Erdoğan Cumhurbaşkanı olmayacak
Abone olYenişafak başyazarı Fehmi Koru'ya göre 2006'da 'keşke bu yıl olmasaydı' bir hareketlilik yaşayacağız. Koru'dan erken bir iddia daha: Erdoğan Köşk'e çıkmayacak!
Siyaset sahnesinde, oldukça hararetli
bir yıl geçireceğimiz tezine, "2006 zor, keşke 2006 diye bir yıl
olmasaydı diyebileceğimiz kadar herkesi yoracak bir yıl olacak."
sözleriyle Fehmi Koru da katılıyor. Çünkü, önümüzdeki yılın ilk
yarısında yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimi ve birkaç ay
sonraki milletvekili genel seçimine yönelik siyasi manevraların
büyük ölçüde bu yıl şekillenmesi bekleniyor.
Yeni cumhurbaşkanını bu Meclis'in seçmemesi için erken seçim
isteyen çevrelere işaret eden Koru, "İktidar erken seçime ayak
sürüdükçe, bu çevreler erken seçimi mümkün kılacak her türlü
yönteme başvuracakları için 2006 zor geçecek." vurgusunu
yapıyor.
AK Parti'de 20 cumhurbaşkanı adayı var
Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışması başından beri Başbakan Tayyip
Erdoğan'ın ismi ile birlikte yürütülüyor. Erdoğan'la en sık
görüşen, onun hemen hemen bütün yurtdışı gezilerine katılan
Koru'nun bir diğer özelliği hem AK Parti'yi hem de Ankara'daki
öteki siyasi dinamikleri yakından tanıyan gazetecilerin başında
gelmesi. Ona göre Erdoğan Çankaya Köşkü'ne çıkmayı düşünmüyor:
"Benim gördüğüm, Tayyip Bey cumhurbaşkanı olmayı düşünmüyor, ama
düşündürtülüyor. Şu anda bütün tartışmalar Tayyip Bey'in
cumhurbaşkanlığını düşündüğü biçiminde yapıldığı için, demek ki bu
benim düşünmem gereken bir şeymiş diye ona düşündürtüyor. Ama
Tayyip Bey'in kendi başına kaldığında bugunkü konumunu daha tercih
ettiğini ve bu konumunda yürümek isteyeceğini düşünüyorum. Burada
(Çankaya'ya çıkmasında) tek başına Tayyip Bey'in tercihi rol
oynamayacaktır, partinin tercihi de rol oynayacaktır. Diyelim ki
ben cumhurbaşkanı olmak istiyorum kanaatine varırsa bunu parti
yöneticileri ve yakın mesai arkadaşları ile mutlaka paylaşacak.
Onların da onayını almaya çalışacaktır."
Peki Erdoğan'a Köşk'e çıkmasını düşündürtenler yakın çevresi ve AK
Parti'den kimseler mi? Koru, "Hayır" diyor ve şöyle devam ediyor:
"AK Parti kendi içinde bunu tartışmıyor. O Çankaya'ya çıkınca parti
ne olur diye bir tartışmanın şu anda AK Parti saflarında
yapıldığını ben bilmiyorum." O zaman Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanı Melih Gökçek'in, katıldığı bir televizyon programında
Tayyip Erdoğan sonrasının ilk işaretini vererek, "Başbakan adayımız
Abdullah Gül'dür" demesi ne anlama geliyor? Koru, Erdoğan'dan
sonraki kişide, "Tayyip Erdoğan'ın olmadığı bir siyasi ortamda
partiyi başarıya kim götürecek?" kıstasının önemli olacağını
belirtip şöyle diyor: "Bu cevap akla ilk gelen isim (Abdullah Gül)
olmayabilir, başka isimler de ortaya çıkabilir." Koru'ya göre aynı
çok adaylılık durumu cumhurbaşkanlığı için de sözkonusu: "AK Parti
milletvekillerinin listesi önümüze konulsa, o listenin içinde
cumhurbaşkanlığını elhak dolduracak en az yirmi ismi tesbit
edebileceğimizi zannediyorum. Yeni Cumhurbaşkanının Meclis dışından
olacağını zannetmiyorum."
Medya dünyasındaki gelişmeleri de konuştuğumuz Koru'ya göre,
yabancı sermayenin Türk medyasına beklenen ölçüde girmemesi iyi
oldu: "Yabancı sermayenin hiç girmemesi, eğer girecekse en son
girmesi gereken yerin medya olduğuna inanıyorum. Yabancı sermaye
ile terbiye etme, eğitme yönteminin medya açısından pek olumlu bir
yöntem olduğunu düşünmüyorum." Peki yabancılar neden beklenen
oranda yoğun medya alımları yapmadılar?: "Herhalde benim bu
soğukluğumdur. Türk toplumunun genelini temsil eden bir görüş
olarak tesbit ettilerse bu soğukluğu, bizim gibiler sebebiyle uzak
durmayı yeğlemişlerdir. Başka bir nedenini bilemiyorum."
