile ilgili bir şey yazar mı? İşte merak edilen her
Kısa bir süre önce, "Benim bu gruptan uzaklaşmamı zil takıp
bekleyenler varsa da onlara kötü bir haberim var: Benim buradan
gitmeye niyetim yok" diye yazmıştınız. Ancak çok geçmeden
Hürriyet'ten ayrıldınız. Bu kararı almanızda neler etkili oldu?
Bunu, 20 Mayıs'ta yazdım fakat o saatten itibaren, Doğan Grubu'nda
bazı gelişmeler olmaya başladı. Şunu söyleyeyim: Doğan Grubu'nda
benim, Hürriyet ile ilgili hiçbir sorunum olmadı. Ancak Kanal D
tarafında, kişiliğimle ilgili, kabul etmekte güçlük çekeceğim bazı
yaklaşımlar ortaya çıktı ve haksızlığa uğradığımı düşündüm...
* "Haksızlık" derken, neyi ifade ediyorsunuz?
"Kanal D'deki görevimden alınış biçimim" dersem, her halde
anlaşılır. Kanal D'de başarılı bir habercilik yapıyorduk. Kanal D
Haber, Show TV'nin kendi yaptırdığı araştırmalarda bile, en saygın,
en güvenilir haber bülteni çıkıyordu. Uzun yıllar birinciydik,
sonra ikinciliğe düştük ama saygınlık çıtasını her zaman yüksek
tuttuk. Kanalın geneline büyük katkı sağlıyor; kendi egolarımız
için değil, Kanal D'nin bütünü için bir çaba sarf ediyorduk. Buna
rağmen, patronajda belli değişiklikler oldu!.. Elbette
değişiklikler olacaktır; ama hem benim, hem de yakın çalışma
arkadaşlarımın, bunların yapılış biçiminden kaynaklanan
rahatsızlıklarımız oldu.
* Sizi rencide mi ettiler?..
Beni rencide ettiler. Haksızlığa uğrattılar. Bana, haksız bir tavır
aldılar. Şimdi, herkese karşı yapılan haksızlıklarla mücadele
ederken, kendime yapılan haksızlığı sineye çekmem açıkçası kabul
edilebilir değildi. Bu yapılanı, onuruma yediremedim!.. Doğan
Grubu'nun üst düzey yönetimine, patronajına da yapılan bu
haksızlığı ortadan kaldırmaları için bir süre tanımam gerekiyordu.
Bu sürenin sonucunda eğer bir şey yapılmasaydı, ve eğer bana
buranın kapıları açılmasaydı, açıkçası gazeteciliği bile bırakmayı
düşünüyordum!.. Çünkü kendim ve arkadaşlarım açısından kabul
edemeyeceğim şeyler oldu!.. Nihayetinde Doğan Grubu, bu haksızlığı
ya da bu ayıbı telafi etme yoluna da gitmedi; ya da telafi ediş
biçimleri, benim içimdeki kırgınlığı giderecek düzeyde olmadı.
Belirtmek istiyorum, bunun kimsenin kabahati olduğunu ya da bana
kötülük olsun diye yapıldığını da düşünmüyorum. İş yapma üslubu
böyleydi ve ben, o iş yapma üslubunun karakterimle bağdaşmadığını
düşündüm...
* "O iş yapma üslubu" diyorsunuz... Sizi ne rencide eder, adını
koyar mısınız?
Yaptığınız bir iş var; onu, gayet güzel kotarıyorsunuz. Bunun iyi
bir şekilde kotarıldığı hem kamuoyu yargısıyla, hem de şirketin
mali tablolarıyla ortadayken, beni görevden alma kararı verildi. Bu
kararın verilmesinde hiç mahsur yok! Çünkü benim çok sevdiğim bir
görev de değildi bu!.. Aydın Bey, görevi bana ilk verdiğinde de,
bu
görevi belli bir süre için kabul edeceğimi, çünkü asıl işimin
televizyonculuk olmadığını ona söylemiştim.
* "Bir buçuk yaşında kızım var, acıyın!" demişsiniz...
Evet, aynen öyle dedim. Aydın Bey de, "Onlar kendi kendilerine de
büyüyorlar" demişti. O gün de, " Beni görevden almaya karar
verdiğiniz gün, ne olur bunu düzgün yapalım" da demişimdir. Zaman
içinde olacakları görüyordum!.. Açıkçası bana ağır gelen, bununla
ilgili kararı internet sitelerinden öğrenmek oldu.
* Size tebliğ edilmedi mi?
Hayır.
* Mehmet Ali Birand'ın Kanal D'nin yönetimine getirildiğini
internet sitelerinden mi öğrendiniz!..
Mehmet Ali Birand'a anchormanlik teklifini ben yaptım. Arzuhan
Yalçındağ ve Murat Saygı ile karar almıştık ve açıkça, "Gel ve bu
haberi sun" dedim. Daha sonra Mehmet Ali Birand'ın ekstra talepleri
oldu. Ben de o taleplerin ancak patron tarafından
karşılanabileceğini, bu kararı patronun alması gerektiğini ve bunu
patronla konuşması gerektiğini söyledim. Nitekim daha sonra patron
bununla ilgili karar almış!.. Ama ben patronun bununla ilgili
kararını bizzat patrondan duymak isterdim; internet sitelerinden
değil!.. Ağırıma gitti açıkçası... Ayrıca bana, Mehmet Ali
Birand'ın gelişiyle beraber önerilen görevin, içinin boş olduğunu
gördüm. Çünkü eğer o görev gerçek görev olsaydı, o zaman ben onu
internet sitelerinden öğrenmez ve bu kararın alınmasının bir
parçası haline gelirdim.
* Size önerilen "içi boş" görev neydi?
Kanal D Haberlerden Sorumlu İcra Başkan Yardımcılığı idi. Mehmet
Ali Birand bana bağlı olarak çalışıyordu. Ancak, bana bağlı olarak
çalışacak bir adamın görevi ile ilgili gelişmelerden benim bihaber
olmam, sadece kalbimi kırmamak için verilmiş bir görev olduğunu
gösteriyor.
* Bu 'sözde terfii', geçmişte pek çok üst düzey yönetici yaşamıştır
ve pek çoğu da kabullenmiştir!..
Bunu 65 yaşında olsam belki kabul ederdim; ama 42 yaşında kabul
etmek hoşuma gitmedi. Hayatım boyunca başım dik dolaştım ve
insanların gözlerinin içine baktım. Bunu kabul etseydim ne olurdu?
Kanal D'den içi boş bir görev için yüksek maaş almaya devam
edecektim. Ama Kanal D'de benden daha düşük maaş alan insanların
bir kısmı, "Herife bak!.. Hiçbir şey yapmadan dolaşıyor, bizim iki
mislimiz maaş alıyor." diyecekti. Bir başka grup ise diyecekti ki,
"Ne şerefsizmiş!.. Elinden bütün yetkileri alındı, ağzını açmadı.
Buralarda öyle dolaşıyor!.. " Ben, öyle bir insan değilim.
Öncelikle Kanal D'den ayrılma kararı aldım. Ama bunun çok kolay
olmadığını fark ettim. "Kanal D'den Hürriyet'e gideyim" dediğimde
de başka gerginlikler yaşanmaya başlandı. Onların sonucunda, böyle
bir tartışma ortamı ortasında kalmak istemedim. İkincisi, kendi
geleceğimle ilgili kararları, ben kendim vermek isterim. Benim
kariyerimle, benim geleceğimle, yarın benim ne olacağım, ya da ne
olmayacağımla ilgili kararları başkasının eline bırakmam!..
* Ne zaman adam oluruz deyip, "Gerçekten ağır olan taşların her
yerde ağır olduğunu anladığımız zaman!" diye yazdınız. Sizce Doğan
Grubu içerisinde yeterince ağırlığınız yok muydu?
Vardı. Orada kalsaydım da ağırlığım olurdu.
* Bu gönderme neye binaen yapıldı?
Doğan Grubu'nda, bir günden bir güne, son yapılan işlemin yapılış
biçimi hariç, kötü muameleye maruz kalmadım. Hürriyet'in 11.
katında, Kanal D'de odam vardı. Radyolarda etkim vardı. Sınırsız
sorumluluğum, sınırsız yetkim vardı. Her hangi bir sorunum yoktu. O
yazının sebebi şu: Benim artık Doğan Grubu'ndan ayrılacağım
konusunda net bir fikir oluşunca, Doğan Grubu'nun üst düzey
yöneticilerinden bazıları, "Taş yerinde ağırdır" dediler. Kısaca,
"Sen buradan gidersen etkin kalmaz!.. Aynı Fatih Altaylı olmazsın!"
diyerek geçmişle ilgili de bazı örnekler verdiler ve "Bak bizden bu
gitti, bu oldu... Şu gitti, oldu..." dediler. Ben de dedim ki, "O
gidenler zaten bir şey değildi. Siz onları şişirmiş ve balon
yapmıştınız!.. Ancak ben bir şeyim!.. Bir şey olduğuma inanıyorum.
Benim gücüm sizden kaynaklanmıyor. Benim gücüm okurumdan ve
tutumumdan, kişiliğimden, yazı yazma biçimimden, haberciliğimden
kaynaklanıyor. Siz beni, şişirerek bu yere getirmediniz!" Bakın,
ben Hürriyet'in en çok okunan yazarıydım!.. Hürriyet'te iken,
Türkiye'nin en çok okunan yazarıydım!.. İnşallah burada da öyle
olacağım...
* Ağır bir söz bu, öyle değil mi?
Tabii... Ben her yerde Fatih Altaylı'yım... Muhakkak ki gazetenin
saygınlığı ve gazetenin etkinliği bunun üzerine bir pay katar. Ama
ben Sabah'ın, Hürriyet'ten daha aşağı bir gazete olduğunu
düşünmüyorum. Tam aksine!.. Şimdi benim çabam, Sabah'ın en az
Hürriyet kadar, hatta Hürriyet'ten daha saygın bir gazete olması
için kendi payıma düşen çabayı göstermek olacak!..
* Doğan Grubu'ndan, Ciner Grubu'na geçişiniz, "Yıllardır Sabah
gazetesi ve Turgay Ciner ile didişen Fatih Altaylı, Sabah'a
transfer oldu" şeklinde yankı buldu. Sabah gazetesi ve Ciner ile
didişiyor muydunuz?
Hem doğru, hem yanlış. Sabah gazetesi ile değil; ama Sabah
gazetesindeki yönetim anlayışıyla uzun süre didiştim. Haklılığımı
da zaman ortaya çıkardı. Benim, Sabah ile ilgili ilk yazılarıma
bakarsanız, Dinç Bilgin'in yaşam tarzına ilişkin yazılardı. Yatlar,
kotralar, yüksek miktarda krediler... Ben, bunları eleştiren
yazılar yazdım. Çünkü bunun, basın gibi bir sektörün patronajına
yakışmadığını düşünüyor; saygınlığını zedeleyeceğine inanıyordum ve
Sabah ile ilgili ilk yazılarımı, 1990'ların başlarında yazmaya
başladım.
* O dönemde Hürriyet gazetesinde miydiniz?
Ben, daha Güneş gazetesindeyken Sabah gazetesi ile didişmeye
başladım!.. Çünkü yapılanların yanlış olduğunu, Sabah gazetesinin
yönetim anlayışının yanlış olduğunu, Dinç Bilgin'in tarzının doğru
olmadığını düşünüyordum ve bunu uzun süre yazdım. Haklılığım da
ortaya çıktı!.. Ne oldu?.. Sonunda Dinç Bilgin, Sabah gazetesini
büyük borçlarla batırdı. Beraberinde de bankayı batırdı ve ortada,
kamuya ödenmesi gereken yaklaşık 1 milyar dolar borç kaldı...
Ardından bu borcun ödenmesi gerektiği konusunda onlarca, belki
yüzlerce yazı yazdım. Medya patronu olmanın, kim olursa olsun,
kamuya borçlu kalma gibi bir özgürlüğü gerektirmeyeceğini yazdım.
Sonunda da, bu borçlar, şöyle ya da böyle ödendi.
* Peki gelelim Turgay Ciner'e!..
Benim Turgay Ciner'in aleyhinde ilk eleştirilerim, galiba 1997
yılında çıktı. O dönemde, Turgay Bey beni bir gün ofisine davet
etti. Hürriyet'te çalışıyordum, kalktım ve gittim. "Burası
muhasebe" dedi. "En güvendiğin adamlarını getir. İstediğini
araştır. Eğer bir usulsüzlük bulursan, yazmaktan çekinme!.. Ancak
ben, senin düşündüğün adam değilim" dedi. O dönem, hakikaten Ciner
Grubu ile ilgili ciddi araştırmalar yaptım ve bir rezaletle
karşılaşmadım. Daha sonra Turgay Ciner'in THY'nin bir bölümünü
satın alması ile ilgili bir gelişme oldu. Ben, bunun da yanlış
olduğunu belirten yazılar yazmaya başladım. O iş, zannediyorum,
benim yazılarım sonucunda gerçekleşemedi. Tabii o ilk görüşmeden
sonra aramızda bir dostluk oluşmuştu. Konuşuyorduk. Beni arıyordu,
bir şey soracağım zaman da ben onu arıyordum. Ama aramızdaki
diyaloğa rağmen, bunları yazdım diye, Turgay Bey bir gün bile beni
arayıp da "Niye yazıyorsun?" demedi. Benim girişimlerim sonucunda,
Türk Hava Yolları'nın iç hat uçuşlarıyla ilgili bir bölümünü Turgay
Ciner ve ortaklarının alması engellenince Turgay Bey beni aradı,
"Yanlış bir iş yaptın ve bana çok zarar verdin!.. Senin yüzünden,
25 milyon dolar para kaybettim!" dedi...
* Sonra?..
Diyaloğumuz yine de sürdü. Aradan bir süre geçti, kriz patladı ve
Turgay Bey beni aradı. "Benim sana bir borcum var. Sana yemek
ısmarlamak istiyorum!" dedi... Ben de, "Olur" dedim. Beraber bir
yemek yedik. O yemekte, "Sen bana 25 milyon dolar zarar verdin!
Ancak ben o gün, işe girseydim batmıştım. O işle ilgili riskler,
eğer bu kriz ortamında karşıma çıksaydı, müthiş bir borç altına
girecektim. Benim işimi engelledin ama aslında ticari hayatımı
kurtardın. Teşekkür etmek istiyorum" dedi. O tarihten sonra da
Turgay Bey'le dostluğumuz her zaman sürdü.
* Ciner, Sabah'a kiracı olduğunda tavrınız ne oldu?
Turgay Bey'e, "Bu parayla, kiracı olarak medya patronu olamazsınız.
Burayı satın alın!" dedim. Fakat o dönem, satın almaya yanaşmadı.
Anladığım kadarıyla, Sabah gazetesinin, sırtına büyük bir yük
yükleyeceğini düşünüyordu. Hesapları, kitapları görmeden almak
istemiyordu. Fakat benim, "Satın almalısınız" şeklinde ısrarlarım
sürdü. Turgay Bey, sonunda, benim de hem TMSF tarafından, hem de
Sabah tarafından zorlamam sonucunda 435 milyon dolar bir para
ödeyerek Sabah Grubu'nu satın aldı.
* Satışta rolünüzün olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Yüzde 90 ihtimalle... Bunu, kendisi de söylüyor, Ahmet Ertürk de,
"Sen olmasan bu iş olmazdı" diyor. İşte bu satın almanın
gerçekleşmesinin ardından geldim, TMSF Başkanı ile beraber Turgay
Bey'i Sabah gazetesinde ziyaret ettim. Hatta bana, "Sen TMSF'nin
bir numaralı tahsilatçısı oldun" diye takıldı. İşte o anda
itibaren, Turgay Ciner, benim için bir medya patronuydu!..
