Terimler kılavuzuna baktığınızda siyaset için ilk söylenen
cümle; Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel
görüş veya anlayış olarak çıkıyor.
Yani devletin yönetim kademelerindeki bireylerin devletin
yararına ve çıkarına yönelik çalışma sanatı.
Ve özellikle devletlerarası çıkar çatışmalarının yaşandığı sanat
alanı da diyebiliriz.
Gene aynı şekilde siyasi maksat ile devlet içi yönetim tarzının
da belirlendiği alandır.
Bu açıklamalar ve tanımlamalar kanaatimce hemen bütün devletler
için geçerlidir.
Türkiye’mize bakarsak durum nasıl?
2002 öncesi Cumhuriyet kuruluşu tarihine kadar ülkemizde
siyaset devletin ve milletin menfaatlerine yönelik çalışma sistemi
değil devlet kademesinde görev yapanların ya şahsi menfaatlerine
yönelik kapalılıktı ya da devletlerarası ezikliğimizin tiz
sesiydi.
Son 15 yıldır Tayyip Erdoğan ile ülkemizde siyaset hem siyasi
maksat ile yapılmaya başlandı hem de uluslararası alanlarda sesi
gür ve haklı çıkan yönetim şekline dönüştü.
Buraya kadar olan durum meselenin yönetimsel açıdan sistemik
işleyişinin izahatı idi.
Benim asıl maksadım bu sanatın icrasının devletler kademesinde
nasıl yapıldığını sizlere anlatmak değil. Zaten eminim ki benden
çok daha fazla siyaset ilmini ihata etmişsinizdir.
Maksadıma gelince;
Siyasetin ilmi arasında yer alan en önemli şey söz ve cümlelerin
nereye dokunduğu, nasıl manevraların yapıldığı, denklemlerin nasıl
gözetildiği, algı kademelerinin bir çember içerisinde nasıl ahenk
ile vücut bulduğu aşikârdır.
Hem siyasi parti yöneticileri ve bireyleri kendi aralarında bu
ilmi kuşatır ve en iyi şekilde kullanmaya çalışırlar hem de
sempatizanlarına karşı sevimli davranmaya çalışırlar.
Bunda bir beis yok hatta olması gereken de bu.
Yukarıda dediğimiz gibi Tayyip Erdoğan ülkemizde
siyasetin dilini de jargonunu da değiştirmiştir.
Ve milletine karşı daha önceki siyasiler gibi gayri dürüst bir
yaklaşım ile siyasetini icra etmeyip milletin adamı olarak
davasının en iyi sahibi olarak ilmi siyasetle milletinin yanında
olmaya da devam ediyor.
Maksadıma gelelim dedik ya. İşte burada önemli olarak söylemeye
çalıştığım şey şudur; siyasetin dili ve ilmi dostluklar arasında
evlere kadar, iş yerlerine kadar, insani iletişimlere kadar inerse
sıkıntı zuhur eder.
Özellikle STK’larda siyasi jargon ve yaklaşımlar kimlik
bulup kendisine köşe bulursa bu ciddi bir sıkıntıdır.
Sivil toplum kuruluşları toplumsal sorunlara bağımsız olarak
yardımcı olurlar.
Devletin bekasına yönelik kamuoyunu bilgilendirme ve
aydınlatmayı kendilerine görev olarak gören kişiler tarafından
kurulan kuruluşlardır.
Tabir-i diğer ile dava bilinci olan bireylerin bir arada
bulundukları hizmet etme mecralardır.
Çalışan veya üyeleri tamamen gönüllülük usulüyle görev yapan,
kar amacı gütmeyen, gelirleri olmayan, millete ve devlete hizmet
etme sevdası ile yanıp tutuşan kişilerini bir arada olduğu
örgütlerdir.
İnsanlara ve topluma yardımcı olarak bilinçsiz olanları
bilgilendirip hizmet alanında herkese yardım etmek için
kurulmuşlardır.
STK’lar ile ilgili bu kadar açıklama yapma sebebim şudur ki; bu
kuruluşlarda siyaset güdülmez ve bireyler birbirlerine karşı ilmi
siyaset ile davranıp hareket etmez.
Çünkü siyaset sanatını ikili ilişkiler ya da dava ruhunun neşet
etmeye çalıştığı yerlerde kullanmaya kalkarsanız dostluklara ve
davaya zarar vermiş olursunuz.
Bir dostum şöyle bir şey söylemişti; dostluklar arasında siyasi
manevralar yapıyorsan bunun izahatı “fare ile öpüşeceksin
ve miden bulanmayacak!” şeklinde ancak yorumlanabilir!
Dava bilinci ile bir araya gelen dostların vatanına ve milletine
faydalı işler yapılan ortamlarda siyasi manevralar yapması
sıkıntılar doğurur ve düşmanlık tohumlarını ortama serper.