Yeni medya grupları
Koru'nun "Türk medyasında taşlar yerine oturdu mu, Turgut Özal'ın
bir zamanlar söylediği 2,5 gazete kalacak öngörüsü gerçekleşti mi?"
sorusuna cevabı ise şöyle: "Türk medyasında büyük bir sermaye
konsantrasyonu olduğu belli. Bir tanesi çok büyük (Doğan grubu),
bir tanesi de bayağı önemsenmesi gereken (Ciner grubu) iki büyük
grup var. Onların dışındakiler, sahipleri olan holdingler büyük
olsa bile medyada fazla önemsenmeyecek küçüklükteler. Bir de birkaç
tane bağımsız gazete var. Onun dışında bir şey yok. Eğer o dışta
gibi görünenleri yarım kabul ederseniz, iki tane büyük grubu da bir
ve iki olarak kabul ederseniz, Turgut Bey'in öngürüsü ortaya çıkmış
demektir." Türkiye'de yeni medya grupları doğmasını mümkün
görmediğini belirten Koru, bunun ancak yabancıların medyaya girmesi
ile söz konusu olabileceğini vurguluyor:
"Eğer yabancı sermaye bugünkü yasal müsaadenin ötesinde bir müsaade
ile gelirse, yani alacakları medyayı yüzde yüz de sahiplenmelerine
müsaade edilirse o zaman taşlar yerinden oynar. Yoksa bugünkü
taşları yerinden oynatmanın başka bir dinamiği yok Türkiye'de. Yani
başka medya grubu çıkartabilecek bir arzunun varolduğunu ben şahsen
görmüyorum. Yabancılar gelirse de bugün var olan büyük grupların
elindeki medya organlarına sahip olmak için gelecektir. Dolayısıyla
o taşları bayağı yerinden oynatabilir."
Yıldırım Aktuna ve psikolojik savaş
Fehmi Koru'nun ismi, eski bakan Yıldırım Aktuna'nın Aksiyon'da
geçtiğimiz hafta yayımlanan röportajında geçiyordu. Çünkü, 1993'te
Sırplar Boşnaklara karşı kimyasal silah kullandı gerekçesiyle
Ankara'da yapılan ve Amerikan Büyükelçiliği'ni işgal girişimine
dönüşen gösterilerde Yıldırım Aktuna'nın o gece yaptığı televizyon
konuşmaları da etkili oldu. Fehmi Koru, bu dönemde Başbakanlık
Psikolojik Savaş Merkezi’ni Yıldırım Aktuna'nın yönettiğini ilk
yazan kişiydi. Koru o günleri şöyle anlatıyor:
"O olay Bosna'da Sırp azgınlığının en tepe noktalarında olduğu bir
sırada yaşandı. Sırpların kimyasal silah kullandığı iddiası
birdenbire Türkiye'nin gündemine düştü. Dikkatle bakıldığında zaten
ilinti görülebiliyordu. Yani böyle bir bilginin gelmesinden çok
bunun yayılması önemliydi ve orada da bir bakan (Yıldırım Aktuna)
olağanüstü cevval göründü. Yıldırım Aktuna'nın görev alanına
baktığımız zaman psikolojik savaş diye de adlandırılan bir birimin
sorumlusu olduğu görülüyordu. Yıldırım Bey’in siyaset öncesi
kimliklerine baktığımız zaman ise onlardan bir tanesinin askerlik
olduğunu, kendisinin tabip olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nde
hizmet verdiğini; diğerinin psikiyatri uzmanlığı olduğunu,
dolayısıyla o konulara uzak olmadığını görmek mümkündü. O akşam bir
televizyon kanalından diğerine dolaşarak; bunun mümkün olduğunca en
geniş kitlelere duyurulmasında özel çaba gösterdiği de belliydi.
Ben bu ilintileri birbiri arkasına sıralayarak, bunun belli bir
amaca dönük hareketlenmeyi sağlama niyetiyle irtibatlandığını
yazmıştım. Ankara'da yaşayan gazeteciler olarak zaten
politikacılarla iç içeyiz. Ben bunu Yıldırım Aktuna'yı tanıyan bir
gazeteci olarak yazmıştım. Ertesi gün Meclis'te karşılaştığımızda,
Yıldırım Bey, doğru yazmışsın diye doğrulamıştı."
Acaba o gece Ankara'da bir psikolojik harekat mı uygulandı?:
"Ertesi gün kitleler sokaklara taştı ve o taşkınlığın Türkiye
açısından hiç hayra yaramayan bir gelişme olarak ortaya çıktığını
gördük. Ama illa o gün gördüğümüz hareketi yapmak için olmayabilir
bu tür operasyonlar, eğer bir operasyonsa bu. Operasyonlar bazen
prova mahiyetinde de olur. Yani böyle bir şey yapıldığında
kitlelerden ne tepki alınacağını ölçmek için de yapılabilir, sadece
amacı o da olabilir. Amerikan Büyükelçiliği'ne saldırıya dönüşmesi
planlanmamış olabilir o işin. Ama kitleleri kontrol altında tutmak
zordur. Dolayısıyla böyle olumsuz yan ürünleri ortaya çıkar."
Koru, bu psikolojik savaş uygulamasının dünyanın her tarafında var
olduğunu, nitekim Irak savaşının hemen öncesinden başlayarak ABD
Savunma Bakanlığı Pentagon'un sadece dış dünyaya yönelik değil,
Amerikan kamuoyuna yönelik de psikolojik savaşı başlattığını ilan
ettiğini hatırlatıyor: "Ve son dört, beş yıl içerisinde dünya,
Amerikan odaklı psikolojik savaş karşısındadır."
Söyleşi: Faruk Mercan
Kaynak: