Halep’ten yükselen çığlık tüm dünyada yankılanıyor.
Bu çığlığı ne kadar derinden duyumsayabiliyoruz, ne kadar
yürekten hissediyoruz?
Uykularımızın kaçması için daha ne olması lazım?
Hiç kendimize soruyor muyuz bu yaşananlarda benim vebalim
ne?
Hadi bunları geçtim; bu yangını söndürmek için, karınca misali
de olsa bir damla su taşıyabiliyor muyuz?
Biz ne zaman birlik olacağız?
Birbirimizin arkasını ne zaman kollayacağız?
Bizi birbirimize düşürenlerin oyunlarını ne zaman alt
edebileceğiz?
Mezhep savaşları içinde boğulup gitmek mi
istiyoruz?
Mahşer gününde Halep’in hesabını nasıl vereceğimizi düşünmüyor
musunuz?
Bu yük ağır, sorumluluğumuz çok büyük.
Bu oyunu bozarsak ancak biz bozarız.
Biz böyle bir imkâna sahibiz.
Liderimizin böyle bir niyeti var.
Bizlerin de bu niyete sahip olup, elimizden ne geliyorsa canla
başla çalışmamız gerekiyor.
Tarihin nesnesi haline getirildik.
İslam dünyasındaki parçalanmalar ve dağılma süreçleri sömürge
devletlerinin operasyonları ile vuku bulmuştur.
Her İslam devletinde sömürü güçler; siyasi, iktisadi, idari
kısacası hayati açıdan bütün kolları kendilerine bağımlı hale
getirdiler.
Sömürü yapmış oldukları İslam devletlerinde fiili olarak
bulunmasalar bile etkinlikleri ve sömürülerini devam
ettirmekteler.
Sömürü plânlarını ise; Müslümanların birliğini, dirliğini,
dinini bozabilmek adına bütün bildikleri ve etki sağlayabildikleri
zeminlerde, şer zihniyetleri ile önce dağıtmak sonrasında ise
kontrol altında tutmak için yapıyorlar.
İslam devletlerinin kalbinde, özellikle azınlıkların ya
da azınlık teşkil edebilecek, grupların aracılığı ile de
problemlerin her daim devam etmesi noktasında titiz
davranıyorlar.
Bütün problemler, Müslümanları ya yollarından saptırmaya ya da
derin yaralar açan sonuçlara sebebiyet verir durumda.
Müslüman halkın kimlikli bir şekilde, şahsiyeti oturmuş, kendi
kararlarını verebilen, yatırımlar, öğretiler, yenilikler üretebilen
güçlü millet haline gelmesini, oluşturmuş oldukları kolları
aracılığı ile engelleyip yok olmasının zeminini hazırlarlar.
Uzaktan hakem rolünde, bütün yaşanan problemlerin Müslümanların
kendilerinden kaynaklandığını kabul ettirerek, çözüm yolları
önerirler.
İdari, siyasi ve sosyal farklılıklar oluşturup, toplumu ya da
milleti bölmek adına, zengin-fakir, kültürlü-cahil, güçlü-zayıf
algısı ile oluşan zaaflar neticesinde kendilerine boyun
eğdirirler.
Kalbinin sesini dahi duymasına mani olabilecek oyunlarla,
Müslümanı benliğinden uzaklaştırırlar.
Maalesef bahsetmiş olduğumuz bu fotoğraf, ülkemiz için de
geçerli bir vakıadır.
Lakin bizde dikkat çekmek istediğim mesele ise çok daha
vahimdir.
Sömürülmekten beslenen, menfaati olduğu için
sömürenlerin savunuculuğuna soyunmuş zihniyetin varlığından
bahsediyorum.
Bilinçli ve hassasiyet sahibi kişiler vesilesi ile kendi
kimliğimizi, şahsiyetimizi kazanma çabaları yeniden Müslümanları
heyecanlandırmış durumda.
Sadece ucundan gösterilen rahatlık fotoğrafından dolayı, kendi
kimliğini unutanlara yapılan hatırlatmalar, nefislerine,
zihinlerine ağır geliyor.
Evet, esaretten özgürlüğe olan yolculuk
meşakkatli…
Anis Nin der
ki; “Hayat insanın cesaretine göre büyür
veya küçülür”
Bunun içindir ki gönüllerinde zerre miktarı ürperme
olmuyor.
“Sömürge güçleninceye kadar, belli bir neden ya da
sakınılacak bir durum olmadıkça, sömürülenlere özgürce gibi görünen
haklar tanınmalı” diyen Francis
Bacon, şer zihniyet zekâsı ile sözünde işaret ettiği gibi,
içimizde kendini özgür zannedenler var ve memnuniyet
içerisindeler.
Kurulu düzenlerinden ve tembellikleri yüzünden kimlikli duruşa
geçmek işlerine gelmiyor.
Celladına âşık olan idam mahkûmu gibi kendisini
sömürenlere alışmış ve kabullenmiş, hatta savunur durumda olanların
da bu meşakkatli yolculuğu göze almaları gerekiyor.
Artık tarih yapıcı rolümüze geri dönmemiz gerekiyor.
Ne zaman bu mücadeleye girsek Türkiye’yi sindirmeye çalışanlar
olacak.
Bunun adı Gezi olur, 15 Temmuz olur, Beşiktaş saldırısı
olur…
Ama biz bu sindirme planlarına karşı dik durup, acımızı içimize
atarak mücadeleye devam etmek zorundayız.
Gün doğmuş gün batmış, ebed bizimdir.