Erdoğan için zorlu viraj
Abone olGazeteci Murat Yetkin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin türban kararının yeni bir hukuki zemin oluşturduğunu belirterek, gözlerin Başbakan'a çevrildiğini yazdı.
Radikal Yazarı Murat Yetkin Başbakan'ın AİHM'den çıkan karar ile
zorlu bir viraja girdiğini belirterek, tüm dikkatlerin Erdoğan'ın
alacağı tavra kilitlendiğini yazdı
Erdoğan siyasi hayatının en zor dönemecinde
AİHM'nin türban kararı yeni hukuki zemin oluşturdu. Gözler
Erdoğan'a çevriliyor
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Türk üniversitelerindeki
türban yasağına onay veren kararı beklenmiyor değildi. Ama önceki
gün, tam da NATO zirvesinin kazasız belasız tamamlandığı 29
Haziran'da açıklanması Başbakan Tayyip Erdoğan'ın canını sıktı. O
gün ABD Başkanı George Bush'un İstanbul'da Türkiye'nin Müslüman
ülkede laik demokrasi örneği olduğunu ve bölge ülkelerinin
Türkiye'nin izinden gitmesi gerektiğini söylemişti. Yine aynı gün
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın Türkiye'nin Avrupa
Birliği'ne üye olmasını desteklediğini ilk defa en açık şekilde
kamuya açıklamış, ama bunu açıklarken, Türkiye'nin Müslüman
olmasına karşın din ve devlet işlerini birbirinden ayırması
sayesinde demokrasisinde ilerleme sağladığını söylemişti. Almanya
Cumhurbaşkanı Gerhard Schöder de, Türkiye ile üyelik
müzakerelerinin başlatılmamasının Avrupa'yı sözünde durmaya cesaret
edemeyen bir konumda bırakacağını söylüyordu.
Haber İstanbul'daki NATO basın merkezine Bush, Galatasaray
Üniversitesi'nde konuşma yaparken, Başbakan Erdoğan'ın basın
toplantısı yapmasına az süre kala ulaştı. Bu konuda basın
toplantısında sorulan soruyu, konuyla ilgili olmadığı gerekçesiyle
yanıtlamadı. Daha sonra basın merkezini ziyaretinde gazetecilerin
aynı sorusunu "Güzel bir NATO zirvesini bu konuyla gölgelemeyelim"
diye yanıtladı.
Konu mutlaka NATO zirvesiyle doğrudan ilgili değil. Ancak NATO,
Avrupa Birliği ve Türkiye'nin uluslararası ve uluslarüstü Batı
kurumlarıyla, Batı toplumlarıyla ilişkileri ile bağlantılı. Çünkü
Türkiye'nin Batı toplum ve kurumlarında kabul görmeye başlaması,
diğer Müslüman nüfuslu ülkelere örnek gösteriliyor olması ne
yalnızca çoğulcu demokrasisini 80 yıl aradan sonra oturtabilmiş
olmasından, ne de yalnızca Müslüman bir toplumda dinle devleti
ayırıp, laik bir idareyi yaşatabilmiş olmasından kaynaklanıyor.
Uygarlıklar çatışmasında Türkiye'nin yanıtı, bazılarının canını
sıksa da, Türkiye'nin Müslüman bir toplumda demokrasiyi laik idare
yoluyla yaşatabilmiş olmasında. Oybirliği ile alınan AİHM kararı
aslında bunu tescil ediyor. Erdoğan'ın can sıkıntısının bir bölümü
de buradan kaynaklanıyor.
Dışta sıkıntı, içte sıkıntı
Erdoğan'ın sıkıntısının daha büyük bölümü ise yurtiçinde karşı
karşıya kalacağı sorunlara ilişkin. Erdoğan ve AKP yönetiminin,
kuruluşundan itibaren, Necmettin Erbakan liderliğindeki Milli Görüş
hareketi ile bağlarının koptuğunu gösteren önemli işaretlerden
birisi, AB karşısındaki tutumları oldu. Erbakan için AB, ya da eski
adıyla AT, AET, bir 'Hıristiyan kulübü' idi. 'Onlar ortak, biz
pazar' olacaktık, dolayısıyla uzak durmalıydık. Oysa AKP hükümeti,
olumlu yönde aktif bir tutum aldı. Hatta AB Anayasası'nda
Hıristiyanlığa atıf olmaması için önemli çaba harcadı. Bunu
yaparken tabanının bir kısmını dini özgürlüklerin AB çatısı altında
daha iyi sağlanacağı, garanti altına alınabileceği teziyle ikna
etti.
Aslında bu doğru bir yaklaşımdı. AB mevzuatı inanç özgürlüğünün
daha iyi kullanılabilmesi ve korunabilmesi için gerçekten de daha
geniş imkânlar tanıyor. Ama AB mevzuatı aynı zamanda din ve devlet
işlerinin birbirinden ayrı tutulması ilkesini de sıkı kilitler
altına alıyor. Yani Türkiye'nin muhtemel AB üyeliği, yalnızca inanç
özgürlüğü açısından değil, laiklik ilkesi, din ve devlet işlerinin
birbirinden ayrı tutulması açısından da yeni teminat getiriyor.
AİHM kararı bu açıdan da yorumlanabilir.
Yanlış olan, 12 Eylül 1980 askeri darbesini izleyen dönemden
itibaren, Türkiye'de inanç özgürlüğünün salt türban sorununa
indirgenmiş olmasıdır. Yanlış olan türban sorununun bir siyasi
inatlaşma malzemesine indirgenmiş olmasıdır.
Dünya liderlerini ağırlayan ve dünya liderlerini ziyaret ettiğinde
eşiyle birlikte ağırlanan Başbakan'ın, kendi ülkesinin
Cumhurbaşkanlığı protokolünde eşiyle birlikte davet alamaması gibi
üzücü, sıkıcı durumlar da bu inatlaşmanın bir yan ürünü.
AİHM kararlarının belirleyiciliği nedeniyle, Leyla Şahin
konusundaki kararla da türban konusunda yeni bir hukuki zemin ile
karşı karşıyayız. Bu zeminde Başbakan'ın takınacağı tutum, bu yeni
dönemin yeni sıkıntılara gebe olup olmayacağını da gösterecek.
Erdoğan belki de siyasi hayatının en keskin dönemecine
yaklaşıyor.