Peki Aydın Bey'in, ayrılmayı düşündüğünüzü söylediğinizde tepkisi
ne oldu?
Veda etmeye gittiğimde Aydın Bey sordu: "Para mı aldın? Kaç para
aldın? Ben de vereyim sana o parayı!" dedi. Oysa ben Turgay Bey ile
bir tek kuruş para konuşmadım. Bir tek kuruş... Sadece Hürriyet'ten
ve Kanal D'den aldığım maaşları söyledim ve "Beni büyük bir gelir
kaybına uğratmazsanız sevinirim" dedim. Çünkü Turgay Bey'i, "Beni
halen istiyor musunuz?" diye ben aradım. O beni arayıp da bir
transfer teklifi yapmadı.
* Turgay Ciner ile iletişiminiz nasıl kuruldu?
İnternette "Fatih Altaylı gidiyor" gibi palavralar yayınlanırken,
benim Turgay Bey ile ne görüşmüşlüğüm vardı, ne de gideceğim...
Ben, sadece Doğan Grubu'nun bana karşı yaptığı haksızlığı telafi
edecek bir adım atmasını bekliyordum. Bunun atılmayacağını
öğrenince, yaklaşık 15-20 gün önce, Turgay Bey'i ben aradım ve
"Halen beni istiyor musun?" diye sordum.
* Aydın Bey'e kırgın mısınız?
Hayır. Sonuçta bir şirket yönetme üslupları var ve o üslubu, Fatih
Altaylı'nın keyfine göre belirlemek zorunda değiller. Ancak ben de
onların keyfine göre hareket etmek zorunda değilim!.. O, öyle
davranmayı tercih ediyor; ben de, böyle davranmayı tercih ediyorum.
Bu, her hangi bir kırgınlık yaratacak bir durum değil. Aydın Bey,
çok sevdiğim bir insandır. Bana, 12 yıl boyunca, çok iyi
gazetecilik yapma imkânı sağladı. Ama sonuçta bir üslup farklılığı
var. Severek ayrılmak gibi bir şey bu!.. Anlaşamıyoruz!.. Karı-koca
anlaşamayabiliyor ve sonuçta ayrılıyor. Ne var ki, kavgalı olmaları
gerekmiyor. Bir de bizim 12 sene boyunca Hürriyet'te yarattığımız
bir şey var ve o da ortak çocuğumuz!...
* Bir röportaj sırasında, "Aydın Doğan'ın pisliklerini buldum da
yazamadım diye bir şey söylemiyorum. Aydın Bey, bulduğunuzda yazın
diyor. Ama ben biliyorum ki yazılamaz" demişsiniz...
Yazılamaz.
* Peki şimdi bulsanız yazar mısınız?
Aydın Bey'in, açıkçası, bugüne kadar hukuk dışı ya da etik dışı
eylemine tanık olmadım ve rastlamadım. Hukuk içi olup
eleştirilebilecekleri var mıdır? Muhakkak, her iş adamının olduğu
gibi onun da vardır her halde!.. Ancak hukuk içidir; belki ticari
etikle çok bağdaşmayabilir ama Hürriyet'te iken bunları kolay kolay
yazamazsınız. Yazmazsınız!.. Her çalışan için de geçerlidir bu!..
Ama hakikaten çok büyük bir rezillik varsa, hakikaten bir şey
biliyorsan zaten çalışmazsınız, çalışamazsın, çalıştırmazlar. Bir
de bunlar ortaya çıkar!.. Türkiye'de bir tane medya grubu yok ki!..
