“Özgürlük sadece hoşça kal demeyi kolaylaştırır,” der bir
ezgi…
Hangi özgürlük bilinmez; özgürlüklerin bile renkleri ve
şekilleri var çünkü.
Hayal edilen özgürlük olduğu gibi, hayalleri kaybettiren
özgürlüklerde var çünkü.
Vazgeçmelerin dayandığı, vazgeçilmelerin yaşandığı
özgürlükler…
Hayatınızdan olmasa da hayallerinizden vazgeçtiğiniz
özgürlükler…
Umutlarınızı kimselerin görmeyeceği bir yerlere
sakladığınız; umutlarınızı umutsuzlaştırdığınız
özgürlükler…
Bazen mecburiyetlere mahkûmiyetiniz yüzünden, bazen de o
mecburiyetlerinin üstünüze yapışmış korkusu yüzünden boşu
boşuna ve ömrünüzü heba edercesine yaşadığınız sevdasız
özgürlükler.
Tercih yapmak zorunda kaldığınız, kalmak zorunda hissettiğiniz
için vazgeçtiğiniz özgürlükler.
Konuşmaktan, dokunmaktan, gülmekten, ağlamaktan, tek olmaktan ve
en önemlisi sevgiden; sevip, sevilmekten vazgeçtiğiniz
özgürlükler.
Gönül bu; tarifi gönlünüzdekidir.
O yüzden gönlünüzden vazgeçtiğiniz
özgürlükler…
Özgürlük bazen sadece “hoşça kal,” demeyi
kolaylaştırır.
Kuru hoşça kal…
Bazen bir hoşça kal; bin görünmez, iyileşmez yaralar
açar içinizde. Ve siz o yaraları kimseye söylemezsiniz,
söylemek istersiniz belki ama söyleyemezsiniz; vazgeçmelerden
vazgeçmemek için.
Ama yanar içiniz. Yandığını iyi bilirsiniz.
Özgürlükmüş; içine tüküresiniz gelen özgürlüktür
yaşadığınız.
Çünkü kendinizi özgür bırakarak kaybettiğiniz
özgürlüktür yaşadığınız.
Ötesi teferruat olan sevdadan vazgeçiştir, yürek yarasıdır…
İçiniz yanar.
Kaybettiğiniz kendinizdir çünkü.
Kendinizi iyi hissetmeyi kaybetmişsinizdir
çünkü.
O yüzden özgür olsanız kaç yazar.
Kendinizi kendinize hapsetmişsinizdir
artık.
Umutları umutsuzlaştırırcasına…
Eski bir ezgideki gibi “Özgürlük sadece hoşça kal demeyi
kolaylaştırır,”…