Yeni Şafak var, Akit var, Zaman var, o var, bu var... Aydın Bey'le
böyle bir şey olmadı. Umarım bundan sonra da olmaz. Çünkü ben,
Aydın Bey'in, 12 senelik çalışma hayatımız boyunca, bir ayıbını
görmedim. Meselâ bankacılık!.. Geçenlerde, bankayı benim
sattırdığımı kendisi de söylemiş!.. Bankada kötü bir işlem
olmadığını bildiğim halde, Aydın Bey'e her konuşmamızda, bankanın
sırtımıza yük olduğunu belirterek, "Şu bankacılıktan çıkın" dedim
defalarca!.. Ama bankada hortum yoktu! Yıllarca o banka ile ilgili
akıl almaz laflar edildi, fakat en kısa sürede, en yüksek fiyata
satılan Türk bankası oldu. Demek ki bunlar yalanmış!.. Hakikaten
bir şeyini görmedim, umarım bundan sonra da görmem. Ancak görürsem
yazarım. Keza Turgay Ciner!.. Turgay Ciner'in, bugün bir yanlışını
görsem, yazarım. Yazamıyorsam da giderim. Allah'a bin şükür, artık
bu işten kazandığım paraya her halde ihtiyacım yok!..
* Bunu hangi duygularla söylüyorsunuz?
En büyük isteğim, artık medya patronları medya gücüne dayanarak
yanlış yapmasınlar. Dinç Bilgin örneği herkesin kulağına küpe
olmalı!.. Aydın Bey'de bugüne kadar görmedim; umarım bundan sonra
da görmem, ama görürsem yazarım. Yalnız bunu, Aydın Bey'in yanından
ayrılan geçmişteki bazı yazarlar gibi, Aydın Bey'e bir kin
duygusuyla, bir intikam duygusuyla söylemiyorum. Ne kinim var, ne
intikam isteğim var. Yoğurt yeme stilimiz uyuşmadı ve ayrıldım. Ne
öfkeliyim, ne de kızgınım!.. Kızımı beş yaşına kadar getirirken,
Aydın Bey'den kazandığım parayı yedirdim!.. Tamamı da kuruşu
kuruşuna hak edilmiş paradır. İçinde de her halde, haram lafını
sevmem ama, haram para yoktur!..
Fatih Altaylı, 15 milyon dolar transfer ücreti aldığı yolundaki
söylentileri yalanlıyor. Aksine, Sabah'a geçmekle, gelirlerinde
azalma olduğunu söylüyor. Kanal 1 televizyonunda hisse aldığı ve
Star TV, Turgay Ciner tarafından alındığı taktirde de hissedar
olacağı yolundaki haberlerin doğru olmadığını da vurgulayan
Altaylı, "Batılı şirketlerin hepsinde üst düzey yöneticiler için
'stock option' diye bir şey vardır. Bu hissedar olmak anlamına
gelmiyor. Şirketteki yönetim süreci içinde, şirketin hisselerinin
değer artışından dolayı bir pay almak anlamına geliyor!" diyor ve
Turgay Ciner ile aralarında ancak bu doğrultuda bir konuşma
geçtiğini anlatıyor. Altaylı, Sabah gazetesine geçişinin ardından
yazılanlar içerisinde yegane doğrunun Turgay Ciner'in kendisine
hediye ettiği Patek Philippe saat olduğunu, ancak onun da
değerinin, yazıldığı gibi 110 bin Euro olmadığını söylüyor.
Altaylı, bu transferin Sabah'ı karıştıracağı şeklindeki haberleri,
"Uyumlu bir adamım... Benimle çalışanlar beni severler... Dışarıdan
baktığın zaman kötü suratlı, ters bir adam olarak algılanmama
rağmen, öyle berbat bir adam değilimdir. Dolayısıyla Sabah'ı
karıştırdığımı sanmıyorum" şeklinde cevaplıyor. Sabah'taki bir-iki
isimle kavgalı olduğunu doğrulayan ama bu gerilimin kendisini pek
etkilemeyeceği öngörüsünde bulunan Altaylı soruyor: "Peki
Hürriyet'teki bazı isimlerle kavgalı değil miydim? Emin Çölaşan ile
aram süper miydi? Birbirimize bayılıyor muyduk? Ahmet Hakan ile aşk
mı yaşıyorduk?.. "
Söyleşi: İrem Barutçu
Kaynak: www.tercumangazete.com